ARSIVANA SAYFA
 
24 Haziran '00
SAYI: 23
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
TİS'ler ve sınıfın sorumluluğu
Tarımda yıkım programı başladı
Tüm çalışanlara işgüvencesi!
TİS sürecinde mücadeleyi yükseltelim!
İşçi sınıfı yasakları çiğneyerek grev hakkını...
Belediyelerde grev hazırlığı
Sistemli ve disiplinli bir çalışmayla başardık
İEP'in derinleşen zaafiyeti
EXSA grevi büyük bir coşkuyla başladı
Adana'da sınıf çalışmasının güncel gerekleri
Yerel sınıf çalışmasında yüklenilmesi gereken halka
Norm kadro yönetmeliği
Hazırlık öğrencileri ve yazokulu süreci
Programda tarım ve köylü sorunu/1
Polis zihniyetli bürokratları başımızdan...
Devrimci tutsaklar onurumuzdur, onurumuzu...
Hücrelere girmeyeceğiz, direneceğiz!
Yaşamın hücreleştirilme sine ve...
ABD politikasının iflası
ABD'nin yeni dış politik açılımlarının arka planı
Opel'de binlerce işçinin iki günlük grevi
Komünist militanlardan parti programı üzerine...
Burjuva basından seçmeler
Mücadele Postası
 
Tüm başlıklar

 
 
Almanya’da otomobil sektörü kaynıyor...

Opel’de binlerce işçinin iki günlük grevi


14-15 Haziran günleri Bochum’daki işletmelerde çalışan binlerce Opel işçisi 35 saatlik greve gittiler. Opel’in ana firması General Motor ve İtalyan Fiat tekeli ile oluşturdukları “stratejik birlik” adımının ardından ücretlerde %30 oranında azaltmaya gidilmesi, işyerlerinin yokedilmesi planları, 30 bin Opel ve Fiat işçisini kapsıyor. Benzer gelişmeler diğer otomobil işkollarında da yaşanıyordu. Bu grev bu anlamda sermayeye verilebilecek en uygun yanıttı.

Grev etkilerini kısa sürede göstermiştir. 16 haziran günü, Bochum bantlarında malların üretiminin durması nedeniyle, Rüsselsheim, Eisenach, İngiltere’de Ellesmere Port, Belçika’da Antwerpen Opel ve General Motor işletmelerinde de bantlar çalışamaz duruma geldi. Bochum’da 2 bin adet Opel Astra ve Zafira modellerinin üretilememesi nedeniyle, Opel’in 100 milyon mark kaybı oldu.

Kendiliğinden gelişen ve yasalara rağmen yapılan bu grevin politik etkisi ise adeta büyük bir bombaydı. Zamanlaması anlamında da önemliydi. Çarşamba gecesi İçişleri Bakanı Otto Schily ÖTV şefi ile anlaşmayı imzalamışlardı. Milyonlarca kamu çalışanının satış sözleşmesi niteliğindeki anlaşma kamu çalışanlarının grevinin engellenmesi yönünde alınmış bir karardı. Ama 14 Haziran’da binlerce Bochum’lu Opel işçisi kendiliğinden örgütledikleri grevi başlatarak sermayeye gerekli cevabı verdi. Grev haberi kısa sürede diğer işletmelere yayıldı ve Rüsselsheim, Kaıserslautern ve Antwerpen’de binlerce Opel işçisi işi bırakarak greve katıldı.

Opel’in 15 Haziran’da dağıttığı bildiride “İş bırakmaya devam edilmesine tolerans göstermeyeceğiz. Düzenli iş akışının olmaması durumunda Bochum’daki işyerini kapatmak zorunda kalacağız” diyerek tehdit ve şantaja başvurması, işçilerde alttan alta kaynayan kızgınlık ve öfkenin patlamasına neden oldu. Opel işçileri işverenin bu tehditlerinin kendilerini korkutamayacağını, greve bir kez başladıklarını ve artık onu sürdüreceklerini açıkladılar. Aynı gün işçiler arasında sert tartışmalar yaşandı. Grevi “sokağa taşımak” eğilimi, sokaklara barikat kurma tartışıldı. Cuma günü (16 Haziran) bir yürüyüş planlandı.

