Emperyalist hegemonya savaşı, kriz bölgeleri ve Türkiye...
Bölge halklarına karşı saldırı üssü olmayı reddedelim!
Bir yıldır devam eden Türk-Yunan sermayelerinin dostluk gösterilerine, NATO Askeri Toplantılarının 39.sunun geçtiğimiz aylarda Yunanistan ve Türkiyede yapılmasıyla bir yenisi eklendi. Bu toplantıların geçtiğimiz yıl Yunanistan ve Türkiyede yapılması planlanmış, ancak depremler nedeniyle bir yıl ertelenmişti. Demek oluyor ki, Türk-Yunan dostluğu depremlerle değil, tümüyle emperyalistlerin ve iki ülke burjuvazisinin çıkarlarıyla ilintilidir. Depremler olmasaydı, bu toplantılar vesile olacaktı dostluk seremonilerine.
Türk ve Yunan burjuvazisinin dostluğu kirli bir dostluktur. Çünkü tümüyle sömürü ve soygunu koşullayan, emperyalist talanın yolunu düzleyen bir çıkar ortaklığıdır. Dostluk adımının ilk olarak NATO gibi askeri bir güç çerçevesinde atılmasının planlanması çarpıcıdır. Bu, NATOnun (başta ABD olmak üzere emperyalistlerin) yeni konseptinden bağımsız ele alınamaz. NATO gerçekte emperyalist saldırganlığın askeri gücü olarak kurulmuş olsa da, kağıt üzerinde savunma konsepti savunuluyordu. Neye karşı? Avrupayı sarmaya başlayan komünizm hayaletine karşı. Revizyonist kampın çöküşü üzerine, NATOnun savunma çerçevesinde varlığı gereksiz hale geldi. Ama bu kez NATO saldırı gücü olarak emperyalistlerin elinde önem kazanmaya başladı ve geçtiğimiz yıl 50. kuruluş yıldönümü toplantılarında yeni konsept buna göre belirlendi. Kriz bölgelerine (Bosnada, Somalide, Kosovada olduğu gibi) acil müdahale (saldırı) gücü olarak yeni konseptini tanımladı NATO. Böylece kriz bölgelerine acil müdahalede bulunabilecek hareketli birlikler ön plana geçti.
Bu amaçla NATO, halen sayısı bir olan Almanyada konuşlandırılmış yüksek hazırlık seviyesindeki kolordu (HRF) sayısını 3e çıkarmayı, 6 tane düşük seviyede hazırlıklı kolordu (FLR) karargahları kurmayı gündemine aldı. Askeri komite toplantılarında gündeme alınan birinci madde buydu.
Kriz bölgeleri Türkiye ve Yunanistana oldukça yakın bölgeler. Bunların başında Ortadoğu ve Kafkaslar geliyor, gerekli olduğunda Çine dek uzanıyor... Kriz bölgelerinin özelliği dünya petrol rezervinin yarıdan çoğunun buralarda olmasıdır. Petrol, hegemonya ve hakimiyet demektir. Hakimiyet ise yine daha fazla sömürü, daha fazla işçi-emekçi alınteri ve kanının akması anlamına geliyor. İşte Türk ve Yunan sermayelerinin dostluğu ve bu dostluk için ABD ve ABnin azami çaba harcamalarının böylesi bir kirli nedeni var. Evet, emperyalistler ve sermaye dostluk ve barış rüzgarlarını estiriyorlar. Ama estirdikleri rüzgarda kan kokusu var, kirli bir barış için bütün koşullar var...
NATOnun askeri yapısı
NATOnun askeri yapısı üç bölüme ayrılıyor.
1-) Hazır ve Acil Tepki Güçleri: Hareket kabiliyeti yüksek, her an hazır durumdaki hava ve deniz güçlerinden oluşuyor. Atlantik, Akdeniz ve Manş Denizinde hazır bekletilen ve komuta merkezleri Almanya olan güçler bu kategoridedir.
