Sizleri, hemen yanıbaşınızda bulunan Bartın Hapishanesindeki komünist tutsaklar olarak selamlıyoruz.
20 Ekim 2000 tarihinde başlattığımız Süresiz Açlık Grevi eylemimizi, 20 Kasım 2000 tarihinden itibaren Ölüm Orucuna çevirmiş bulunuyoruz.
Devrimci ve komünist tutsaklar niçin ölümüne bir direnişe giriyorlar, ne istiyorlar peki? Bize niye sesleniyorlar, bizden ne istiyorlar? diye sorabilirsiniz.
Bizler; sermaye devletinin trilyonlar harcayarak inşa ettiği F tipi cezaevleri denen hücrelerin kapatılması; tutsaklara yönelik hak gaspları ve saldırıların son bulması; şimdiye kadar zindanlarda katledilen arkadaşlarımızın katillerinin yargılanması; saldırılarda ağır yaralanan ve ölümcül hastalığa yakalanan tutsakların derhal serbest bırakılması için bedenlerimizi ölüme yatırıyoruz.
Bizler; hak arama mücadelesi yürüten tüm emekçiler için bir giyotin gibi çalışan DGMlerin kapatılması, verdiği cezaların iptal edilmesi; 3713 sayılı TMYnin iptal edilmesi; işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesinin önündeki tüm anti-demokratik yasal engellerin kaldırılması için bedenlerimizi ölüme yatırıyoruz.
Bu ülkede yaşayan, vicdanını yitirmemiş, insanlık değerlerinden nasibini almış herkes gibi sizler de, hapishane koşulları dahil, bu ülkenin gerçeklerini, sorunlarını az çok biliyorsunuz. Bilmekle de kalmıyor, çoğunuz bu sorunları bir şekilde yaşıyorsunuz. Hiç sorunu olmadığını söyleyenlere ise yalnızca bir çift sözümüz olabilir. Sorunun bir parçası değilseniz bile, çözümün bir parçasısınız. Sorun ne peki? Çözüm ne?
Devlete göre bu ülkenin ciddi bir sorunu yoktur. Bazı engeller ve sorunlar varsa da, bunlar bazı kesimlerin, sermayenin iktidarına, devlete tam anlamıyla tabi olmaması, aşırı bir takım istemlerde bulunmasıdır. Sorun onlara göre devleti bölüp parçalamaya çalışan iç ve dış mihraklardır, devletin itibarını ve olanaklarını şahsi çıkarları için kullanan birkaç kendini bilmezdir. Daha özelde ise sorun, devletin cezaevlerinde hakimiyet kuramamasıdır.
Onların öngördüğü çözüm nedir peki? İMF reçetelerini açlık ve sefaletin koyulaşması pahasına milim şaşmadan uygulamaktır. Emperyalistler ve onların işbirlikçisi Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar ne diyorsa harfiyen yerine getirmektir. Sermaye devletinin her yerde tam hakimiyet kurmasıdır. Yani, daha çok cop, daha çok F tipi cezaevleri ve devrimci tutsakların hücrelere konulmasıdır. Tüm demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, emekçilere daha az ücret, sermayeye semirmesi için daha çok kredi, daha çok hortumlanacak bankadır.
Bize göre ise sorun, emeğiyle geçinen işçi ve emekçiler için ülkenin bir hapishane haline getirilmesidir. En temel hak ve özgürlüklerden, insanca yaşam koşullarından yoksunluktur. Emperyalist tekellere ve yerli işbirlikçilerine ülkenin zenginliklerinin peşkeş çekilmesi, emeğin ürettiği bütün değerlerin ve doğanın sınırsızca talan edilmesidir. 13 milyon işçi ve emekçi açlık sınırının, 55 milyon işçi ve emekçi ise yoksulluk sınırının altında bir ücretle yaşamaya mahkum edildiğini devletin resmi istatistikleri ortaya koyuyor. Bu ülkede alınterimizden gaspedilerek oluşturulan bütçeden kaçakçıya, yolsuza, hırsıza, rantiyeciye, patronlara kaynak aktarılıp, kasaları doldurulurken, bize daha alır almaz biten maaşla, binbir sıkıntı ve yoksunlukla yaşamak düşüyor. Esas sorun budur.
Siz hiç işadamlarının, herbiri bir köşeyi tutmuş düzen partilerinin kendi sorunlarını konuşup tartışmak için biraraya gelmelerinin engellendiğini, bunun için coplanıp gözaltına alındıklarını gördünüz mü? Siz hiç yolsuzluk yapanların, hırsızların, dolandırıcıların, banka hortumlayanların, devlet adına cinayet işleyen çeteci katillerin yargılanıp cezalandırıldığını ya da aldıkları cezayı tam yattıklarını gördünüz mü? Ama çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek üzere eylemlere girişen işçilerin ve kamu emekçilerinin; çocuklarına sahip çıktıkları için tutsak yakınlarının; köyünü zehirli altından daha çok sevip değer verdiği için yollara dökülen Bergamalıların, Akkuyu köylülerinin; parasız, bilimsel eğitim, özerk-demokratik üniversite talebiyle alanlara çıkan öğrencilerin başına ne geldiğini görmek için akşam herhangi bir TV kanalını izlemek yeter. İşte sorunlar bunlardır ve bu tabloyu yaratan sermaye iktidarıdır.
