Kamu bankalarının yağma ve tasfiyesi...
Özelleştirme saldırısında yeni bir adım
Üç kamu bankasının özelleştirilmesine olanak tanıyan Kamu Bankaları Kanunu, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Buna göre Ziraat Bankası, Emlak Bankası ve Halkbank üç yıl içinde yeniden yapılandırılacak ve yerli-yabancı şirketlere satılacak. Böylelikle sermaye devleti özelleştirme saldırısını genişlettiğini bir kez daha gösterdi. Öte yandan işçi ve emekçilerin birikimlerinin talanı üzerinden işleyecek yeni bir soygun sürecinin önü açılmış oldu.
Kamu Bankaları Kanununun çıkartılması, İMF ve Dünya Bankasının dayattığı yapısal programın temel parçalarından biriydi. Nitekim Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ajay Chibber, hükümetin bu adımını, Kamu Bankaları Kanununun çıkması yapısal program için atılmış çok önemli bir adım. Biz hükümetin gösterdiği çabaları tamamıyla destekliyoruz. Bunlar, hükümetin programı yürütme konusundaki güçlü kararlılığını gösteriyor, sözleriyle karşıladı. Ek olarak, enerji ve telekomünikasyon özelleştirmelerinde de aynı kararlılığı beklediklerini belirtti.
Bunlar özelleştirilen ilk bankalar değil. Daha önce de Sümerbank ve Etibank aynı yöntemle sermayeye peşkeş çekilmişti. Herkesin bildiği gibi bu bankalardan Sümerbank, satın alan sermaye grubu tarafından içi boşaltılarak, yaygın kullanılan bir deyimle hortumlanarak batırıldı. Geçtiğimiz aylarda da devlet bu bankaya yeniden el koydu. Etibankın da aynı akıbetle karşılaşmasının an meselesi olduğu biliniyor.
Daha önce özelleştirilenler de içinde toplam 8 bankaya devlet tarafından el konulmasının üzerinden pek az bir zaman geçti. İşçi ve emekçilerin bankaların kurtarılması üzerinden hükümete duyduğu tepki hala dinmiş değil. İşçi ve emekçilerin her eyleminde bu konu dile getiriliyor. Buna rağmen hükümetin tepkileri kulak ardı ederek yeni kamu bankalarını özelleştirmeye girişmesi, İMF ve Dünya Bankasının bu konuda ne kadar ısrarlı olduklarını gösteriyor.
Emperyalist kurumlar ve Türkiye burjuvazisi için yeni banka özelleştirmeleri iki bakımdan önemli. Sırayla bunlara göz atalım.
Banka özelleştirmeleri bir vurgun
ve soygun kaynağıdır
Kamu bankalarının özelleştirilmesi demek, herşeyden önce, onlarca yıldır işçi ve emekçilerin ezilip sömürülmesiyle sağlanmış ve devletin elinde birikmiş mali kaynakların sermayeye aktarılması demektir. Neredeyse karşılıksız olarak onlara peşkeş çekilmesidir.
Kamu bankaları devletin elindeyken de temel işlevleri aslında buydu. Ezilip sömürülen toplum kesimlerinden sermayeye kaynak aktarmanın temel mekanizmalarından birisi de bankalardı. Önceki dönemlerde, gelişme düzeyiyle de bağlantılı olarak, böylesi sermayenin daha çok işine geliyordu. Fakat özellikle son 20 yıldır, Türkiye burjuvazisi sermaye birikimi bakımından daha da güçlenmiştir. Yanısıra sanayi yerine finansal sektöre yatırım yapmak; faiz, rant ve vurgun yoluyla sermaye biriktirmek bu dönemde daha da öne çıkmıştır.
Buradan da anlaşılacağı gibi, banka satın alıp içini boşaltmak ve sonra da ortaya çıkan zararı Merkez Bankasının yani devletin sırtına yüklemek, sermayeye kolay kaynak aktarmanın yöntemlerinden biridir. Belirtmeye bile gerek yok aslında. Kaynak aktarımı devlet aracılığıyla işçi ve emekçilerin cebinden yapılmaktadır. Çünkü devletin kasasını sürekli dolduranlar, başka birileri değil işçi ve emekçi yığınlardır.
Kamu emekçilerine %10luk maaş artışını reva gören, işçilere toplusözleşmelerde sıfır zam dayatan, asgari ücreti sefalet sınırlarının altında tutan, tüm sosyal hakları tırpanlayan devlet, bunu, İMF ve Dünya Bankasından alınacak 5-6 milyar dolar krediye Türkiye ekonomisinin ihtiyaç duymasıyla açıklıyor. Fakat öte yandan sermaye gruplarının batırıp devletin üzerine yıktığı bankaların zararlarını karşılamak için 10 milyar dolar civarında kaynak ayırıyor. Sadece bu bile işçi ve emekçilerin cebinden sermayeye nasıl kaynak aktarıldığını yeterli açıklıkta gösteriyor.
