ARSIVANA SAYFA
 
16 Aralık '00
SAYI: 47
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
İlerici ve devrimci güçler tarihi bir sorumlulukla yüzyüzeler
Kanlı operasyona karşı devrimci direniş!
Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!
Faşist terör örgütünün “isyan” provası
EP sözcüleri devrimci tutsakları mücadeleyi bırakmaya çağırdılar
İlerici sendikacılardan Ölüm Orucu’na destek eylemi
Antalya’da F tipi protestoları yaygınlaşıyor
Ölüm Orucu’nu destekleme etkinliklerinden notlar
Hücre karşıtı muhalefet güçleniyor
İzmir’de hücre karşıtı eylemler
Kirli dilini direnişimizden uzak tut!
Yaşamın her alandan hücreleştirilmesi!
Hükümetin af gündemi ve Ölüm Orucu direnişi
TELEKOM özelleştirmesi ve birleşik mücadelenin büyüyen olanakları
Zaferi biz kazanacağız!
Gençlik Ölüm Orucu’nu desteklemek için alanlarda!
Ölüm Orucu direnişi ateşini harlayalım!
Planlı, programlı ve hedefli bir mücadele hattı ve talepler
Devrimci disiplin ve kurallı yaşam üzerine
Ölüm Orucu ile dayanışma faaliyetimiz güçlendirilerek sürüyor
Devrimci direniş ruhuna bin selam!
Devrimci kimliği teslim almayı başaramayacaklar!
ABD emperyalizmi yeniden Vietnam’da
İngiliz İşçi Partisi: İhanetin 100 yılı
“Direnişin arındıran ve güçlendiren temiz havası sarmış tüm benliğimizi”
Yaşananlardan öğrenmek
İktidar hapishanelerde ne yapmak ister?
F tipi emperyalizmin bir saldırısıdır
Hücre karşıtı faaliyetlerimiz
Mücadele Postası
 
Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın





 
 
Bütün şafakları adadığım Ayçe İdil’e...

Yaşananlardan öğrenememek...


Sevgili İdil;
Nöbetinizi devralanların nöbetini tutarken yazıyorum bu mektubu. Kuşkusuz sana yazdığım mektupların ilki değil bu mektup, ama yazdığım mektupların içinde en önemlisi diyebilirim. Çünkü dört yıl önce seninle-sizinle yaşadıklarımızın aynısı bugün yaşanıyor. Bugün seni-sizleri tekrardan yaşıyoruz. Aslında bu süreci sana nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Yazdıkça sanırım kendimi daha iyi anlatırım. Ölüme yatan bedenler birer İdil, Aygün olma bilinciyle her biri patlamaya hazır birer bomba, mitralyöz olma kararlılığıyla dolular. İdil Can, sen kızmayı bilmediğin için kızacaksın diye yazmayacağım sana. Ama o su tanesi kadar berrak gözlerini kırpmadan bana baktığını görüyor ve o göz ifadelerinden anlıyorum ki, “yukarıda kullandığın ölüm kelimesi uymadı düzelt” diyorsun. Keşke yaşanan bunca erdemli şeyleri ifade ederken kelime fukaralığını yaşamasaydık. Ama ne yazık ki yaşıyoruz işte. Her isimlendirme bir öncekini olumsuzlaştırsa da, bir türlü bilincimizin, yüreğimizin sesine uygun ifadeleri bulamıyoruz. Bu konudaki fukaralığımızı hoşgörüyle karşılayacağını biliyorum şafağın kızı.

Evet ölüm, hem de insanın bilinçle hücre hücre kendi bedenini tüketerek geldiği ölüm. Yani fiziken bir sonlayış. Ama bu sonlayışta yeniden doğuş ve sonsuzca yaşamı haketme vardır. Bir buğday tanesinin filiz verebilmesi için ölmesi gerekli olan evrensel gerçekliği gibi dersem, acaba denk düşen bir ifade biçimi olur mu?..

Onlarca beden yeni filizlere gebe, 12’ler olma bilinciyle namluya sürülmüş mermi gibi sabırsızlar. Düşman huzursuz, düşman fütursuz, söyleyeceği her kelimeyi geri alacağını bile bile kükrüyor. Ama nafile...

