TELEKOM özelleştirmesi ve
birleşik mücadelenin büyüyen olanakları
Özelleştirme saldırısında kritik bir aşamaya girildi.
Cumhurbaşkanı konuyla ilgili bazı yasal düzenlemeleri onayladı. Ardından da Başbakanlık, Türk TELEKOMun %33.5, THYnin ise %51 oranındaki hisselerinin satışına ilişkin ihale ilanlarının 14 Aralıkta yayınlanacağını açıkladı. Başbakanlık açıklamasında ayrıca, elektrik sektöründeki özelleştirmelerin önünü açacak Elektrik Piyasası Yasa Tasarısının da 14 Aralıka kadar TBMMye sunulmuş olacağı belirtildi.
Hükümet, enerji üretim ve dağıtım tesisleri, TEKEL, kamu bankaları, Çay-Kur ve şeker fabrikaları başta olmak üzere birçok kamu kuruluşunu uluslararası ve yerli tekellerin yağmasına açmak için attığı adımları son haftalarda sıklaştırmıştı. TELEKOM ve THYnin de bu sürece dahil edilmesiyle, özelleştirme saldırısı şimdiye kadar görülmemiş bir yaygınlık ve hız kazandı.
Emperyalizmin sıkıştırma ve şantaj manevrası
Emperyalizmin kendi soygun ve sömürü politikalarını kabul ettirebilmek için her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmediği bilinmektedir. Bağımlı ülkeleri ekonomik veya siyasal krize sokmak, borç batağına sürüklemek, şantaj, emperyalist ülkelerin yardımına muhtaç olacağı değişik sorunlarla yüzyüze bırakmak bunlardan bazılarıdır. Hatta bunun için, gizli servisler eliyle darbeler tezgahlandığı, böylelikle ilgili bağımlı ülkenin hükümetinin köşeye sıkıştırıldığı birçok kez görülmüştür. İMF, Türkiyede Kasım ayının ikinci yarısında yaşanan ve hala tam olarak atlatılamayan mali krizi tam da bu söylediklerimize uygun bir biçimde şantaj yapmak için kullanmıştır.
Uluslararası tekellerin Türkiyede yapılmasını istediği özelleştirmelerin hükümetlerce gereken hızla yapılamadığı bir gerçektir. Örneğin TELEKOMun özelleştirmeye açılması için yapılması gereken yapılandırma çalışmaları ve yasal prosedür tam 8 yıldır bir türlü tamamlanamamıştır. Enerji özelleştirmeleri için de benzer bir durum sözkonusudur. TELEKOMu uluslararası iletişim tekellerinin yağma ve sömürüsüne tam olarak açmakta hükümetin titrek ve beceriksiz davrandığını gören İMF ve Dünya Bankası, bir kez daha şantaj politikalarını devreye sokmakta tereddüt etmemiştir.
Kasım ayının ikinci yarısında ortaya çıkan mali krizle baş edemeyen hükümet, çareyi İMFden yardım dilenmekte bulmuştur. İMF ise, ek kredi desteği vereceğini söylemiş, fakat buna karşılık hükümetin önüne, özelleştirmelerden yeni vergi ve zamlara kadar bir dizi sert saldırı politikasını içeren yeni bir program koymuştur. Bununla da yetinmemiş, saldırıların önünü açacak bir dizi yasal düzenlemenin derhal yapılmasını dayatmıştır. İşte TELEKOM, THY ve enerji sektörüyle ilgili olarak bugün gündeme getirilen yasal düzenlemelerin gerisinde İMFnin bu dayatmaları ve hükümetin sıkışmışlığı yatmaktadır. Giderek genişleyip derinleşen mali krizle İMFnin dayatmaları arasında sıkışan hükümet ortakları, aylardır üzerinde anlaşamadıkları TELEKOM yasası üzerinde bir gecede anlaştılar. Böylece üç parti, kendilerini birleştiren tek ve gerçek şeyin emperyalizme uşaklık olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Altyapı özelleştirmeleri ve emperyalizm
TELEKOM da dahil özelleştirmelerin emperyalist dayatmalar sonucu gündeme geldiği işçi ve emekçiler için bir sır değil. Özelleştirmelerin genel amaçları ise, uluslararası tekellere rakip yerli kamu sektörlerini tasfiye etmek; böylece, tekellere yeni yatırım, pazar ve yağma olanakları yaratmak, kamu elinde birikmiş kaynak ve değerleri tekellerin kasalarına aktarmak olarak özetlenebilir.
