ARSIVANA SAYFA
 
2 Aralık '00
SAYI: 45
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Devrimci tutsaklara kitle desteği, emekçi kitlelere devrimci direniş ruhu
“Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz!”
“Zaferi biz kazanacağız!”
“Eylemlerimizi daha da yükseltmeliyiz!”
Ölüm Orucu’nun direniş ruhu miting alanına taşındı
İşçi ve emekçiler olarak devrimci tutsakları hücrelere attırmayacağız!
Devrimci tutsakları öldürtme sahip çık
F tipi cezaevleri kabul edilemez
Kamu bankalarının yağma ve tasfiyesi
TEKEL işçisi eylemde!
TEKEL’in özelleştirilmesine karşı barikat örelim!
“Zafer direnen emekçinin olacak!”
Zindandan mektup var
Sınıf çalışmasının güncel sorunları
Birleşik Metal-İş 15. Genel Kurulu
Sendikal tıkanıklık soyut çağrılarla değil, somut adımlarla aşılabilir
Teslimiyet platformunun samimiyet sınavı
Partili kimliği özümsemeli, partiyle daha üst düzeyde bütünleşmeliyiz
Bölge halklarına karşı saldırı üssü olmayı reddedelim!
Kıbrıs sorununu Kıbrıs halkları çözebilir
Arjantin’de İMF paketine karşı 36 saatlik genel grev
Kavgayı her alanda büyütelim!
Hücrelere geçit vermeyeceğiz!
“Kırılacağız ama bükülmeyeceğiz!”
Ulucanlar’da SAG’dan Ölüm Orucu’na geçiş etkinliği
Haberimiz var!
Mücadele Postası
 



 
 
Haberimiz var!..


H. Eker


27 Kasım Pazartesi günü Milliyet gazetesinde Yılmaz Çetiner’in "Haberiniz Var mı?" adlı köşesinde bir yazı yayımlandı. Yazı "Partilerin çıkar hesapları bitmeli" başlığı ile başlıyor, kısa bir Osmanlı tarihi hatırlatıyor. Batılıların dost görünüp sırt çevirmelerinden bahsediliyor. Oradan 1950’li yıllardan sonra TC’nin NATO’ya nasıl alındığına geçiliyor. Papa’nın Türklerin, yani müslümanların AB’ye girmemesi için yaptıkları sıralanıyor. Çalkantı dönemlerinde dostun düşmanın ortaya çıktığı vurgulanıyor vb.

Yazının ikinci bölümü ise "Sorunlar ortasındaki Türkiye" başlığı ile başlıyor. Burada da TC’nin NATO’nun en büyük vurucu gücü olduğu söyleniyor. Ama ne o? Bir de bakıyorsunuz, aralarında bir başka tür askeri antlaşmaya hazırlanıyorlar! Türkiye ise bunun dışında. Niye, diye soruyor yazar ve ardından kendisi yanıtlıyor. Ege sorunu, Orta Asya sorunu, Balkanlar sorunu vb.

Yazar nihayet, “Türkiye’nin kanayan yarası”, “devletin bir türlü hakim olmayı başaramadığı” hapishaneler sorununa geliyor. Söze önce yukarıda bahsettiklerimizi yazmak içimden geldi diyor ve devletin hapishanelerde asayişi sağlamaya gücü yetmiyormuş diyor. Anlaşılan MGK’nın son yaptığı uyarı ya da tehdit, Yılmaz Çetiner adlı satılık kalemşöre de ulaşmış. Yazı şöyle devam ediyor:

"800 kişi çıkmış; terör yasaları kaldırılsın, F tipi hapishaneler yapılmasın, şu olsun bu olsun diye kıyameti koparıyor! Yahu, F tipi demek uygar bir yöntem, tek kişi, iki kişi, dört kişi yatacak cezasını çekecek. Zaten bunları Fikret Bila tüm dünyaya gösterdi. Otel gibi odalar. Hayııır istemezük! 40-50 kişi bir arada eğitim isterük!"

İşte uşaklığın, alçaklığın böylesi! Evet 800 kişi çıktı, kıyametleri koparıyor; TMY’nı da kaldıracaklar, F tipi hücreleri de kapattıracaklar... Sen uşaklık yapmaya devam et. Yılmaz Çetiner aman uşaklığında kusur etme, yoksa efendilerine nasıl hesap verirsin.