Yeri gelmişken bir kez daha vurgulayalım. Bankaların içini boşaltanlara karşı bugünlerde sürdürülen polisiye operasyonların hiçbir ciddiyeti yoktur. Operasyonlar, yağma ve soygunu işin kurallarına uymadan çok kaba bir şekilde yapan, dolayısıyla sistemin gerçek yüzünün teşhirine yol açanları uyarmayı; onları oyunu kurallarına göre oynamaya çağırmayı da amaçlıyor şüphesiz. Fakat büyük şamatalarla yürütülen bu operasyonların asıl amacı, toplumda devlete ve bankalara duyulan ve giderek derinleşen güvensizliği kırmaktır. Yolsuzlukların üzerine devlet tarafından kararlılıkla gidiliyormuş görüntüsü yaratılarak, yeni yağma ve soygunların yolu düzlenmek isteniyor.
Banka özelleştirmeleri
emperyalist yıkım politikalarının temel bir parçasıdır
Gündemde hortumlamalar ve batık bankaların kurtarılması olduğu için, yeni özelleştirmeler de daha çok bunun üzerinden algılanıyor. Yukarda değindiğimiz gibi, bunun bir karşılığı da var. Fakat banka özelleştirmelerinin sermaye açısından önemi sadece buradan gelmiyor. Özellikle uluslararası sermaye meseleye çok daha uzun vadeli hedefleri çerçevesinde yaklaşıyor. Dünya Bankası ve İMFnin özelleştirmeler konusundaki ısrarının gerisinde de asıl olarak bu uzun vadeli planlar yatıyor.
Emperyalistlerce dayatılan yapısal uyum programının bütününe ve özelleştirilmek üzere seçilen bankaların niteliğine bakıldığında, burjuvazinin esas derdinin ne olduğunu görmek mümkündür. Şu anda hükümetçe uygulanan İMF patentli yapısal uyum programının tek gerçek hedefi, ülkeyi dizginsiz bir yağma ve sömürüye açmak, uluslararası ve yerli sermayenin kâr hırsı önündeki tüm engelleri kaldırmaktır. Özelleştirmelerin, sosyal hak gasplarının, ücretlerin aşağı çekilmesinin, tarımsal yıkım politikalarının, işçi ve emekçileri örgütsüzleştirme çabalarının, onlar üzerinde estirilen baskı ve terörün tek temel hedefi budur.
Örneğin Ziraat Bankası, Türkiyedeki tarımsal üretimin gerek duyduğu finansal desteğin sağlanması gibi bir işleve sahiptir. Bankanın küçük ve orta köylülüğe kayda değer bir kredi desteği vermediği doğrudur. Fakat öte yandan, destekleme alımları, girdi temini gibi kırdaki üretici yığınları ilgilendiren birçok ekonomik faaliyetin bu bankanın kaynakları sayesinde yürütüldüğü de gerçektir. Dolayısıyla, Ziraat Bankasının özelleştirilmesinin tarımsal yıkım programının bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Tarımı köklü bir yıkıma uğratmak için, beslendiği tüm kaynaklar tasfiye edilmektedir.
Benzer şeyleri, küçük ve orta ölçekli işletmeleri, esnaf ve sanatkarları, yanısıra yerel yönetimleri destekleme işlevine sahip Halk Bankası ve toplumdaki ucuz konut ihtiyacını karşılaması için kurulmuş Emlak Bankası için de söyleyebiliriz.
Saldırıya karşı birleşik-militan
mücadele zorunluluğu
Bu nedenle banka özelleştirmelerini, sermayenin işçi ve emekçilere dönük genel saldırısının dışında görmemek gerekiyor. Bankaların sermayeye peşkeş çekilmesi hem işçi ve emekçilerin cebindeki üç beş kuruşun sermayeye aktarılması için gündemdedir, hem de ülkenin uluslararası tekellerin dizginsiz yağma ve sömürüsüne açılması için. Bankalarda çalışan binlerce emekçinin karşı karşıya kalacağı işten atılmalar ve hak kayıpları, özelleştirmelerin bir diğer sonucu olacaktır.
Öyleyse işçi ve emekçiler, İMF patentli saldırılara karşı mücadelelerini kamu bankalarının talan ve tasfiyesine karşı direnişi de kapsayacak biçimde örmelidirler. Enerjide, TELEKOMda ve diğer alanlarda özelleştirme saldırısının önüne geçmek istiyorsak, tarımda yıkıma karşı barikat kurmamız gerekiyorsa, hak gasplarının, soygunun, sömürünün son bulması için direneceksek saldırılara karşı mücadelenin talepleri arasına kamu bankalarının özelleştirilmesine, vurgun ve talana hayır şiarını eklemeli, banka emekçilerini birleşik mücadelenin bir parçası haline getirmek için çaba harcamalıyız.
Saldırıları bir bütün olarak püskürtmek için birleşik-militan bir mücadele hattı örmekten başka bir seçenek yoktur.
|