ARSIVANA SAYFA
 
24 Haziran '00
SAYI: 23
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
TİS'ler ve sınıfın sorumluluğu
Tarımda yıkım programı başladı
Tüm çalışanlara işgüvencesi!
TİS sürecinde mücadeleyi yükseltelim!
İşçi sınıfı yasakları çiğneyerek grev hakkını...
Belediyelerde grev hazırlığı
Sistemli ve disiplinli bir çalışmayla başardık
İEP'in derinleşen zaafiyeti
EXSA grevi büyük bir coşkuyla başladı
Adana'da sınıf çalışmasının güncel gerekleri
Yerel sınıf çalışmasında yüklenilmesi gereken halka
Norm kadro yönetmeliği
Hazırlık öğrencileri ve yazokulu süreci
Programda tarım ve köylü sorunu/1
Polis zihniyetli bürokratları başımızdan...
Devrimci tutsaklar onurumuzdur, onurumuzu...
Hücrelere girmeyeceğiz, direneceğiz!
Yaşamın hücreleştirilme sine ve...
ABD politikasının iflası
ABD'nin yeni dış politik açılımlarının arka planı
Opel'de binlerce işçinin iki günlük grevi
Komünist militanlardan parti programı üzerine...
Burjuva basından seçmeler
Mücadele Postası
 
Tüm başlıklar

 
 
İşçi sınıfı yasakları çiğneyerek
grev hakkını fiilen kullanmalıdır!


İşçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinde kullandığı en etkin ve yaygın araçlarından biri grevdir. Sendikaların olmadığı vahşi kapitalizm koşullarında bile, işçi sınıfının mücadelede az da olsa haklar kazanmasında grevler belirleyici olmuştur. Bundan dolayı, işçi sınıfının grev hakkı yoksa, ya da önemli oranda sakatlanmışsa, gerçekte hiçbir hakkı yok demektir.

Birleşik, örgütlü ve kararlılıkla sürdürülen grevler; sosyal yıkım programlarının boşa çıkarılmasında, ekonomik-demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasında, kendi sınıf politikası doğrultusunda harekete geçmesinde işçi sınıfına önemli olanaklar sağlar. Zira üretimin durdurulması, hele de bunun genelleştiği koşullarda, patronların işçi sınıfının taleplerini reddetmesi oldukça güçleşir. Pazarlık güçleri, manevra yapma olanakları iyice zayıflar.

İşçi sınıfının tarihi, birleşik ve militan bir karşı koyuşla saldırıları boşa çıkarabildiğini göstermektedir. 15-16 Haziran direnişi, DİSK bürokratlarının ihanetine rağmen, işçi sınıfının birleşik-militan duruşla ortaya çıktığında neler yapabileceğini göstermiştir. Bu yönüyle grev silahı, sadece ekonomik kazanımları elde etmenin bir aracı olarak değil, işçi sınıfının siyasal talepler doğrultusundaki mücadelede ağırlığını hissettirmesinde de önemli bir rol oynamıştır.

Türkiye işçi sınıfı 1870’den itibaren grev hakkını fiilen kullanmaya başlamıştır. Ancak burjuva yasalarında grevin bir hak olarak yer alması 1963 yılında mümkün olabilmiştir. Yasalarla belirlenen grev hakkı son derece sınırlıydı. TİS anlaşmazlıkları gerekçesiyle veya TİS maddelerinin ihlali durumunda sınıfın greve gidebileceği öngörülüyordu.

Bu cendere 12 Eylül karşı devrimiyle birlikte daha da daraltılmış, iş yasalarında yapılan değişikliklerle grev hakkının kullanılması TİS anlaşmazlıkları sınırına çekilmiştir. TİS’in imzalanması sonrası uygulamada çıkan sorunların çözümü doğrultusunda gündeme gelen “hak grevi” yasaklanmıştır.

Öte yandan, TİS anlaşmazlıkları sonucunda alınan grev kararlarının önüne de yeni barikatlar örülmüştür. İşçi sınıfının stratejik sektörlerde çalışan önemli bir kesimi grev hakkından tamamen yoksun bırakılmıştır. 2822 sayılı yasa, grev yasağı olan sektörlere ilişkin uzun bir liste sunmaktadır.