Grevin sürdüğü saatlerde işveren birçok öneride bulundu. Ama talepleri kabul edilene kadar grevi sürdürme kararlılığında olduğunu sergileyen işçiler, dünyanın en güçlü otomobil tekellerinden Opel’i dize getirdi. İşveren 15 Haziran Perşembe gecesi saat 21:00’de açıklama yaparak, Opel’de ücretin tamamının ödenmeye devam edileceği sözü verdiler. Aynı şey sosyal ödenekler için de geçerli olacak. Opel işyeri temsilciliğinin aldığı karar tüm Opel işletmelerini bağlayacak.

Diğer otomobil tekellerinde de işçiler arasında kaynaşmalar büyüyor. Sadece bu sektörde son 4 hafta içinde 8 kez kendiliğinden gelişen yasa-dışı grevler yaşandı. Otomobil işçileri işyerlerinin yokedilmesine, esnek çalışma ve tekeller arasında süren rekabet savaşının işçi ve emekçilere çıkartılan faturalarına karşı grevlere giderek direndiler.

Opel işçileri bir kez daha kazandı. 2 günlük grev süresinde 3 kez yayınlanan “Ateş Kıvılcımı” isimli fabrika gazetesinde, “Kendi gücümüzü anladık. 1. raund işçilerin hanesine yazıldı” değerlendirmesi yer aldı. Ayrıca işverenin sözlerinde işyerlerinin gelecekteki durumunun ve gençliğin geleceği konusunda net bir açıklılık olmadığı vurgulandı.

Opel işçileri bu haber hazırlanırken (22 Haziran) bir toplantı yapacaklardı. Toplantıda yeni bir anlaşma için yapılan öneriler üzerine tartışılacak. Öneriler arasında; tam ücretli 30 saatlik çalışma haftası istemi de yer almakta. Bu da gösteriyor ki, Opel işçilerinin kararlılığı sürüyor ve sürecek.




Almanya:

Kamu emekçilerinin
grev kararlılığı sendikalarca kırıldı


Almanya haftalardır toplu sözleşme sürecinde. Kamu çalışanları greve hazır olduğunu defalarca gösterdi. Ama greve niyetli olmayan sendika bürokratları bir kez daha anlaşma masasında emekçileri sattı.

Toplam 5.2 milyon kamu çalışanını ilgilendiren toplusözleşmenin tıkanması sonucu, 850 bin kamu emekçisinın katıldığı grev oylaması yapıldı. Oylama sonucu, ÖTV % 76.02, DAG % 72.80, GLW % 90.80, GP % 91olmak üzere emekçilerin ezici çoğunluğu grevden yana oy kullandı. Ama ÖTV ve DAG sendikaları, eyeleme bir gün kala grevi erteleyerek, işverenle uzlaşma yolu aradıkları sinyalini vermişlerdi. Kamu emekçilerindeki greve gitme kararlılığı işvereni ürkütmüş olacak ki, bugüne değin ayak direttiği şartlardan bir parça taviz verdi. Ufacık bir taviz greve niyeti olmayan sendikaları rahatlatmaya yetti. Sendikalar işverinin taleplerini kabul ettiler.

Toplusözleşme sürecinde kamu çalışanları kavgaya hazır olduklarını defalarca gösterdiler. Hem sendikalar hem de hükümet grev oylamasında işçilerdeki kararlılığı bir kez daha gördüler. Şimdiye değin alttan gelen basınç karşısında greve gidebileceklerini duyuran sendikalar, grev oylaması süresince işçilerin greve hazır olmadığı yollu bolca demeçler vereceklerdi. Böylece kamu çalışanlarının öfke ve tepkilerinin içini boşaltacak, eylemlerini sonuçsuz bırakmak için koşulları hazırlayacak, bunu da greve bir gün kala grevi erteleyerek sermayeye gösterecekti. Hükümetin ufacık bir tavizine can simidi gibi sarılacak ve böylece kamu emekçilerinin satış sözleşmesinin altına imza atacaklardı.