2-) Ana Savunma Kuvvetleri: Kara, deniz ve hava güçleri bulunan aktif ve hareketli hale getirilebilir güçlerden oluşuyor.
3-) Artırım güçleri: NATOnun (yani ABDnin) ihtiyaç duyması halinde bir bölgedeki güçlerini artırma amacını güden unsurlarıdır.
NATOnun halihazırda bir tane yüksek seviyeli hızlı müdahale güçleri karargahı var. Karargah Almanyanın Reindahlen kentinde. Şimdi bu karargahların sayısının üçe çıkarılması planlanıyor. Karargahlardan birinin Türkiyeye konuşlandırılması ihtimali ise yüksek.
Karargah yerlerinin belirlenmesinde
yaşanan ABD-AB çekişmesi
Türkiye jeopolitik konumuyla Ortadoğu ve Kafkaslara uzanan bir köprü niteliği taşıyor. Üstelik askeri yönden NATO üyesi 19 ülke içinde en donanımlı ve gelişmiş ordulardan birine sahip. Daha önemlisi ise, herhangi bir çatışma anında ilk anda öne sürülecek, vatan, millet, Sakarya edebiyatıyla feda edilecek kapasitede görülüyor. Türkiyenin en önemli avantajı da bu, yani işçi ve emekçilerin kanı. Bu avantajla sermayenin orgenerali Hüseyin Kıvrıkoğlu, yeni kurulacak karargahlar için Türkiye adına talip oldu. Kıvrıkoğlu toplantılarda, İstanbul Ayazağadaki 3. Kolordunun yüksek seviyede hazırlıklı acil müdahale kolordusu (HRF), Ankara Mamaktaki 4. Kolordunun düşük seviyede hazırlıklı kolordu (FLR) olarak NATOya tahsis edilmesi önerisinde bulundu.
Bu önerinin kabul edilmesi durumunda, Ayazağada kurulacak karargahın çekirdek kadrosunu 1200-1500 NATO subayı oluşturacak. 3 tümen, 9 tugaydan oluşacak karargah, müdahale edilecek krizin (saldırılacak bölgenin) büyüklüğüne göre 50-60 bin NATO gücünü sevk ve idare edecek. Buradan Ortadoğu ve Kafkaslara müdahale edilebilecek, yani Ortadoğu ve Kafkas halkları üzerinde bir tehdit olarak konuşlanmış olacak.
İşte kurulacak karargahların yerleri konusundaki pazarlıklar ABD-AB hegemonya savaşımına sahne oluyor. Fransa ve Almanya kurulacak HRF karargahlarından birinin yeni kurulacak Avrupa Kolordusuna bağlanmasını ve bu kolordunun hareket kontrolünün NATO ile ortak olmasını öneriyor. İki AB ülkesi, böylece Türkiye, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) içinde yer almış olur diyerek Türkiyeyi etkilemeye çalıştı, fakat başarılı olamadı. Türkiye karargahların kesinlikle NATOya bağlı olması yönünde kararını açıkladı. Bunun üzerine Almanya ve Fransa Ayazağa önerisine karşı olduklarını açıkladılar.
Kolorduların nerelere konuşlandırılacağı Aralık ayında yapılacak savunma bakanları toplantısında belirlenecek. Ancak açık olan şu ki, yer pazarlığı AB ile ABD arasında bir çatışmaya neden olacak ve karargahların yerleri çatışmayı kazananın isteği doğrultusunda belirlenecek.