Grev yapılması yasaklanan işyerleri:

    Madde 29:
    1- Can ve mal kurtarma (!) işlerinde.
    2- Ceza ve tevkif işlerinde.
    3- Su, elektrik, havagazı, termik santralleri besleyen linyit üretimi, tabii gaz ve petrol sondajı, üretimi, tasfiyesi, dağıtımı, üretimi, nafta ve tabii gazdan başlayan petro kimya işyerlerinde.
    4- Banka ve noterlik hizmetlerinde.
    5- Kamu kurumlarınca yürütülen itfaiye, şehiriçi deniz, kara ve demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu ulaştırma hizmetlerinde.
    Madde 30:
    1- İlaç imal eden işyerleri hariç olmak üzere, aşı ve serum imal eden müesseselerle, hastane, klinik, senatoryum, prevantaryum, dispanser ve eczane gibi sağlıkla ilgili işyerlerinde.
    2- Eğitim ve öğretim kurumlarında, çocuk bakım yerlerinde, huzurevlerinde.
    3- Mezarlıklarda.
    4- Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nca doğrudan işletilen işyerlerinde.

Bu listede yeralan işletme ve fabrikalarda yüzbinlerce işçi çalışmaktadır. TİS hakkı yüzbinlerce işçi için sözde bir hakka indirgenmektedir. TİS’lerde işçilerin kaderi ihanet şebekeleri ile kapitalistler arasındaki görüşmelerle belirlenmektedir. Özcesi TİS kapitalistin olmayan vicdanına bırakılmıştır.

Tüm bu barikatlar aşılabilse bile, TİS’lerdeki anlaşmazlıklar sınırına hapsedilmiş grev hakkı işçi sınıfı tarafından doğru dürüst kullanılamıyor. Zira 2822 sayılı yasa asalak burjuvazinin çıkarları doğrultusunda öyle düzenlenmiştir ki, grev grev olmaktan çıkarılmıştır. 2822 sayılı yasanın tanımlanışı ve nasıl kullanılacağına dair bakışı söylediğimizi doğruluyor.

“Madde 25- Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde işçilerin iktisadi ve sosyal durumlarıyla çalışma şartlarını korumak veya düzeltmek amacıyla bu kanun hükümlerine uygun olarak yapılan greve kanuni grev denir.

Kanuni grev için aranan şartlar gerçekleşmeden yapılan greve kanun dışı grev denilir. Siyasi grev, genel grev ve dayanışma grevi kanun dışı grevlerdir. İşyeri işgali, iş yavaşlatma, verimi düşürme ve direnişler hakkında kanun dışı grevlerin müeyyideleri uygulanır.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe, cumhuriyete, milli güvenliğe aykırı amaçla grev yapılamaz.”

Yasaklamaların tümü sermayedarların çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bu yasakları aşan mücadeleci bir bakışla fiili grevlere girişilmediği sürece, ekonomik hak gasplarını dahi engellemek mümkün olmayacaktır. Son altı yıldaki her TİS dönemi yeni ekonomik ve sosyal hak kayıplarıyla sonuçlanmıştır. 2821, 2822, 1475 sayılı işyasalarının tümünün ortak özelliği, burjuvazinin sömürüsünü güvenceye almaktır.

İçinden geçtiğimiz TİS sürecinde de, her zaman olduğu gibi, sermayedarlar, onların devleti, sınıf içindeki işbirlikçileri olan sendika bürokratları, hep bir ağızdan işçilerin yasaklara uymasını istiyorlar. Sermaye devleti Gaziantep Belediye işçilerine dönük terörle, yasaklamalara uymayıp da grev hakkını kullananların sırtından copu eksik etmeyeceği mesajını vermek istedi.

Yasak silahına başvuran sermaye devleti, işe lastik grevinin yasaklanmasıyla başlamıştır. Bu yasaklama, bundan sonraki süreçte de bu yöntemi kullanacaklarının göstergesidir. Amaçları işçi sınıfının kazanmaya olan inancını, birleşik mücadelesini zayıflatmaktır.

Her grev noktasını grev gözcülerinin dışında kimsenin bulunmadığı bir mekan olmaktan çıkarmak, sınıf bilincinin geliştirildiği, mücadele birliğinin ve dayanışma ruhunun örüldüğü bir mücadele alanı haline getirmek, günün en yakıcı görevlerinden biridir.

Önümüzdeki TİS’lerde yüzbinlerce işçi şalterleri indirip, grevleri dalga dalga yaymayı başarabilirse, sermayenin tarihinin en kapsamlı sosyal yıkım programını püskürtmek, sınıf hareketindeki parçalılığı aşmak, sınıf hareketinin devrimci yükseliş sürecinin önünü açmakla mümkün olabilir. Bu doğrultuda hareket etmek, taban örgütlerinin inisiyatifinde grev hakkını sınırsızca kullanmak, işçi sınıfının en doğal ve meşru hakkıdır.





Zorunlu tasarruf yağması karşı...