Fakat enerji, ulaşım ve iletişim gibi temel altyapı sektörleri sözkonusu olduğunda, sermayenin kısa vadeli yağma ve rant hesaplarının çok ötesinde planlarla hareket ettiğini görüyoruz.
Tekeller sermayenin dünya üzerinde eskisinden çok daha hızlı yer değiştirebildiği, hiçbir engelle karşılaşmadan istedikleri yerde mali ve endüstriyel yatırım yapabildikleri bir düzen kurmak için çaba harcıyorlar. Dünyaya hükmeden büyük sermaye grupları şunu söylüyorlar: Nerede ve hangi sektörde kâr oranları yüksekse orada yatırım yapabilmeliyim. İstediğim yerde fabrika kurabilmeli, üretebilmeli ve satabilmeliyim. Paramı istediğim borsada spekülasyona sokabilmeli, vurgun vurabilmeliyim.
Dünya üzerinde emperyalist sermayenin ve ticari malların gerektiği kadar hızlı dolaşabilmesi için, hukuksal ve siyasal engellerin kaldırılmasının yanısıra gelişmiş bir teknik altyapıya ihtiyaç vardır. Bu yüzden bağımlı ülkelere iletişim ve ulaşım altyapılarını geliştirmeleri sürekli telkin edilmekte, bu yönlü yatırımlar teşvik görmektedir.
Altyapının gelişmesi hem sermaye ve her türlü mal akışını kolaylaştırıp hızlandırdığı için, hem de uluslararası tekellere son derece kârlı yeni yatırım alanları açtığı için çok yönlü kazançlar sağlamaktadır. Nitekim iletişim ve bilgi işlem araçlarının, bunların kullandığı teknolojilerin üretildiği sektörler, bugün kâr oranı en yüksek yatırım alanlarıdır.
TELEKOM özelleştirmesi tam bir yağmadır
TELEKOMun özelleştirilmesi tam bir yağma ve vurgundan pay kapma yarışı olarak işleyecektir. TELEKOMun piyasa değerinin 40 milyar dolardan fazla olduğu hesaplanmaktadır. Oysa yapılacak ihale sonucunda, en iyimser tahminle bile, 10-12 milyar dolar gibi bir fiyata satılması düşünülmektedir.
Özelleştirme bedelinin devlete nasıl ödeneceğini ise deneyimlerden bilinmektedir. Devlet, sermaye gruplarından alacağını bin bir parçaya bölecek, dört bir yandan kredi destekleri sağlanacaktır. TELEKOMu satın alacak tekeller ve sermaye grupları neredeyse tek kuruş ödemeyecektir. Böylece işçi ve emekçilerin on yıllardır sömürülmesiyle oluşturulmuş birikimler bir-iki yıl içinde karşılıksız olarak burjuvaziye devredilmiş olacaktır.
TELEKOM özelleştirmesi çalışanlar için işsizlik ve örgütsüzlüktür
Kuruma bağlı işletmelerde şu an 72 bin kişi çalışıyor. Bunlar üç ayrı statüde; işçi, memur ve sözleşmeli personel olarak istihdam edilmektedirler.
Özelleştirmeyle birlikte bu 72 bin kişinin hiçbir iş güvencesi kalmayacak. Özelleştirme 2003 yılı sonuna planlanmaktadır. Yani bu üç yıl içinde onbinlerce TELEKOM çalışanı işsizlikle yüzyüze kalacaktır.
Kurumda şu anda memur statüsünde çalışanlara da ücret artışı vadedilerek işçi statüsüne geçiş dayatılacak, şu anda sahip oldukları iş güvencesi ellerinden alınacaktır. Daha şimdiden sözleşmeli personele ve memurlara işçiliğe geçmeleri telkinleri yapılmaktadır. Ve ne yazık ki bu aldatmacaya kanarak statü değiştirenlerin sayısı az değildir.
TELEKOMa talip olan tekeller, kurumda güçlü bir sendikal yapı istememektedirler. Memurları işçi statüsüne geçirme çabasının gerisinde ise, Haber-Seni dağıtma amacı bulunmaktadır.