Şafağın kızı Ayçe, bu dört yıl içinde o kadar çok şey değişti ki, herşeyi bu sınırlı olan nöbet saatinde sana yazmak biraz zor oluyor. Dünyada ve ülkemizde yaşananlar bir yana, şu anda hapishanelerde halaya durmuş her yürekten bahsetmem de mümkün değil, ama sana alanımızı biraz anlatabilirim. İkinci ekipte dahil olan bir siper yoldaşımızla toplam sayı 7 oldu. Koğuşumuzda üç can yan yana yatıyorlar. Kısaca özelliklerinden bahsedecek olursam, biri sabır çiçeği, biri dağların asi kızı, diğeri yüreği kar tanesinde direnç çiçeği. Türk ve Ermeni kardeşliği yanında dünya halklarını temsil etmenin gururu içindeler.

Panomuzun karanfilleri siz onikilerden oluşuyor. Dün yarattığınız geleneği bugün devralmış olmanın rahatlığıyla kızıl bayrakların altında zafere koşuyorlar. Ve bunlar dışında dünü unutmayıp, yüreğini yanlarına katmak isteyen, bu taşınan gururun büyüklüğünün farkında olanlar, önce insani sorumlulukları icabı, sonra devrimci görevlerini yerine getirmek için o kadar hassas davranıyorlar ki. Ama bütün bunların yanında gel gör ki, dünü bizzat yaşayan, bugün o yaşadıklarından öğrenmeyen o kadar çok insan varmış ki. Bunları gördükçe yüreğim acıyor.

İster kabul edelim ister etmeyelim genel bir doğrudur, her davranış bir sınıfı temsil eder ve devrimci insanların arasında ideolojik-politik farklılıklar olmasaydı, tek bir çatı altında her konuda birlikte hareket eder, birlikte dövüşürlerdi. Gerçek şu ki, farklılıklarımıza tahammül etme kültürümüz yok. Ortak ideallerde birleşme, sahiplenme bir yana, hatta devrimci sorumluluktan da öte insani sorumluluklarımızı dahi doğal yaşamımızın parçası haline getiremeyişimize üzülüyorum.

Özellikle böylesi tarihsel pratiklerin yaşandığı dönemlerde siper yoldaşlığının derin anlamıyla içimiz içimize sığmazken, dostlukların basitliklerden fırlatılıp atılmasını kabul etmek olası değil. Ancak böylesi anlarda herşey doruk noktasında yaşanır. Bir dostun içten bir bakışının, sıcakça bir el sıkışın, birlikte bir yudum su içip sohbet etmenin ne kadar anlamlı olduğunun farkına varmak zor olmasa gerek. Bütün bunlar her devrimci birey için sürecin farklı politik değerlendirmesinden bağımsız insani sorumlulukları arasında olmalı-olmalıydı.

Devrimci paylaşım, birleşme, dayanışma sloganlarımıza karşı yüzlerine alaylı gülümsemeler takabiliyorsa, herşeyi kendisiyle başlatıp kendisiyle bitiren anlayışın bir ürünüdür bu. Ne büyük bir illettir Türkiye devrimci hareketleri açısından değil mi? Gerçeklik bu işte, kendisi varsa işin içinde, herşey çok büyüktür. Kendisi yoksa herşey tu kakadır. Herşey bu kadar basit ortada işte.

Bazen düşünüyorum, acaba sizlerin yarattığı ‘96’dan ne öğrendik, Ulucanlar’da kurşunlara karşı kol kola halaya duran yüreklerden ne öğrendik? Bunları kendi kendime sormam acaba çok mu abes? Aslında konuşturan sürecin yakıcılığıdır. Şimdiden garantili olan zaferin halklarımıza kazandırdıklarıyla böbürlenmeden anlatıyorum bunları sana. Yüzlerce canın bedeninden koğuşlara yayılan aseton kokusudur bunları söyleten. Dünün tecrübelerinden çıkardığımız sonuçla bugün yaşamın bütün ayrıntılarını örgütlemeyi, dikkat etmeyi bile, “sakin olmayan, abartılı” bulan anlayışlara verilecek cevabım yoktur zaten. Şafağın kızı, ben seninle öğrenmiştim bir yıldıza birlikte bakarken paylaşımı, seninle öğrendim birlikte bedenlerimiz acı çekmediği halde diğerimizin vicdan azabı çektiğini, şimdi de bunları sana yazma hakkımın olduğunu düşünerek yazdım.

Bir kez daha bedenlerin ateşlenmesiyle her yer alev alev ısınmaya başlandı ve gittikçe büyüyor. İdil, analarımız öyle militanlaştı ki “yüreğim kan ağlasa da bir tek gözyaşımı onlara göstermeyeceğim” diye yumruklarını sıkan analarımız her gün sokaklarda, meydanlarda. Bir kez daha ölüme yatmış onlarca direnişçinin eriyen bedenlerinin hükmüyle dünyayı yerinden oynatacağız. Size verdiğimiz sözlerin teminatıdır bu. Biz kazanacağız!