Tabandaki öfke ve tepkileri örgütlemeli ve harekete geçirmeliyiz


Zorunlu tasarruf kesintilerinin ödenmesi için eylem örgütlemekten korkan Türk-İş, Hak-İş ve Kamu-Sen hainleri, sermaye devletinin, bu fonda biriken paralara el koymasını kolaylaştırmak için kolları sıvadı.

İşçi ve memurlar bu paranın bir seferde ve toplu olarak ödenmesini talep ediyorlar. Sermaye devleti ise bunun ekonomik dengeleri bozacağını ileri sürerek, yaptığı hırsızlıkları gizlemeye çalışıyor. Batan bankaların borçlarının devlet tarafından üstlenilmesi, off-shore’zedelerin batan paralarının ödenmesi ekonomiyi bozmuyor. Fakat işçi ve memurların kendi paralarının geri ödenmesi devleti neredeyse batırıyor. Bu bir kez daha devletin sermaye sınıfının devleti olduğunu kanıtlıyor. Devlet sermaye sınıfının çıkarlarını korumak için, işçi ve emekçileri sefelate sürüklemekle kalmıyor. İşçi ve emekçilerden yasa zoru ile aldığı, kendi parasını bile geri vermek istemiyor.

Hain sendika ağaları, devlete bir ödeme planı teklifi götürerek bu yasal hırsızlık da devletin yanında olduğunu gösteriyor. Bu plana göre fondaki paranın süreç içinde taksit taksit ödenmesi, ya da özelleştirilen KİT’lerin hisse senetleri olarak ödenmesi şeklinde iki öneri getiriliyor. Taksitle ödeme, devletin ve sermaye sınıfının fonda biriken paraları bir süre daha kullanmalarını sağlayacaktır. Kabul edilemez. Sözde özelleştirmeye karşı olduklarını söyleyen sendika ağaları, bu konuda sermaye sınıfına yaptıkları hizmetleri az bulmuş olacaklar ki, bir de işçi ve emekçileri suç ortağı etmek istiyorlar. İşçi ve emekçilerin kendi iplerini kendilerinin çekmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bu oyuna gelmeyelim.

Bu plan kabul edilemez. İşçi ve emekçilerin paralarının yasal görünümler altında yağmalanmasına daha fazla seyirci kalınamaz.

Zorunlu tassarruf kesintisi uygulanması bütünüyle sermaye sınıfına kaynak aktarmanın bir aracı olarak kullanılmıştır. Fonda toplanan paralar yağmalanmış ve tüketilmiştir. Bu gerçeği, itiraf etmekten korkan sermaye devleti, sorunu erteleme ve geçiştirme politikası izliyor. Biriken paraları ve nemalarını geri ödemek için kaynak olmadığını söyleyenlere sormak gerekiyor. Bu fonda toplanan paralar nerelere harcandı? Hangi sermaye gruplarına ucuz kredi olarak verildi?

Sermayenin istekleri sözkonusu olunca, muslukları açan devlet, işçiye-memura gelince ekonominin dengeleri bozuk bahanesine sarılıyor. Kapitalist ekonomi işte budur. Patronların sürekli zenginleşmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Krediler, teşvikler, düşük ücret dayatmaları, vb. ile devlet sermaye sahiplerinin daha fazla kâr elde edebilmeleri için çalışır. İşçilerin ve emekçilerin insanca yaşama istekleri ise bu kapitalist ekonominin dengelerini bozar. Patronlar daha az kâr elde etmeye başlarlarsa, ekonominin krize girdiği ilan edilir. Gelsin istikrar programları, gitsin kemer sıkma uygulamaları. Bunları engellemenin tek yolu mücadeledir, eylemdir. Tabandaki öfke ve tepkileri örgütlemeli ve harekete geçirmeliyiz. Kapitalist ekonominin, işçi ve emekçilere dayattığı cendere ancak böyle kırılabilir.

Bu mücadelede işçi ve emekçilere 15-16 Haziran şanlı direnişi yol göstermelidir. Haklar alınana kadar kararlı ve militan direnişler sonuç getirecektir. Sendika ağalarının, tepkileri geçiştirmeye ve oyalayarak soğutmaya dönük, göstermelik eylemler ile bizleri aldatmalarına artık izin vermeyelim.

İşçi ve emekçiler kendilerine insanca yaşama koşulları sağlayamayan bu kapitalist ekonomiyi ve düzeni yıkmalıdırlar. Yerine üretimin ve bölüşümün insan ihtiyaçları gözetilerek planlandığı ve bu sürece işçi ve emekçilerin aktif olarak katıldıkları sosyalist sistemi kurmalıdırlar.

Tek kurtuluş yolumuz budur.