TELEKOM özelleştirmesi emperyalizme tam teslimiyettir
Yakın bir zamana kadar, TELEKOM stratejik bir kuruluş olduğu, bir kısmı özelleştirilse bile, yönetiminin yabancılara devrinin söz konusu olmadığı söylenmekteydi. İç politikaya dönük bu milliyetçi çıkışlar artık yapılmamaktadır. Hükümetin yabancılar konusunda bugüne kadar ne söylediğini, Başbakanlığın en başta sözünü ettiğimiz açıklamasından aktarıyoruz.
Ayrıca TELEKOM hisse satışı belirlenmesinde, stratejik ortağa çeşitli yönetim yetkileri verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede yapılan düzenlemeler arasında, personel, yatırım, mali işler ve ana sözleşme değişikliği gibi stratejik konulara ilişkin kararlar ile üst düzey yöneticilerin belirlenmesinde, stratejik ortağın söz sahibi olması ve yine stratejik ortağın çoğunluğa sahip olacağı bir Stratejik Hizmetler Komitesi kurulması da yer almaktadır.
Bunun anlamı, artık sermayenin lafta bile ülke bağımsızlığını savunma gereğini duymamasıdır. Bunun anlamı, emperyalizme uşaklıkta artık hiçbir sınır tanınmamasıdır. Bütün kesimleriyle Türkiye burjuvazisi ve işbaşındaki hükümet, kölece bağımlılık ilişkisinin en yeni belgesi olan TELEKOM yasasını büyük bir sevinçle karşılamaktadır. Her biri, bu yağma sofrasından nasıl daha büyük pay kapacağının hesabı içerisindedir. Sınıf devrimcilerinin, günümüzde anti-emperyalizm ve bağımsızlık bayrağının işçi sınıfı ve emekçilerin elinde olduğu saptaması da bu vesileyle bir kez daha doğrulanmıştır.
İşçi ve emekçiler emperyalist sömürüye karşı mücadeleye!
Yoğunlaşan özelleştirme saldırısının önümüzdeki dönemdeki en belirgin özellikleri, temel olarak altyapı sektörleri üzerinden gündeme gelmesi, şimdiye kadar olmadığı kadar hızlanması ve birçok sektörde eş zamanlı olarak gündeme gelmesidir. Bu, sermayenin kararlılığına, fakat aynı zamanda, özelleştirme karşıtı mücadelenin artan olanaklarına da işaret etmektedir. Nitekim işçi ve emekçiler arasında özelleştirmeye karşı duyulan tepki giderek yayılmakta ve bu yer yer kitlesel eylemlerle ifade edilmektedir. Değişik işyeri ve sektörler arasında bir eylem ve mücadele birliğinin sağlanamamış olması, tepkilerin parçalı bir biçimde ifade edilmesi ise, özelleştirme karşıtı hareketin aşmakta zorlandığı bir zayıflıktır. Ve kuşkusuz bu zayıflığın aşılması, sınıf ve emekçi hareketinin politik ve örgütsel düzeyinin yükseltilmesiyle mümkündür. İşte bu noktada TELEKOM ve enerji gibi temel altyapı sektörlerindeki özelleştirme karşıtı mücadelenin özel bir önemi vardır.
Enerji gibi TELEKOM özelleştirmesi de, emperyalist sömürünün çok açık bir ifadesidir. Burjuvazi dışında toplumun tüm kesimlerinin çıkarlarına aykırılığı açıktır, tartışmasızdır. Zira TELEKOM özelleştirmesi emperyalist yağma ve sömürünün daha da kurumlaşması demektir. Emperyalizme kölece bağımlılık demektir. Ayrıca onbinlerce işçi ve emekçinin işsizlik ve örgütsüzleştirmeyle yüzyüze kalması, tüm toplumun ise iletişim hizmetlerine daha zor ve daha pahalı ulaşabilmesi demektir.
Eğer TELEKOM işçi ve emekçileri, enerji işçilerinin yolundan yürümeyi başarabilirlerse, tekellere karşı militan bir direniş çizgisi ortaya koyabilirlerse, başta enerji ve ulaşım olmak üzere değişik sektörlerdeki sınıf kardeşleriyle birleşik mücadeleyi örme konusunda mesafe alabilirlerse, bunun kendisi, özelleştirme karşıtı hareketin derlenip toparlanabilmesi için çok özel bir olanağa dönüşecektir. Kuşku yok ki, temel sektörlerdeki özelleştirme karşıtı mücadelenin birleşik ve militan bir karakter kazanmaya başlaması hem özelleştirme karşıtı mücadeleyi hızla ileri taşıyacak, hem de emperyalizm ve sermayenin topyekün saldırısına karşı sınıf hareketine güç ve dinamizm kazandıracaktır.
