Burjuva basında Ağca ve İpekçi cinayeti
Gladio, devletin derinlikleri, cinayetler, katliamlar, CİA, MİT, kontr-gerilla, 12 Eylül, darbe, bizim çocuklar...
İpekçi cinayeti ve 12 Eylül darbesi
Ağca, öteki birçoklarından farklı.
Çünkü, aradan geçen 20 yılda, diğerlerinin kimlikleri başka örgütlenmelere, başka menfaatlere, çok amaçlı çeteleşmelere, kişisel ihtiraslara karıştığı halde, (mesihliğini saymazsak!) Ağca tamamen steril kaldı.
O, nerede kaldıysa, öyle!
(...)
Onunla birlikte doğrudan 20 yıl önceye dönüveriyoruz. Kafamız karışmıyor.
Dili hiç çözülmese, çözülmeyecek olsa dahi, dondurulmuş hafızalarımızı çözüyor.
Dikkatli bakın...
Önümüzden...
Gladio, devletin derinlikleri, cinayetler, katliamlar, CIA, MİT, mafya, kaçakçılar, uyuşturucular, silahlar, Henzeler, üniformalar, yok edilen deliller, MHPnin geçmişi, Bülent Bey, Süleyman Bey, MCler, soğuk savaş, kontrgerilla, polis şefleri, 12 Eylül, darbe, bizim çocuklar, boğma telleri...
Hepsi geçiyor. (Umur Talu/Milliyet, 16 Haziran 2000)
Bize tetiği çektirenler Ankarada oturuyor
Abdi İpekçi suikastı, 12 Eylül öncesinin en karanlık olaylarından biridir. 12 Eylül öncesinde terörün nicelik olarak artmasının yanı sıra, İpekçi cinayetiyle niteliği de
Suçlu burjuvazi!
(...)
Neydi senaryo?
Nasıl bir senaryoydu ki, o kadar çok bozkurt, bir sürü üniformalı, kaçakçılar, gizli servisler cirit atıp durmuştu?
Bu derin tarihin bir sürü ipliği pazara çıktı aslında.
Ama ipliklerin birbirine geçirildiği tezgah büyük bir maharetle örtülüyor.
Tezgahın, Ağcadan da maharetli aktörleri, senaristleri, ustaları kıymetli şahsiyetler olarak salınıp duruyor işte.
Birçoğunu bir şekilde anıp duruyoruz, ama biri, bir sınıf ve tavrı da unutulmamalı.
Tamam, Soğuk Savaşın dengeleri, dengesizlikleri vardı ve o savaşın bir meydanı olan Türkiye her türlü tezgaha da açıktı zaten.
Ama bugün, o günlerde işçi hareketinden, o günlerde soldan ürken ve varlığını, sağın şiddetine, varlığını darbe özlemine teğellemiş Türkiye burjuvazisi hiç özeleştiri yapmadı.
Bugün, çoğu ikinci kuşaktan temsilcileriyle Avrupa heveslisi, demokrasi, insan hakları savunucusu olan Türkiye burjuvazisi, o günlerdeki ihtiraslarının ve korkularının bu ülkenin bir şiddet ve kan çanağına çevrilmesindeki rolüne dair herhangi bir muhasebe yapmadı hiç. (Umur Talu/Milliyet, 17 Haziran 2000) |
değişmiştir. 12 Eylüle uzanan süreçte İpekçi cinayeti önemli bir dönüm noktasıdır. Kamuoyunda sorunların sivillerce çözülemeyeceği yargısının pekişmesinde İpekçi ve benzeri cinayetlerin rolü büyüktür.
(...) Ağca, daha önce gazetecilerle yaptığı çeşitli söyleşilerde aslında önemli mesajlar da vermiştir. Örneğin, Bize tetiği çektirenlerin hiç mi suçu yok, onlar Ankarada oturuyor demiştir. (Fikret Bila/Milliyet, 16 Haziran 2000)
Kemal Türklerden Doğan Öze...
Abdi İpekçi nin eşi Sibel İpekçi nin sözleri geniş yankı buldu...
Ne diyordu Sibel İpekçi:
Mehmet Ali Ağca nın karşısında biz değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti olmalıydı...
(...) Özlem Baturun anlattıkları Türkiyenin genel fotoğrafını yansıtıyor; devlet erkinin bu tür cinayetler karşısındaki duyarsızlığını gözler önüne seriyordu...
