ARSIVANA SAYFA
 
2 Aralık '00
SAYI: 45
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Devrimci tutsaklara kitle desteği, emekçi kitlelere devrimci direniş ruhu
“Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz!”
“Zaferi biz kazanacağız!”
“Eylemlerimizi daha da yükseltmeliyiz!”
Ölüm Orucu’nun direniş ruhu miting alanına taşındı
İşçi ve emekçiler olarak devrimci tutsakları hücrelere attırmayacağız!
Devrimci tutsakları öldürtme sahip çık
F tipi cezaevleri kabul edilemez
Kamu bankalarının yağma ve tasfiyesi
TEKEL işçisi eylemde!
TEKEL’in özelleştirilmesine karşı barikat örelim!
“Zafer direnen emekçinin olacak!”
Zindandan mektup var
Sınıf çalışmasının güncel sorunları
Birleşik Metal-İş 15. Genel Kurulu
Sendikal tıkanıklık soyut çağrılarla değil, somut adımlarla aşılabilir
Teslimiyet platformunun samimiyet sınavı
Partili kimliği özümsemeli, partiyle daha üst düzeyde bütünleşmeliyiz
Bölge halklarına karşı saldırı üssü olmayı reddedelim!
Kıbrıs sorununu Kıbrıs halkları çözebilir
Arjantin’de İMF paketine karşı 36 saatlik genel grev
Kavgayı her alanda büyütelim!
Hücrelere geçit vermeyeceğiz!
“Kırılacağız ama bükülmeyeceğiz!”
Ulucanlar’da SAG’dan Ölüm Orucu’na geçiş etkinliği
Haberimiz var!
Mücadele Postası
 



 
 
Emperyalist hegemonya savaşı, “kriz bölgeleri” ve Türkiye...

Bölge halklarına karşı saldırı üssü olmayı reddedelim!


Bir yıldır devam eden Türk-Yunan sermayelerinin “dostluk” gösterilerine, NATO Askeri Toplantıları’nın 39.’sunun geçtiğimiz aylarda Yunanistan ve Türkiye’de yapılmasıyla bir yenisi eklendi. Bu toplantıların geçtiğimiz yıl Yunanistan ve Türkiye’de yapılması planlanmış, ancak depremler nedeniyle bir yıl ertelenmişti. Demek oluyor ki, Türk-Yunan “dostluğu” depremlerle değil, tümüyle emperyalistlerin ve iki ülke burjuvazisinin çıkarlarıyla ilintilidir. Depremler olmasaydı, bu toplantılar vesile olacaktı “dostluk” seremonilerine.

Türk ve Yunan burjuvazisinin “dostluğu” kirli bir dostluktur. Çünkü tümüyle sömürü ve soygunu koşullayan, emperyalist talanın yolunu düzleyen bir çıkar ortaklığıdır. Dostluk adımının ilk olarak NATO gibi askeri bir güç çerçevesinde atılmasının planlanması çarpıcıdır. Bu, NATO’nun (başta ABD olmak üzere emperyalistlerin) yeni konseptinden bağımsız ele alınamaz. NATO gerçekte emperyalist saldırganlığın askeri gücü olarak kurulmuş olsa da, kağıt üzerinde “savunma” konsepti savunuluyordu. Neye karşı? Avrupa’yı sarmaya başlayan komünizm “hayaleti”ne karşı. Revizyonist kampın çöküşü üzerine, NATO’nun “savunma” çerçevesinde varlığı gereksiz hale geldi. Ama bu kez NATO saldırı gücü olarak emperyalistlerin elinde önem kazanmaya başladı ve geçtiğimiz yıl 50. kuruluş yıldönümü toplantılarında yeni konsept buna göre belirlendi. Kriz bölgelerine (Bosna’da, Somali’de, Kosova’da olduğu gibi) “acil müdahale” (saldırı) gücü olarak yeni konseptini tanımladı NATO. Böylece kriz bölgelerine acil müdahalede bulunabilecek hareketli birlikler ön plana geçti.
Bu amaçla NATO, halen sayısı bir olan Almanya’da konuşlandırılmış yüksek hazırlık seviyesindeki kolordu (HRF) sayısını 3’e çıkarmayı, 6 tane düşük seviyede hazırlıklı kolordu (FLR) karargahları kurmayı gündemine aldı. Askeri komite toplantılarında gündeme alınan birinci madde buydu.