Yaşanan çekişmenin anlaşılabilmesi için Avrupa Ordusu hakkında birkaç hatırlatma yapalım. Geçtiğimiz yıl yapılan NATO 50. yıl zirvesinde ilk kez yüksek sesle dillendirilen Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK), ABnin ekonomik gücüne paralel bir orduya sahip olma isteğinin bir sonucu. 90lı yılların başından itibaren dışa vuran ve giderek şiddetlenen emperyalistler arası hegemonya savaşında ABD ve AB iki önemli kutup durumunda. Halihazırda emperyalist kampın liderliğini sürdüren ABD, askeri gücü sayesinde NATO aracılığıyla diğer AB ülkelerinin dış politikasını kendi politikalarına eklemlemeyi başarabiliyor. Bu nedenle Avrupa kendi bağımsız ordusuna sahip olmak istiyor.
ABD, ABnin projesine engel olamıyor. Ama kurulacak bir Avrupa ordusunu kendi denetimi altında tutmanın yollarını zorluyor. Bunun için Avrupa Ordusu içine Türkiye gibi bir Truva atı yerleştirmeye çalışıyor. Türkiyenin Avrupa Ordusunun karar mekanizmasında yer alması için Türkiyeden daha fazla çaba harcıyor.
AB kendi ordusunu kurmakta kararlı. 2000 Haziranında yapılan Feire zirvesinde bunun ilk ciddi adımları atıldı. Aralıkda Nicede toplanacak zirveye, üye ülkeler AB emrine verecekleri askeri güçlerini belirlemiş olarak gelecekler. Zirveyle birlikte bu yıl Mart ayında kurulan askeri yönetimler çalışır hale getirilecek. Yine zirvede, NATO güçlerinin ABye olası transferleri ve kurumsal ilişkileri belirlenecek. 2003e kadar 60 günde müdahale edebilecek 50-60 bin kişilik AB acil hareket gücü kurulmuş olacak.
Bu durumda, ABDnin tam denetimindeki Türkiyede kurulacak bir karargah, Türkiyenin Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ortasındaki kilit konumuyla ABDyi oldukça avantajlı duruma getirecektir. Bu, Türkiyenin ABye girmesinde bir basınç unsuru olarak, tekelci sermaye lehine bir gelişme olacaktır.
Elimize tutuşturulan silahları emperyalistlere
ve işbirlikçi sermayeye çevirelim
Toplantılarda ayrıca Priştinada bulunan Çokuluslu Kosova Gücünün (KFOR) nöbet değişiminde bulunacağı; bugün Avrupa ordusu olarak bilinen Eurocorpsdan yönetimin alınarak, NATO Güney Avrupa Müttefik Komutanlığına devredileceği açıklandı. Ekim ayından sonra KFORu Türk ve İtalyan komutanlar yönetecekler ve bu bölgede yaşayanların kanına girmeye devam edecekler.
Sermaye medyası bütün bu gelişmeleri övünç nedeni olarak yansıtıyor. Ancak işçi ve emekçiler için ortada övünülecek hiçbir şey yok. Kosovada, Bosnada, Ortadoğuda ya da herhangi bir başka ülkede zorla ya da vatan, millet edebiyatıyla üniforma giydirilmiş işçi ve emekçileri öldürmenin, ya da onlar tarafından öldürülmenin övünülecek bir yanı olamaz. Hem de bizlerin iliğini-kemiğini sömüren emperyalistlerin ve sermayenin çıkarları için... Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, karargah Türkiyeye kurulacak olursa, yarın herhangi bir acil müdahale (saldırı) durumunda öne sürülecek paryalar Türk askerleri, yani işçi ve emekçiler olacaklardır. İşçi ve emekçiler kendi sınıf kardeşlerini öldürdükçe, gerçek düşman olan emperyalistler ve sermaye, işçi ve emekçilerin canlarından-kanlarından kurulmuş kurtlar sofrasının başına üşüşeceklerdir.
Yapılması gereken, ellerimize zorla tutuşturulmaya çalışılan silahları sınıf kardeşlerimize değil, emperyalistlere ve sermayeye çevirmektir. İşçi sınıfının devrimci programında belirtildiği gibi, NATO, AB, AGİT vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkiler kesilmelidir.
|