Devrimci tutsaklar olarak bu sorunların köklü çözümü için mücadele ederken, işkencelerden geçiriliyor, zindanlara atılıyor, ağır cezalara çarptırılıyoruz. Yetmiyor, her türlü saldırıya maruz kalıyor, katlediliyoruz. Yetmiyor, devrimci kimliğimizden, ideallerimizden ve insanlığımızdan soyundurulup teslim alınmak için hücrelere atılmak isteniyoruz. Teslim alınmak, ezilmek, hücrelerde tecrit ve baskı altına alınarak çürütülmek istenen, bizim bedenlerimiz, düşüncelerimiz ve direnişimiz şahsında siz işçi sınıfı ve emekçilerin, ilericilerin haklı kavgasıdır, geleceğidir.
Devrimci tutsaklar olarak kendimiz için kişisel olan hiçbir şey istemediğimizi; işçi sınıfı ve emekçiler için, özgürlük ve insanca bir yaşam için mücadele ettiğimizi hep söylüyoruz. Bu uğurda yeri geldiğinde hiçbir bedel ödemekten geri durmuyoruz. Bunun için bedenlerimizi ölüme yatırıyoruz. Şimdi, bizi terörist, bölücü, vatan hainleri diye suçlayanlar, davamıza ve ideallerimize olan bağlılığımızdan korktukları için, her seferinde kararlılığımızı gördükleri için, yalan ve demagojiye dayalı kirli bir kampanya yürütüyorlar. Cezaevlerinde devletin hakimiyeti yok dedirtmek için elikanlı katilleri eliyle provokasyonlar örgütlüyorlar. Kirli af oyunuyla bir yandan çetelerini, banka soyguncusu hırsızlarını aklarken, öte yandan kurt puslu havayı sever misali, direnişimizin taleplerini çarpıtmaya çalışıyorlar, binbir yol ve yöntemle direnişimizi boğmaya çalışıyorlar.
Ama başaramayacaklar. Her zaman olduğu gibi şimdi de bedenlerimizi saldırılara siper ediyoruz. Ölüme yatırdığımız bedenlerimizle hücre hücre zaferi kazanacağız. Bedelse bedel, cansa can! Öleceğiz ama asla teslim olmayacağız!
Bize ölümü ve katliamı dayatanların işçi ve emekçilere karşı daha büyük bir saldırı yürüttüğünü, daha ağır bedeller ödediğinizi hatırlatmak istiyoruz. 1992de Kozluda diri diri ocağa gömülen 293 işçinin, kısa bir süre önce Mengende, Gelikte zehirlenen madencilerin katili kimdir? Katliam gibi depremde ölen 40 bin insanı kim unutabilir?
Tüm emekçiler gibi Zonguldak işçi ve emekçilerinin yaşamı da acılarla yoğrulmuştur. Zonguldak halkı da ekmek kavgası içinde binlerce evladını iş cinayetlerine kurban vermiştir. Zonguldak kömür ocaklarının her karışı, maden işçilerinin teri ve kanıyla sulanmıştır. Zonguldak işçi ve emekçileri yalnızca kurban vermemiş, yalnızca yas tutmamıştır. 1965 madenci direnişinde olduğu gibi, iş kazaları, sefalet kader değil deyip düzenin karşısına dikilmiştir. İki yiğit işçi eylemler sırasında katledilmiştir. Günü gelmiş, 91 madenci direnişinde işçisiyle, esnafıyla, kamu emekçisi ve genci ile sel olup Mengene akmıştır. Günü gelmiş, kamu emekçilerinin Zonguldaktaki çalışkan temsilcisi Ahmet Savran olup, Ankara Ulucanlar direnişinin en yiğit savaşçılarından biri olmuştur.
Zonguldak ve Bartının işçi ve emekçilerine, ilerici-demokrat kamuoyuna çağrımız, yalnızca yanıbaşlarında yükseltilen direnişe kulak vermeleri, duyarlı olmaları değil, en aktif desteği sunmaları, direnişe sahip çıkmalarıdır. Sizlere çağrımız, kendiniz için, kendi geleceğiniz için mücadeleyi yükseltmenizdir. Sizlere çağrımız, hücre hücre ölüme yürüyenlerin, teslimiyete, onursuzluğa, zulme, sefalete ve sömürüye karşı dört duvar arasından yükselttiği bayrak altında mücadelemizi birleştirmektir. Bu, bir vicdan ve duyarlılık meselesi değildir; bu, sınıfın davası, gelecek kavgası sorunudur. Tüm haklarımızı söke söke almanın tek yoludur bu. Bu bayrağı Zonguldakta, Bartında dalgalandırmak hepimizin görevidir. Biz hiçbir zaman bedel ödemekten kaçınmadık, kaçınmayacağız. Siz, yarın çok geç olmadan, davanıza sahip çıkacak mısınız?
Hepinizi, direnişin sıcaklığı, kazanacağımıza olan inancımızla selamlıyoruz.