Kriz bölgeleri Türkiye ve Yunanistan’a oldukça yakın bölgeler. Bunların başında Ortadoğu ve Kafkaslar geliyor, gerekli olduğunda Çin’e dek uzanıyor... “Kriz bölgeleri”nin özelliği dünya petrol rezervinin yarıdan çoğunun buralarda olmasıdır. Petrol, hegemonya ve hakimiyet demektir. Hakimiyet ise yine daha fazla sömürü, daha fazla işçi-emekçi alınteri ve kanının akması anlamına geliyor. İşte Türk ve Yunan sermayelerinin “dostluğu” ve bu dostluk için ABD ve AB’nin azami çaba harcamalarının böylesi bir kirli nedeni var. Evet, emperyalistler ve sermaye dostluk ve “barış” rüzgarlarını estiriyorlar. Ama estirdikleri rüzgarda kan kokusu var, kirli bir “barış” için bütün koşullar var...


NATO’nun askeri yapısı

NATO’nun askeri yapısı üç bölüme ayrılıyor.

1-) Hazır ve Acil Tepki Güçleri: Hareket kabiliyeti yüksek, her an hazır durumdaki hava ve deniz güçlerinden oluşuyor. Atlantik, Akdeniz ve Manş Denizinde hazır bekletilen ve komuta merkezleri Almanya olan güçler bu kategoridedir.

2-) Ana Savunma Kuvvetleri: Kara, deniz ve hava güçleri bulunan aktif ve hareketli hale getirilebilir güçlerden oluşuyor.

3-) Artırım güçleri: NATO’nun (yani ABD’nin) ihtiyaç duyması halinde bir bölgedeki güçlerini artırma amacını güden unsurlarıdır.

NATO’nun halihazırda bir tane yüksek seviyeli hızlı müdahale güçleri karargahı var. Karargah Almanya’nın Reindahlen kentinde. Şimdi bu karargahların sayısının üçe çıkarılması planlanıyor. Karargahlardan birinin Türkiye’ye konuşlandırılması ihtimali ise yüksek.


Karargah yerlerinin belirlenmesinde
yaşanan ABD-AB çekişmesi

Türkiye jeopolitik konumuyla Ortadoğu ve Kafkaslar’a uzanan bir köprü niteliği taşıyor. Üstelik askeri yönden NATO üyesi 19 ülke içinde en donanımlı ve gelişmiş ordulardan birine sahip. Daha önemlisi ise, herhangi bir çatışma anında ilk anda öne sürülecek, “vatan, millet, Sakarya” edebiyatıyla feda edilecek kapasitede görülüyor. Türkiye’nin en önemli “avantajı” da bu, yani işçi ve emekçilerin kanı. Bu “avantaj”la sermayenin orgenerali Hüseyin Kıvrıkoğlu, yeni kurulacak karargahlar için Türkiye adına talip oldu. Kıvrıkoğlu toplantılarda, İstanbul Ayazağa’daki 3. Kolordu’nun yüksek seviyede hazırlıklı acil müdahale kolordusu (HRF), Ankara Mamak’taki 4. Kolordu’nun düşük seviyede hazırlıklı kolordu (FLR) olarak NATO’ya tahsis edilmesi önerisinde bulundu.

Bu önerinin kabul edilmesi durumunda, Ayazağa’da kurulacak karargahın çekirdek kadrosunu 1200-1500 NATO subayı oluşturacak. 3 tümen, 9 tugaydan oluşacak karargah, müdahale edilecek krizin (saldırılacak bölgenin) büyüklüğüne göre 50-60 bin NATO gücünü sevk ve idare edecek. Buradan Ortadoğu ve Kafkaslar’a müdahale edilebilecek, yani Ortadoğu ve Kafkas halkları üzerinde bir tehdit olarak konuşlanmış olacak.

İşte kurulacak karargahların yerleri konusundaki pazarlıklar ABD-AB hegemonya savaşımına sahne oluyor. Fransa ve Almanya kurulacak HRF karargahlarından birinin yeni kurulacak “Avrupa Kolordusu”na bağlanmasını ve bu kolordunun hareket kontrolünün NATO ile ortak olmasını öneriyor. İki AB ülkesi, böylece Türkiye, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) içinde yer almış olur diyerek Türkiye’yi etkilemeye çalıştı, fakat başarılı olamadı. Türkiye karargahların kesinlikle NATO’ya bağlı olması yönünde kararını açıkladı. Bunun üzerine Almanya ve Fransa Ayazağa önerisine karşı olduklarını açıkladılar.

