|
ABDnin yeni dış politik açılımlarının arka planı
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher, Washingtonun dış politikasında bazı terminolojik değişimlere gitmeyi uygun gördüğünü açıkladı. Böylece yıllardır terörist, terörizmi destekleyen ya da çakal devlet olarak anılan ve Washingtonun her türlü yaptırımına maruz kalan İran, Irak, Libya, Suriye, Kuzey Kore, Küba ve Sudan, sadece kaygı kaynağı teşkil eden devletler kategorisinde yer alacaklar. Oysa birkaç hafta önce Bill Clinton, Avrupa ülkelerini ve Rusyayı dolaşarak, ABDnin pek uzak olmayan bir gelecekte sözkonusu devletlerden gelebilecek can alıcı bir tehlike ile karşı karşıya kalabileceğini ve nükleer savunma kalkanı projesinin ne kadar gerekli olduğunu açıklamıştı.
Başka göstergelerle bir arada düşünüldüğünde, böyle bir değişikliğe gidilmesinin Bill Clintonun Avrupa gezisinin ardından yaşanması dikkate değer. Zira, bu terminoloji değişikliğinin yanısıra, ABD Kuzey Koreye yönelik yaptırımcı politikasında bir gevşemeye gitmeyi de uygun gördüğünü açıkladı. Bunun üzerine basın ajansları, birbirleriyle kıran kıran bir rekabet içinde bulunan Pepsi Cola ve Coca Cola firmalarının yükledikleri kamyonların Kuzey Kore sınırına üşüştüklerini ve bu ülkenin pazarına dalmak için Washingtonun yeşil ışığını beklediklerini bildiriyorlar. Yine aynı zaman zarfında, New York Times gazetesi aracılığı ile, piyasaya Miloseviçe ilişkin bir ABD senaryosu sürüldü. Aynı şekilde, İran rejiminin Birleşmiş Milletler Örgütü Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından Ortadoğudaki barış sürecini desteklemeye, Hizbullah örgütüne baskı yapmaya davet edilmesini, ABDnin bir inisiyatifi olarak algılamak gerekiyor.
Washingtonun kısa bir zaman zarfında ardarda verdiği bu sinyaller, elbette tek bir amaca hizmet ediyor. Ama, aynı birçok hedefi ilgilendiren bir tavır değişikliği, ister istemez sorunun güncel boyutunu tali konuma düşürüyor ve arka planını sorgulamayı gerektiriyor. Çünkü, ABDnin pek sevdiği ve sistematik bir biçimde kullandığı terörist devlet temasından aniden vazgeçmesi, Kuzey Koreye yönelik jesti, Kofi Annan üzerinden İranda Ortadoğu sorunu için yardım talep etmesi ve Miloseviç hakkında piyasaya dedikodu düzeyinde haber sürülmesi, birbiriyle yakından bağlantılıdır.
ABDnin bu tavır değişikliğinin kuşkusuz ciddi gibi görünen, ama aslında tali olan nedenleri mevcuttur. Örneğin her iki Kore arasındaki tarihi zirve, ABDnin Kuzey Koreye yönelik katı politikasında ısrar etmesini gereksizleştirdiği ileri sürülüyor. Elbette bu yaklaşımın bir rasyonalitesi var. İranda Hateminın önderliğindeki liberal akımın yaşadığı düzenli güçlenme seyrine Washingtonun destek vermek istediği ve dolayısıyla bir açılımı doğallaştırdığı iddia ediliyor. Bu da doğrudur. ABDnin Hafız Esadın ölümü ile birlikte yeni Şam yöneticilerine olumlu bir mesaj vermek istediği, ilerde rejimin üzerinde nüfuz yaratmanın olanağını elde etmeye çalıştığı söyleniyor. Bunun da Washington açısından akılcı bir yatırım olduğu inkar edilemez.