“Elimizde acının kehribar tesbihi
ki kayıp durmakta parmaklarımızdan
Ey şair
yine bölük pörçük anlattın
yine eksik bıraktın bir şeyleri
gün devrilmekte ama sen
tutmamışsın acımızın çetelesini
sen sus artık, bize bundan sonrasını
dövüşen anlatsın”

Pervin Kurtulmaz
Gebze Hapishanesi’nden TKP(ML) dava tutsağı
6 Aralık 2000





Sukûnetle zafere koşuyoruz!..


Daima omuz omuza!
Daima yürek yüreğe!
Daima başımız yukarda!


Sevgili yoldaşlar,
Artık size küçük mesaj-yazılar dışında pek bir şey gönderemeyeceğiz. Tabii bir de mektuplar... Doğrusu hepinize uzun bir mektup yazmayı planlamıştım. Ama o kadar mektup yazdıktan sonra yazık ki enerjimin tükendiğini gördüm. Bitirmem gereken iki özel yazıyı erken bitirirsem, yazmayı deneyeceğim yine de. Daha çok çalışma tarzına, yayının içeriğine ilişkin kafamdakileri dökme biçiminde düşünmüştüm. Bakalım...

Kazanacağımıza inancımız her gün pekişiyor. Bedeli ne olursa olsun hücreleri kapattıracak, bu saldırıyı da püskürteceğiz. Dışarıda oldukça anlamlı bir destek büyüyerek sevincimizi de büyütüyor. Bunun bırakacağı ileri kazanımlar da olacak kuşkusuz. Asıl önemli olan da bu. O zaman ödeyeceğimiz bedellerin daha bir anlamı ve karşılığı olacaktır. Bunları derleyip toparlamak elbette size, sizlere düşüyor.

Çok yoğun günler bekliyor sizleri. Yayın cephesinden yükünüze ortak olamayacağım için üzülüyorum. Keşke vakti zamanında gereğince destek olabilseydim, diyorum. Artık sizler başarmalısınız, başaracaksınız da! Buna inanıyorum. İyi bir iş bölümü ve hazırlıkla bir günlük gazete bile çıkartabilirsiniz, buna içtenlikle inanıyorum. Yeter ki bilincimizi kuşanalım, olanaklarımızı zorlayalım ve bunları en planlı ve verimli biçimde kullanabilelim.

Geçen hafta ...’ye bir mektup ve şiir-tablo göndermiştim. Alıp almadığını bilmiyorum, bildirirseniz sevinirim. Bir de çok geç olmadan bazı arkadaşlarla görüşmek istediğimi söylemiştim. Biri için pek mümkün olamadığını öğrenmiş oldum. En azından ... yoldaşı görmek sevindirirdi bizi...

Yeni bir dönemin işaretleri bütün uçlarıyla açığa çıkmış bulunuyor. Oradan asılarak yepyeni bir çıkış yapabilmek, bu kirli kuşatmayı yarmak o kadar mümkün ki, dezavantajlarımız ne olursa olsun, yüklenmeliyiz sürece ve mutlaka başarmalıyız. Hakkını verdiğimiz her görev ve sorumlulukla yeni şafaklara çıkacağız. Buna bütün kalbimle inanıyorum.

Şimdi dışarıda sizlerin heyecanla sürdürdüğünüz çalışmaya, coşkuyla yerine getirdiğiniz görevlere ortak olmak; coşku ve sevincinizi paylaşmak vardı. Kuşkusuz ki bunu buradan da paylaşıyoruz. Ama kastettiğim bu değil. Kastettiğim, bir afişten, bir konuşmadan, bir mitingden dönerken görevinizi yapmış olmanın o tadına doyulmaz mutluluğunu, o yoğunluğu yaşamaktır. Yoksa elbette biz de saflardayız, dahası en sıcak bir çarpışmanın içindeyiz. Ama sanki bu başka bir yoğunluk. Uykusu bile rahat ettirmiyor insanı.

Bizler, bütün direnişçiler, sukûnetle zafere koşuyoruz ve size, işçi ve emekçilere söz veriyoruz ki, sonunda biz kazanacağız!

Tüm çalışan dost ve yoldaşlarımızı sevgi ve hasretle kucaklıyoruz. Çalışmanızda başarılar diliyoruz.
Hoşçakalın!

Resul Ayaz/Bartın
06 Aralık 2000/44. gün