Anlaşılan Fikret Bila’ya özeniyorsun. Senden daha uşakça davrandığı için mi? Devletin gücünün yetmediğini söylediğin cezaevlerinde devletin yaptığı işkencelerden, katliamlardan haberin yok mu? 800 kişinin kıyameti kopardığını bildiğine göre katliamları da biliyorsundur herhalde. Uygarlık diye topluma sunduğun F tipleri Avrupa’da ve tüm dünyada sessiz imha, kansız ölüm, beyaz ölüm diye adlandırılıyor. 10 yıl hücrede bırakılan Alman bir tutsağın konuşmayı unuttuğundan haberin var mı? Kartal F Tipi Cezaevi’nde gardiyanların 18 yaşındaki bir gence tecavüz ettiğinden HABERİN VAR MI? Hizmetçisi olduğun faşist sermaye devleti Ümraniye’de, Buca’da, Diyarbakır’da onlarca devrimciyi katletti. Ulucanlar’da Nazileri kıskandırırcasına neşterlerle insanları doğradı, asitle yaktı, makineli tüfeklerle taradı, itfaiye köpüğü ile, gaz bombası ile devrimci tutsakları katliamdan geçirdi. Katletmeyi başaramadıklarını mahkemelerinde yargılıyor. Daha sayalım mı, yoksa bunların tümünden zaten HABERİN VAR MI? Bunların hepsi niye? Tutsakların inançlarından soyunmasını istiyorsunuz, ihanetçi olup teslim olmasını istiyorsunuz değil mi? Ama senin efendilerin yaptıkları her saldırılarında yanıtlarını aldılar. Bugün kıyametleri koparıyorlar dediklerin teslimiyettense ölümü seçtiler. "Otel gibi odalar. Hayııır istemezük!" gibi kendin kadar aşşağılık ve iğrenç cümleler kullanarak o kuşunkinden bile geri beyninle alay ediyorsun.

Sen ve senin gibi sefil yaratıklar ömrününde insanlık nedir diye hiç düşünmediniz. Düşünmüş olsanız bile anlaşılan insanlığın ne olduğunu anlamamışsınız. Sizler anlayamazsınız da. Hücrelere karşı çıkan sadece cezaevlerindeki 800 kişi mi sanıyorsun? Sokaktaki anaları babaları, senin gibilerine benzemeyen köşe yazarlarını da mı göremiyorsun? Adli tutsakların yakınları bile hücrelere karşı açlık grevine girdi, sen hala bir şey bilmez anlamaz görünüyorsun. Kara çalıyorsun, devrimci tutsakları aşağılık bir tavırla küçümsüyorsun da, 40. gününe gelen Ölüm Orucu’ndan bahsetmiyorsun. Bu suskunluk fesadı niye? Tereddütsüz ölüme gidenlerin direnişi senin gibi satılmışları çok mu korkutuyor?

En az tutsakları hücrelere sokmaya çalışan efendilerin kadar suçlusun, insanları aldatıyor, kandırıyorsun. Dökülen her damla kanda senin elin olacak, işlenen insanlık suçuna ortak oluyorsun, HABERİN VAR MI? Tabii ki var! O aşağıladığın 800 kişinin görkemli direnişi önünde günü gelecek eğilecek, diz çökeceksin. Anlaşılan devrimcilerin iradeleri hakkında bir fikriniz yoksa, 4 yıl öncesini unuttuysanız, yeniden öğreneceksiniz, hepiniz öğreneceksiniz. Ne suskunluk fesadınız, ne kara çalmalarınız, ne iftiralarınız kazanılacak zaferi engelleyemeyecek. Sonuçta ipi göğüsleyecek olan biz olacağız, biz kazanacağız!





Bugün kahvaltıda bir an durun...


Aydın Engin


Dipnotsuz bir Tırmık okuyacaksınız. Dipnotsuz, çünkü dipnotun kendisini bir kez daha Tırmık yaptım.

Bununla da kalmadım, belki de yoğun ve yorucu bir haftanın tek ödülünü berbat etmek; pazar sabahı karınızla, kocanızla, çoluk çocuğunuzla, belki bir iki yakın arkadaşınızla yapacağınız keyifli bir kahvaltıda, lokmaları boğazınıza dizmek gibi niyetlerim de var.

Şimdi başlığı bir kez daha okuyun: ''Kahvaltıda Bir An Durun!''