Büyük saldırıyı büyük bir direnişin olanağına dönüştürmek mümkündür. Her şey, sınıf devrimcilerinin, öncü işçi ve emekçilerin politik ve örgütsel yeteneğine, ortaya koyacakları mücadele kapasitesine bağlıdır.
Eğitim-Sen 4 Nolu Şubesinin
işyeri temsilcileri toplantısından izlenimler
Eğitim-Sen İstanbul 4 Nolu Şubede, 1 Aralık iş bırakma eyleminin değerlendirmesi ve bundan sonraki süreçte neler yapılması gerektiği tartışıldı. Toplantıya, 30a yakın işyeri temsilcisi ve üyeler katıldı. Toplantının başında F tipi cezaevlerine karşı yapılan eylemlere katılınması gerektiği vurgulandı. Sonrasında şube yönetiminin 1 Aralık eylemine katılıma ilişkin derlediği sayısal dökümler okundu. 1 Aralık eylemine işçilerden ziyade KESK üyesi kamu emekçilerinin, özellikle de Eğitim-Senlilerin katılımın yoğun olduğu açıklandı. Bunda da bölgedeki okullara yapılan işyeri gezilerinin ve kullanılan çağrı materyallerinin etkili olduğu belirtildi.
Yönetim adına yapılan konuşmalarda, 1 Aralık eyleminin, KESKin son dönemde yapmış olduğu diğer eylemlere göre en kitlesel katılım sağlanan eylem olduğu, emek cephesinden bakıldığında da bunun bir dönüm noktası anlamına geldiği belirtildi.
Yönetimin yaptığı değerlendirmelerden sonra, üyelerden, 1 Aralık eylemini değerlendirmeleri ve sonrası için öneriler getirmeleri istendi. Üyeler de iş bırakma eyleminin kendi işyerlerine nasıl yansıdığını ve yaşanan sorunları aktardılar. Yanısıra, bundan sonraki eylemlerin 1 Aralıktan daha geriye düşmeyecek bir biçimde olması gerektiği üyelerce dile getirildi. Ve bu çerçevede genel grev yapılması üzerinde tartışıldı.
Söz alan bazı konuşmacılar, eylemi Emek Platformunun düzenlemesinin katılımı arttıran bir etkisi olduğunu belirttiler. Emek cephesinin farklı kesimlerinin katılımı, işçi ve memurların aynı eylemde bir arada olması ve KESKin önceki sönük eylemlerine nazaran daha yaptırımcı, hak almaya dönük bir eylem olmasının 1 Aralıkı önemli kıldığına dikkat çektiler. Konuşan üyeler genel grev fikrine çoğunlukla sıcak bakıyorlardı.
Kendi işyerlerinde başka arkadaşlarının da böyle düşündüğünü, daha ileri eylem biçimlerinin artık bir zorunluluk olduğunu söyleyenler oldu. Bununla birlikte bir genel grev gerçekleştirmenin zorluklarına değinen ve bunun henüz zamanının olmadığını söyleyen konuşmacılar da oldu. Bunlar, 1 Aralıktan dolayı açılacak idari soruşturmaların daha öncelikli olarak gündeme alınması gerektiğine değindiler.
Söz alan başka bazı üyeler ise, önümüzdeki döneme ilişkin eylem önerilerinin önceki eylemlere göre daha geniş talepleri (ekonomik-siyasal-sosyal) içermesinin zorunlu olduğunu ve bunun KESK merkezinden karar olarak çıkartılması gerektiğini vurguladılar. Aksi halde şu anda iş bırakma eylemiyle dirilen işçi-emekçi hareketinin geriye düşmesinin hesabının verilemeyeceğini, fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini dile getirdiler. Söyledikleri bir başka şey de, KESKin ve Emek Platformunun zaman kaybetmeden bu yönde bir karar alması ve kitleleri hazırlama açısından bunun çalışmasının yapılması gerektiğiydi.
Toplantıdan çıkan izlenim, ekonomik, sosyal, siyasal haklara en yoğun saldırıların olduğu, yani bıçağın kemiğe dayandığı şu süreçte, 1 Aralık uyarı eyleminden sonra kamu emekçilerinin daha ileri eylem biçimlerini ve bu arada genel grevi gündemlerine alma eğiliminde olduğuydu.
İstanbuldan Kızıl Bayrak okuru bir eğitim emekçisi
|