Kemal Türklerden Doğan Öze; Necdet Güçlüden Cevat Yurdakula, Bedrettin Cömertten Ümit Doğanaya; Bedri Karafakioğlundan Orhan Yavuza dek 12 Eylül 1980 öncesi işlenen cinayetlerde, devlet erkinin aynı duyarsızlığını görmemiş miydik? (Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet, 16 Haziran 2000)
Ağcanın ilişkileri ve aysbergin görünmeyen yüzü
İpekçiden 14 yıl sonra katledilen gazetemiz yazarı Uğur Mumcu , yıllarca bu olayların arkasında Gladyonun olduğunu vurguladı; Türkiyeyi kan gölüne çeviren karanlık dönemin aydınlatılması için çabaladı. Pek çok sorular sordu, kaynakları aracılığıyla bu soruların yanıtlarını bıkıp usanmadan köşesinde yayımladı. MİTle ilişkilerini, uluslararası gizli servislerle ilişkilerini ortaya koydu.
Bizler, Susurluk kazasıyla birlikte karanlık ilişkilerin küçük bir bölümünün gün ışığına çıktığını düşündük hep. DGMler arasında mekik dokuyan milletvekillerinin, uyuşturucu kaçakçılarının, mafya elebaşılarının aslında temiz olduklarına , Türkiyenin onlarla gurur duyduğuna (!) tanık olduk. Tüm yazılan, çizilenlere rağmen hâlâ aysbergin görünmeyen yüzü muammasını koruyor. (Cumhuriyet, 16 Haziran 2000)
Derin devlete yönelik iddialar...
Ve derin devlete yönelik iddialar... TVlerde de dinliyoruz: İtalyan makamları Ağcanın Türk yetkilileri tarafından sorgulanmasına müsaade ettiğinde neden MİT ve Emniyet yetkilileri gitti de dosyanın savcısı gitmedi?.. Ve, bu ifadeler neden önemli bir şey yok diye yok edildi?! (Taha Akyol/Milliyet,15 Haziran 2000)
Katilleri bile hızla magazinleştiren medyamız
20 yıl sonra... Mehmet Ali Ağca Türkiyede. Bülent Ecevit yine Başbakan. IMFden Cottarelli gelip gidiyor. Üstelik bugün IMFyle kavga eden falan da yok.
Şu duvar bu kez yıkılamaz mı?
(...) Dün NTVde özel Ağca dosyası yayımlandı. O programda gazeteci Erdoğan Durna, Ağcanın karıştığı bir başka cinayetin ipuçlarını anlattı. Durnanın verdiği bilgiye göre, Ağca, cezaevinden kaçtıktan bir ay sonra arkadaşı Nevzat Onaran ile birlikte iki kişinin üzerine ateş açmışlar. Haydar Seyrangah ölmüş, Hasan Solmaz ağır yaralanmış. Görgü tanıkları Ağcayı teşhis etmişler, ama o sırada Ağca çoktan Türkiyeyi terk etmiş.
İşte size yeni bir kapı.
Katilleri bile hızla magazinleştiren, yedikleri içtikleriyle, sevgilileriyle ilgilenen medyamız, bu konuyla da ilgilenir mi acaba? (Hikmet Bila/Cumhuriyet, 16 Haziran 200)
Orgeneral Üruğ Ağca soruşturmasını engelledi
(...) Üruğ ve Güneş arasındaki Ağca tartışması, Güneşin Cumhuriyet gazetesine konuyla ilgili daha önce verdiği bir demecin Ağcanın Türkiyeye getirilmesinin ardından tekrar gündeme gelmesiyle başladı. Güneş, demecinde özetle şöyle dedi:
Sorgulama sürecini tamamlamamıza izin verilmedi. O dönemde sorgulama süresini uzatmak için Sıkıyönetim Komutanlığından izin alınması gerekiyordu. Sıkıyönetim bize Ağcayı sorgulamaya devam etmemiz için ek süre iznini vermedi. Daha sonra da zaten cezaevinden kaçırıldı.
İpekçi cinayetiyle birlikte devlet içinde ve sivil uzantıları da olan yapı daha ciddi biçimde tartışılmaya başlandı. Bu tartışma, en üst düzeyde yapıldı. Karşımızdaki örgütlenme herhangi bir ülkücü eylemi olarak tanımlanamazdı. (...) (Milliyet, 18 Haziran 2000)
Sayın Güneş en doğru şekilde, her şeyi açıkladı
Ecevit, dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneşin değerlendirmelerinin sorulması üzerine, Sayın Güneş en doğru şekilde, herşeyi açıkladı demekle yetindi. (Cumhuriyet, 17 Haziran 2000)
Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ, Ağca soruşturmanın derinleştirilmesini neden engellemişti ki acaba?