Biliyor musunuz, şu anda zeytini, beyaz peyniri, nar gibi kızarmış ekmeği, balı, reçeli eksik; çayı biraz imamın aptes suyunu andırsa da bir kahvaltı yapabilecekken ''yapmayan birileri'' var.

Kim mi ?

Adı mı?

Yapmayın n'olur. Önümdeki şu koca mektup yığınından, her birinin üstünde ''görülmüştür'' damgası bulunan, çoğunun içindeki okunamayacak kadar karalanmış mektup yığınından rasgele seçip söylesem ne değişecek?

Adı: Günay Öğrener. Uşak Cezaevi'nde yatar. Başka bilgim yok. Gencecik bir kız mı, yıpranmış, orta yaşa yol almakta bir kadın mı? Neleri sever, ne okur, hangi müziği yeğler ve... Ve kahvaltıda en çok neyi sever?

Bilmiyorum.

Bildiğim, Uşak Cezaevi siyasal kadın mahpuslar koğuşunda yatar.

Bir bildiğim daha var: Bu sabah kahvaltı yapmıyor.

Adı: Mesut Koca. Aydın mapushanesinde yatar. Başka bildiğim yok. Ama bu sabah kahvaltı yapmadığını iyi biliyorum.

Adı: Mustafa Tosun. Mektupları satır satır karalananlardandır. Hangi mapushanede yattığını bile zor buldum. Çok eski bir mektubunu ''iyi karalamamışlar''. Bir başka yere aktarmadılarsa Bayrampaşa mapusanesinde volta atar ve biliyorum, o da bugün kahvaltı yapmaz.

Funda Davran'ı mı sordunuz? Bildiğim Uşak Cezaevi kadınlar koğuşunda sabahları serçe cıvıltıları ile avunanlardan biri. Bir de duyarlı, sapsade ve tertemiz bir Türkçe ile mektup yazdığı. Bir de... Bir de bu sabah kahvaltı yapmadığı...

Barış' ı mı soruyorsunuz, Barış Yıldırım'ı mı? Şu ''tükenmeyen anne''nin, Ayşe Yıldırım 'ın oğlu, şu Ümit Kanlı'nın arkadaşı Barış mı? Hani şu şiirler yazan, hani ''Aydın Abi...'' diye başlayan mektuplarında haklı bir öfke ile taşkın bir insan sevgisini yarıştıran Barış'ı yani!

Ah, evet! Tahmin ettiğiniz gibi, o da bugün kahvaltı yapmıyor...

Tıpkı Gülcan Öztürk gibi, tıpkı (Durun, satırları karalarken adını da karalamışlar. Neyse, söktüm:) Aysu Baykal gibi, tıpkı Hacı Anıl gibi...


***

Bu çocuklar terörist mi?

Bilmiyorum?

Ellerini kana bulamışlar mı; terörü siyasal mücadele yöntemi olarak benimsemiş -bence kesinlikle- sapkın bir siyasal ideoloji doğrultusunda hangi eylemlere katılmışlar?

Bilmiyorum.

Yoksa bazılarının bedenleri işkence tezgâhlarında ölümüne sakatlanıp ''törörist'' mi imal edilmiş? ''Manisalı çocuklar'' salt Manisa'da mıydı?

Bilmiyorum ve beni ilgilendirmiyor.

Suç işledilerse diyetini ödüyorlar. Diyeti yasada yazılı. Yasada açık seçik yazılı: Şu kadar yıl hapis!..

Ama dikkat!

Yasa bunu yazdıktan sonra ''Ayrıca bir sabah alacasında Ulucanlar'da öldürülmelerine; bir akşam vakti Burdur'da kollarının iş makinesi ile koparılmasına; Bergama'da üstlerine zehirli gaz püskürtülmesine; Buca'da, Bursa'da, Çankırı'da, Çanakkale'de, Bayrampaşa'da, Ceyhan'da, Gebze'de tahrip edilmiş bedenlerinin hekimlerce sağaltılmasına olanak tanınmamasına...'' diye eklemiyor.

Öyleyse ''ekleyen'' kim ve niye ve ne hakla?


***

Bir an durdunuz ya kahvaltıda, işte o kısacık anda, o göz açıp kapamacasına geçen zaman dilimciliğinde sorun:

Bir insan niye ölüme yatar?

Yanıtınız var mı ?

(Cumhuriyet, 26 Kasım 2000)