Kolorduların nerelere konuşlandırılacağı Aralık ayında yapılacak savunma bakanları toplantısında belirlenecek. Ancak açık olan şu ki, yer pazarlığı AB ile ABD arasında bir çatışmaya neden olacak ve karargahların yerleri çatışmayı kazananın isteği doğrultusunda belirlenecek.

Yaşanan çekişmenin anlaşılabilmesi için Avrupa Ordusu hakkında birkaç hatırlatma yapalım. Geçtiğimiz yıl yapılan NATO 50. yıl zirvesinde ilk kez yüksek sesle dillendirilen Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK), AB’nin ekonomik gücüne paralel bir orduya sahip olma isteğinin bir sonucu. ‘90’lı yılların başından itibaren dışa vuran ve giderek şiddetlenen emperyalistler arası hegemonya savaşında ABD ve AB iki önemli kutup durumunda. Halihazırda emperyalist kampın liderliğini sürdüren ABD, askeri gücü sayesinde NATO aracılığıyla diğer AB ülkelerinin dış politikasını kendi politikalarına eklemlemeyi başarabiliyor. Bu nedenle Avrupa kendi bağımsız ordusuna sahip olmak istiyor.

ABD, AB’nin projesine engel olamıyor. Ama kurulacak bir Avrupa ordusunu kendi denetimi altında tutmanın yollarını zorluyor. Bunun için Avrupa Ordusu içine Türkiye gibi bir Truva atı yerleştirmeye çalışıyor. Türkiye’nin Avrupa Ordusu’nun karar mekanizmasında yer alması için Türkiye’den daha fazla çaba harcıyor.

AB kendi ordusunu kurmakta kararlı. 2000 Haziran’ında yapılan Feire zirvesinde bunun ilk ciddi adımları atıldı. Aralık’da Nice’de toplanacak zirveye, üye ülkeler AB emrine verecekleri askeri güçlerini belirlemiş olarak gelecekler. Zirveyle birlikte bu yıl Mart ayında kurulan askeri yönetimler çalışır hale getirilecek. Yine zirvede, NATO güçlerinin AB’ye olası transferleri ve kurumsal ilişkileri belirlenecek. 2003’e kadar 60 günde müdahale edebilecek 50-60 bin kişilik AB acil hareket gücü kurulmuş olacak.

Bu durumda, ABD’nin tam denetimindeki Türkiye’de kurulacak bir karargah, Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ortasındaki kilit konumuyla ABD’yi oldukça avantajlı duruma getirecektir. Bu, Türkiye’nin AB’ye girmesinde bir basınç unsuru olarak, tekelci sermaye lehine bir gelişme olacaktır.


Elimize tutuşturulan silahları emperyalistlere
ve işbirlikçi sermayeye çevirelim

Toplantılarda ayrıca Priştina’da bulunan Çokuluslu Kosova Gücü’nün (KFOR) nöbet değişiminde bulunacağı; bugün Avrupa ordusu olarak bilinen Eurocorps’dan yönetimin alınarak, NATO Güney Avrupa Müttefik Komutanlığı’na devredileceği açıklandı. Ekim ayından sonra KFOR’u Türk ve İtalyan komutanlar yönetecekler ve bu bölgede yaşayanların kanına girmeye devam edecekler.

Sermaye medyası bütün bu gelişmeleri övünç nedeni olarak yansıtıyor. Ancak işçi ve emekçiler için ortada övünülecek hiçbir şey yok. Kosova’da, Bosna’da, Ortadoğu’da ya da herhangi bir başka ülkede zorla ya da “vatan, millet” edebiyatıyla üniforma giydirilmiş işçi ve emekçileri öldürmenin, ya da onlar tarafından öldürülmenin övünülecek bir yanı olamaz. Hem de bizlerin iliğini-kemiğini sömüren emperyalistlerin ve sermayenin çıkarları için... Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, karargah Türkiye’ye kurulacak olursa, yarın herhangi bir acil müdahale (saldırı) durumunda öne sürülecek paryalar Türk askerleri, yani işçi ve emekçiler olacaklardır. İşçi ve emekçiler kendi sınıf kardeşlerini öldürdükçe, gerçek düşman olan emperyalistler ve sermaye, işçi ve emekçilerin canlarından-kanlarından kurulmuş kurtlar sofrasının başına üşüşeceklerdir.

Yapılması gereken, ellerimize zorla tutuşturulmaya çalışılan silahları sınıf kardeşlerimize değil, emperyalistlere ve sermayeye çevirmektir. İşçi sınıfının devrimci programında belirtildiği gibi, “NATO, AB, AGİT vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkiler kesilmeli”dir.