(...) Dünkü Cumhuriyetde, Abdi İpekçi cinayetiyle ilgili çarpıcı bir gerçek getiriliyordu dile... O dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, cinayetin tetikçisi Ağca hakkında soruşturmanın derinleştirilmesini, yine o dönemin Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğun engellediğini açıklıyordu...
Allah Allah, Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ, Ağca hakkındaki soruşturmanın derinleştirilmesini neden engellemişti ki acaba? (Çetin Altan/Sabah, 16 Haziran 2000)
(...)
Ağca yakalandı.
İpekçiyi öldürdüğünü söyledi.
Fakat kısıtlı bilgi verdi.
15 günlük yasal soruşturma bitti. Polis Sıkıyönetim Komutanlığından Ağca için ek gözaltı süresi istedi. Ancak dönemin Sıkıyönetim Komutanı Orgenaral Necdet Uruğ ek süre vermedi. Ağca bir dilekçe verdi ve Selimiye Cezaevinden Necdet Uruğa bağlı Maltepe Askeri Cezaevine naklini istedi. Ağcanın dilekçesi kabul edildi ve Maltepe Askeri Cezaevinden elini kolunu sallayarak kaçırıldı.
Dönemin İçişleri Bakanı Fehmi Güneş, ek süre verilseydi Ağcadan kendisini koruyup kollayan ve cinayete yönlendirenler hakkında bilgi alabileceklerini defalarca söyledi.(...) (Necati Doğru/Sabah, 20 Haziran 2000)
Gladionun Türkiye versiyonu: Özel Harp Dairesi
Gözlem/13 Mayıs 1991
Soru-Yanıt...
- MİT ile ilişkisi var mıydı?
- Ağca, Romada Türk savcılarına verdiği ifadede MİTte görevli Şahin Tolunoğlu ile ilişkileri olduğunu söyledi.
- Ağca, Papa suikastından önce Mayorka Adasına niçin gitmişti?
- Bu hiç anlaşılmadı. Adada MİTten ayrılan bir eski istihbaratçı ile görüşmeye gittiği ileri sürüldü, ancak bu kanıtlanmadı.
- Ağca bu MİT görevlisini tanıyor muydu?
- Tanıması gerekirdi. Çünkü bu MİT görevlisi, İpekçi cinayetini incelemişti.
- Ağca suikastta tek başına mıydı?
- Hayır, yanında büyük olasılıkla Oral Çelik vardı.
- Oral Çelik ve Çatlının MİT ile ilişkileri var mı?
- Bazı MİT görevlileri ile ilişkileri olduğunu sanıyorum. Bu yolda duyumlarımız var. Kanıt ise yok. Bu gibi ilişkilerin kanıtı olmaz.
- Federal Almanyadaki ülkücülerin Alman istihbaratı ile ilişkileri oldu mu?
- Oldu, MHPnin Federal Almanyadaki temsilcisi Enver Altaylının -ki bir eski MİT görevlisidir- Alman istihbaratından Dr. Kannapin ile ilişkileri belgelendi. (...) |
Gladionun Türkiye versiyonu olduğu savunulan Özel Harp Dairesine teslim edilen silahların, o sıralarda ülke içi terör eylemlerinde bir tarafı tutarak kullanılıyor olduğu kuşkusu, doğuyor.
Kimde? Zamanın İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneşte. Ayrıca konu hakkında konuştuğu Başbakan Ecevitte.
Ağcanın, İpekçinin öldürülmesiyle ilgili bildiği her şeyi anlatmasına kim engel oluyor peki?
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ!
Ağca hangi cezaevinden uçarak kaçıyor?
Maltepe Askeri Cezaevinden. (Büyük bir daire çizerek şimdi Kartal Cezaevine konuyor.)
Üstünde ne var kaçarken? Noel Babanın, pardon, Meryem Ananın kendisine yolladığı ASKER üniforması.
Niye yolluyor asker üniformasını Meryem Ana, Ağcaya? (Perihan Mağden/Radikal, 17 Haziran 2000)
İpekçi cinayetinden Susurluka
(...) Uğur Mumcu, İpekçi suikastını araştırırken bu pasaportların izini sürmüş ve Kim bunların Nevşehir Emniyetindeki bağlantıları diye sormuştu.
Cevabı yıllar sonra, Susurluk Komisyonunda öğrenmiştik.
12 Eylül öncesinde 1982ye kadar Nevşehir Emniyet Müdürlüğünde çalıştım diyen bu polisin ismi Susurluk davasının bir numaralı ismi İbrahim Şahindi... Nevşehir Emniyetinin 23 yaşındaki Komiser Şahini, yıllar sonra bir sünnet düğününde Abdullah Çatlı ile göbek atarken karşımıza çıktı.
Yeni görevi Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili idi.