1992 yılında yaşanan grev, sendikal ihanete çarparak kırılmış ve geriye çekilmişti. Kamu çalışanları daha sonraki yıllarda kesik dalgalar halinde yine uyarı grevleriyle gelmişlerdi. 2000 yılının bu ilk TİS görüşmelerinde kamu çalışanları kavgaya kararlılıklarını yine göstermişlerdi. Ama bu, sendikal ihanete çarparak bir kez daha kırıldı. Ama dalgaların yeniden gelmesi kaçınılmazdır. Ve dalgalar sürekli çarpan şiddetiyle kayaları aşındırdıkları gibi, kamu çalışanları işçi ve emekçileri de düzeni aşındırmaya devam ediyorlar ve sınıf mücadelesinde bileniyorlar.




Umuda yolculuk ve yalancı dünyalar


İki çeşit fare vardır,
açlar ve toklar.
Toklar evindedir hoşnut
göçtedir ama açlar...
göç ederler milyarlarca mil
durmadan, dur durak bilmeden
giderler dosdoğru, korkunçtur yolları
Ne rüzgar ne hava durdurabilir onları...
Göç fareleri, o vay
Artık çok yakındalar
Yaklaşmaktalar, duyuyorum
Islıkları- kıtalarca sayıları.

Heinrich Heine


Göç insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Göç etmek zorunda kalan insanlar, tüm zorlu koşulları göze alarak sınırları zorluyorlar. Kıtalar aşıyorlar. Dünya ölçeğinde göçten etkilenmeyen hiçbir kara parçası yoktur.

Geçtiğimiz yüzyıl içinde de onmilyonlarca insan ülkesindeki kitlesel işsizlik, reel ücret farklılıkları, yoksulluk, açlık vb. ekonomik koşulları nedeniyle ülkesini terkedip, iş bulabilmek, daha iyi yaşam koşullarında yaşayabilmek için göç ederken; milyonlarca insan savaştan, faşist katliamcı rejimlerin baskı ve katliamlarından kaçarak insanca yaşamanın koşullarını aramak üzere yerini yurdunu terkediyordu. Örneğin Fransa’da inşaatlarda çalışan her 10 işçiden 8’i Kuzey Afrikalı, Portekiz ve İspanyol. Belçika’da madenlerin yarısını yabancılar çıkarıyor. Almanya’da banttan çıkan her 7-8 araba bu yabancı işçiler tarafından üretiliyor. İsviçre’de %25 yabancı işçi yaşıyor. Turizm sektörü İspanyol ve İtalyanların elinde. Körfez ülkelerinde, Arap Emirlikleri’nde ve Kuveyt’te çalışan nüfusun %85’ini yabancı işçiler oluşturuyor. World Labour Report Enstitüsü’nün açıklamasına göre, dünyada yabancı bir ülkede çalışan işçi sayısı 20-22 milyonu geçiyor. Buna Amerika, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşayan göçmenler dahil değil. Bu istatistiklere dahil edilmeyen bir de illegal çalışan göçmenler var ki, bu sayı bunlarla 30 milyonu geçiyor. Aileleriyle birlikte düşünüldüğünde, sayıları 40-50 milyonu buluyor.