Ama, aynı anda piyasaya sürülen bu jest yığını mevcut uluslararası koşullarla ve yaşanan ya da yaşanmaya gebe olan sorunlarla bir arada değerlendirildiğinde, ortaya çok farklı bir tablo çıkmakta, konunun çerçevesi farklı bir düzeye oturmaktadır. Bu tabloda ABDnin bir başkanlık seçimleri kampanyası içinde oluşunun yeri yoktur.
90lı yıllar ABD emperyalizminin dünyanın her yerinde ve her alanda dilediği gibi at oynattığı, varolan mevzilerini pekiştirdiği, yenilerini kazandığı, kısacası dünya üzerinde tahakküm kurduğu bir dönem oldu. Bu sürecin ayrıntılarına değişik vesilelerle döne döne değiniyor ve bir gün kapanmasının kaçınılmaz olduğunu özellikle belirtiyoruz. Rusya artık ABDye karşı tok konuşmaya, en azından protokol düzeyinde inisiyatifli davranmaya başladı. Gerisi gelecektir. Daha şimdiden içinde birçok yeminli ABD uşağının yer aldığı Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleri Kremlinde Putin etrafında kenetlenme eğilimi gösteriyor, nükleer savunma kalkanı projesi konusunda Rusyanın yanında yer aldıklarını belirtiyorlar. Çin Halk Cumhuriyeti aynı konuda Rusyanın tavrını desteklediğini çok net bir biçimde ifade etti. ABDnin sataşmaları ve küstahlığı, nesnel olarak, bu iki ülke arasındaki dayanışmayı derinleştirecektir. Bill Clintonun son Avrupa gezisinde, batı Avrupa ülkelerinin eli kolu bağlı bir biçimde ABDnin dümen suyunda yüzmekten yana olmadıkları ve onun vesayetinden kurtulmak için fırsatı kolladıkları görüldü. Ortadoğu sorununda ABDnin içinde bulunduğu çıkmaz ve yol açtığı tepkiler, tüm karmaşıklığıyla gündemde.
Kısacası, 90lı yıllara damgasını vurmuş olan ABD yayılmacılığı tıkanmış, tek kutuplu bu süreç tanık olunan biçimi ile kapanmış bulunuyor. Ve üstelik ABDnin saldırganlığına ve egemenliğine dünyanın birçok yerinde, aynı anda, son derece diplomatik biçimler altında ve henüz mütevazi bir tarzda da olsa tepkiler gelişiyor. Washingtonun 90lı yıllarda sürdürdüğü saldırgan politikada ısrar etmesi, ilk işaretleri alınmaya başlayan bu tepkileri körükleme ve süreci hızlandırma riskleri taşıyor. Bu nedenle ABD elde ettiği kazanımlarını korumak, uç vermeye başlayan tepkileri yatıştırmak için taktik değiştirmek zorunda kalıyor.
Dolayısıyla, amaç Kuzey Koreye Coca Cola satmak değil, özellikle son dönemde iki Kore arasındaki ilişkilerin düzelmeye başlamasının ardından, Güney Korede ABD askeri işgaline karşı hızla gelişen muhalefeti yatıştırmaktır. Miloseviçin sürgün senaryosu da aynı endişe kategorisine giriyor. ABD Kosovanın kendisi için ateşten bir gömleğe dönüşmesinin dehşeti içinde. Başını NATO güçlerinin çektiği işgal koalisyonu bir bataklığa saplanmış durumda. Dün Hitlerle eşanlamlı anılan Miloseviç rejiminin toptan imha edilmesi gerektiği savunuluyordu, bugün basın aracılığı ile Miloseviçin sürgün olmasının pekala bir çözüm teşkil edebileceği salık veriliyor, yarın daha farklı bir reçete de sunulabilir. Amaç mevcut aşamada kamuoyunu değişik olasılıklara alıştırmaktır. Ama nihai hedef, Kosovanın işgal güçleri için bir Güney Lübnana dönüşmesini engellemektir. Sözünü ettiğimiz diğer örnekleri de aynı şekilde açımlamak mümkündür. Kısacası, ABDnin, basında bir cümle ile geçiştirilen, bu terminoloji değişikliği politikasının gerisinde, mevcut uluslararası statükoyu koruma yatıyor.
|