Çatlı ve Şahin isimleri yeniden bir araya geldiğinde Çatlı artık hayatta değildi. Şahin ise Çatlının ölümüyle ortaya çıkan ilişkiler zincirinde Susurluk davasının bir numaralı sanığı olarak yargılanıyordu. (...) (Can Dündar/Sabah, 19 Haziran 2000)
Abdi İpekçi cinayetinin çözümünü Üruğ engelledi
Dönemin İçişleri Bakanı CHPli Hasan Fehmi Güneş, Ağcanın itirafından sonra cinayeti tam anlamıyla aydınlatmak istediklerini ancak, o zamanki Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğun bunu engellediğini iddia etti. Güneş, konuyu geçtiğimiz yıllarda defalarca gündeme getirdiklerini ancak, bunun gereken yankıyı yapmadığını söyledi.
GAZETECİ Abdi İpekçinin 1979 yılında öldürüldüğü dönemde İçişleri Bakanı olan CHPli Hasan Fehmi Güneş, cinayetle ilgili çok ilginç açıklamalar yaptı. Güneş, Ağcanın cinayeti işlediğini itiraf ettikten sonra olayı tam aydınlatmak istediklerini, ancak bunun dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ tarafından engellendiğini öne sürdü. Güneş, Katil Mehmet Ali Ağcanın arkasındaki örgüt arayışında da dikkatleri, bazı NATO ülkeleri orduları içinde örgütlü Gladionun Türkiye versiyonu olduğu savunulan Özel Harp Dairesine yöneltti. Güneş, bu gerçekleri geçtiğimiz yıllarda defalarca gündeme getirdiğini, ancak gerekli yankıyı yapmadığını söyledi. İpekçinin katili Mehmet Ali Ağcanın İtalyadan Türkiyeye getirilmesiyle başlayan tartışmalara şimdilik katılmak istemediğini de söyleyen Güneş, Zamanı gelince konuşurum dedi. CHPli eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, Ağcanın polis tarafından yakalandığında İpekçiyi öldürdüğünü itiraf ettiğini, bunu basın önünde de yinelediğini söyledi. Güneş, Ağcanın arkasında hangi güçlerin olduğu konusunda polisin soruşturmayı derinleştirme talebinin Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kabul edilmediğini söyledi. Güneş şu iddialarda bulundu:
EMRİ VEREN Cinayet dosyasında Ağcaya öldür emrini kimin verdiği bellidir. Bu kişi Mehmet Şenerdir. Mehmet Şener o dönemde ülkücü hareketin önemli bir ismiydi. Edirnekapı Yurdu işgalini yönettiği biliniyordu.
İZİN VERMEDİ Örgütsel bağ tam olarak ortaya çıkarılsın diye İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığından ek süre istendi. O zaman yürürlükte olan yasaya göre, polisin sanığı 15 gün gözaltında tutma imkanı vardı. Bu süre yetmemişse, polis Sıkıyönetim Komutanlığından ek süre istiyordu. Ek süre talep edildi ama komutanlık ek süreyi vermedi.
İHMAL EDİLDİ Soruşturma Sıkıyönetim Savcılığına geçtikten sonra, polisin oluşturduğu dosyayı daha ileriye götürecek araştırmalar yapılmadı. Hatta polisin tesbit ettiği noktalar da bir ölçüde ihmal edilmiş. İkinci bir tetikçi daha bulunduğu kuşkusu vardı. Savcılık bunu araştırmadı.
ÖZEL HARP O dönemde kuşkularımı Başbakan Bülent Ecevite de söyledim. O da bana bu konuşma içinde Özel Harp Dairesi ile ilgili bilgilerini aktardı. Benim bu kuşkularımı onaylayan, takviye eden bir tarzda konuştu.
AYNI KUŞKU Bu konuşma sırasında Özel Harp Dairesinin imkanları ve sivil uzantılarına teslim edilmiş olan araç ve silahlar, ülke içi terör eylemlerinde bir tarafı tutarak kullanılıyor mu kuşkusuna götürdü beni. Bu kuşkuyu hala taşıyorum.
EVRENE SÖYLEDİK O zaman Genelkurmay Başkanı olan Kenan Evrene, Özel Harp Dairesinin sivil uzantılarının, elemanlarının ve imkanlarının, araç ve silahlarının ülke içi terör eylemlerinde kullanıldığı kuşkusunu taşıdığımız, bu yüzden bu yapıya dönük girişimler yapılması gerektiği söylendi. Bir süre sonra bu sayımın yapıldığı, ancak böyle bir kuşkuyu doğuracak bir sonuç bulunmadığı yanıtı geldi hükümete.
Hürriyet, 16 Haziran 2000
|