Ülkesinde iş bulamayan, yoksulluk sınırının altında yaşayan insanlar daha yaşanılabilir koşulları aramak için, en son eşyasına kadar satarak, son kuruşuna kadar şebekelere ödeyerek, sermayenin kendileri için erittiği ama işçi ve emekçi halklar için çizdiği sınırlara rağmen, büyük tehlikeleri göze alarak çıkıyorlar umuda yolculuğa. Ama su yollarını ejderhaların tuttuğu sadece masallarda değildir. Gerçek hayatta da her su başında bir ejderha yatmaktadır. Bu ejderhalar bazen aşılmak istenen okyanustur, yutar onları. Bazen sınır boylarında bekleyen üniformalılardır ejderhalar. Geldikleri gibi gönderecektir onları geriye. Bazen ulaştıkları ülkenin yasaları olarak çıkacaktır, bazen zorla geri gönderilmek için bindirildikleri uçaklarda ağızlarına yastık örterek boğacaklardır ejderhalar. Bazen yabancı düşmanı faşist ideolojilere bürünerek çıkacaktır karşılarına. O zaman savaşta bombalardan kaçan Lübnanlı 13 yaşındaki kızların bedenleri ateş olup kavrulacaktır. Sokakta tekellerin beslemeleri Naziler olacaklardır bazen. Onların tekme ve sopaları altında can vereceklerdir. İnsanca yaşamak için ülkesinde işkenceden zindana kadar her türlü baskı ve eziyeti yaşayan ve umuda yolculuk için yabancı ufuklara doğru yola çıkanların çoğu savaşacaktır bu ejderhalarla. Tüm ejderhaları yendiğini ve o ufka ulaştığını sandığı umut yolculuğunun sonunda, aslında yalancı umutlara bel bağladıklarını anlayacaklardır.

İngiltere’de Dover’de insanlık dışı koşullarda can vermiş, yaşları henüz 20 olan, 60 kadar gencin öyküsü de aynen böyle başlamış ve böyle bitmiştir. Çin’in yoksul bir balıkçı kasabasından onbinlerce dolar ödeyerek yola çıkan bu insanların İngiltere’ye illegal yollarla çalışmaya gitme hayalleri, domates yüklü olduğu bildirilen bir tırın içinde havasızlıktan boğulmalarıyla noktalandı.

Bu vahşetin haberleri medyada verilirken, aynı gün Portekiz’de AB şeflerinin Avrupa’nın bütünleşmesi ile ilgili bir toplantıları yapılmaktaydı. Yüzlerine taktıkları sözüm ona olaydan derinden etkilediklerini gösteren maskeleri demeçlerle birleşti. 58 insanın ölmesine neden olan bu insanlık dışı dramın suçluları cezalandırılmalıydı. Suçlu bilinmiyordu da. TIR sürücüsü, bir hafta önce kurulan ve sadece posta kutusu olan firma ve İngiltere’de yaşayan birkaç cins akbaba.

Oysa suçlular, insanlığı yerini yurdunu terketmek zorunda bırakan, işsizliğin, yoksulluğun, ağır sömürünün, yoğun baskının kaynağı sistemin kendisi ve bu sistemin çıkarlarını korumak için her türlü yasa ve uygulamayı hazırlayan devletlerdi. Yani o masanın etrafında oturan baylardı. Hem de birinci derecede. Daha geçtiğimiz hafta Şengen anlaşmasının 15. yılını kutlamışlardı. Bu anlaşma AB ülkeleri arasında insanların seyahat etmesini serbest bırakırken, dış sınırları halklar için geçit vermeyen engellere dönüştürmüştü. Bu yasayla iltica yasası sertleştirilmiş, sevilmeyen yabancılara karşı ortak tutum alabilmek için yasalarda düzenlemelere gidilmişti. Dover’de boğularak ölen 58 kişi de bu yasaya göre zaten ekonomik ilticacı olarak damgalanacak, iltica hakkı verilmeyecek ve Belçika’nın yaptığı gibi sınır dışı edilecekti.

AB komisyon sözcüsü Faull, bu yılın sonuna değin Avrupa’nın iltica ve göçmen politikalarının ortaklaştırılması ile ilgili önerilerinin sunulacağını açıkladı. Bu Avrupa Klubü’nün duvarlarının daha da yükselteceğinin ifadesi bir tehdit olarak anlaşılmalıdır.

Olcay Güneş