- Kızıl Bayrak'tan
- Sınıf hareketinin güncel sorunları
- İşsizlik sigortası
- İMF memuru hükümet
- KESK
- Kamu emekçilerine ek zam
- "Norm Kadro Yönetmeliği"
- Enerji emekçileri iş bıraktı
- Sermaye medyası
- SASA grevi MHP'li...
- İEP 2. Temsilciler Kurulu
- İEP toplantısında yapılan konuşmalar
- İEP -sonuç ve kararlar-
- "Umut" operasyonu
- Tarıma dönük yıkım saldırısı
- Avrupa Ordusu
- F- Tipi cezaevlerine karşı
- İşkenceci devleti aklama operasyonu
- "Yeni Gündem"
- Bogaziçi Üniversitesi...
- Siyonizmin Lübnan yenilğisi
- Komünist militanlardan
- Nazım Hikmet
- Devrimin şairi
- Umut...
- Ülkeyi emekçiler için cehenneme



 
 
Umut...


Uzun uzun çalan saatin sesiyle uyandım. Hiçbir ses insanı bu kadar rahatsız edemezdi. Elimi uzatıp kapattım saatin zilini, saatin sesini duymamanın rahatlığını hissettim bir an içimde. Bu sesi hiç sevmediğim halde saati çalması için kuran da ben değil miydim? Gülümsedim, uyku sersemliğiyle ve bir önceki günün yorgunluğunu atamamanın ahengiyle. Her tarafım tutulmuştu yatakta, öylece kalıp kendime gelmek istedim. Ta ki uyanana kadar... Hemen yataktan fırladım ve saate baktım, servisin kalkmasına yarım saat kalmıştı. Aceleyle elbiselerimi giydim ve sokağa fırladım. Aceleyle yürürken yüzümü yıkamadığımı farkettim. Aslında gerek de yoktu, nasıl olsa birazdan kapkara olmayacak mıydım. İşte gene güldüm kendi kendime, herşeyden bir olumlu yan çıkarmazsam olmazdı sanki.

Duraktaydı gene her sabah gördüğüm yüzler... Durağın köşesine geçmiş sigara yakıyordu gene, emekli olacağı günü bildiğim halde adını bilmediğim yaşlı amca. Çeyizini hazırlayan, evlenince çalışmayacağını söyleyen genç kızlar da oradaydı. İşte koşarak geliyordu, büyüyünce doktor olacağını söyleyen kaportacı çırağı. Oysa çok sürmeyecekti bu düşü, anlamaya başlamıştı artık doktor olmak için okuması gerektiğini, değişiyordu artık umutları. Hem mahallenin çocukları da okula gitmek için binmiyordu artık otobüse. Oysa hiç değişmezdi otobüs sıraları, ta ki kervana başkaları eklenene kadar.

Bugün bende bir şey var, herşeye gülüyorum. Umarım insanlar yanlış anlamazlar. Hergün oturduğum koltuğun yanına varmıştım ki, koltuğun eskidiğini gördüm. Birkaç senedir oturduğum koltuğun döşemesinin değişeceğini düşünmek güldürmüştü beni. Aslında normaldi koltuğun eskimesi. Çünkü hiçbir koltuk dayanamazdı bu mahallenin istikrarlı yolcusuna.

Gene aklıma iş geldi ve yüz hatlarım gerildi bir an. Ya işe geç kalırsam, ya içeri almazlarsa diye düşündüm, ama iki-üç fırça attıktan sonra içeri alacaklarını da biliyordum. Tam bunları düşünürken çeyiz hazırlayan kızlardan biri telaşla saati sordu. Hemen kolumu kaldırıp saatime bakacaktım ki, kolumda saat olmadığını farkettim. Ona ancak saatim evde kalmış diyebildim. Oysa son bir-iki yıldır saatim olmamıştı benim. İçimi büyük bir huzursuzluk kaplamıştı, durup durup gülmenin karşılığı olmalıydı bu. Gene derin düşüncelere dalmıştım ki, ihtiyar amcanın öksürüğüyle kendime geldim. Otobüs şimdi başka bir duraktaydı. Adını bildiğim bir abla bindi önce, sonra da diğerleri. Konuşuyordu gençler, gecekonduların bilinen argosuyla.

Esmer çocuğun çalıştığı fabrika para vermiyormuş, şerefsizmiş patronları...

Uzun boylu olanın sigortası bile yatmıyormuş, şanslıymış esmer çocuk....

Esmer çocuk bırakacakmış işi, silsilesine söverken patronların, delikanlılık onda kalsınmış. O eşşek olduktan sonra sırtına semer vuracak adam mı yokmuş. Kaç yerden çağırmışlar, da o gitmemiş önceden.

Ayşe ablanın kızı evleniyormuş, artık çalışmaktan kurtulmuş kızcağız, oğlanı müdür yapacaklarmış çalıştığı ambarda, vs., vs...

Bayır aşağı dikilmişti otobüs. Şehrin binaları görülmeye başlamıştı. Bekliyordu beyaz duvarlarda yazılamalar, ilgi görecekleri günleri sabırla. Otobüs yolcusunu indirdi son durakta ve bir çarkın dişlisinin yaşadığı gururla döndü bir sonraki turuna. İner inmez servisi, belki yakalarım umuduyla koşmaya başladı insanlar.

Bana bakıyorlardı, bana değil koşmama... Oysa alışmış olmalılardı. Çünkü onlar da koşuyorlardı servisin bir başkasına.

Tam hareket edecekken yakaladım servisi. Bindim ön kapıdan, arkadaşları selamlayarak boş yer aradım kendime. Aslında aramama gerek yoktu. Otobüsteki koltuğu nasıl ben ve birkaç kişi eskittiysek, servisteki oturduğum koltuğu da eskitmiştik ben ve birkaç kişi.

Koltuğa oturup geriye doğru yaslandığımda kendimi güvenli hissettim. Yetişmiştim. Artık ne ustabaşından fırça yiyecektim, ne de yevmiyem kesilecekti. Biraz sonra otobüs duracak ve Bülent binecekti. Ama Bülent’i göremedim... Sağa sola bakınırken Mehmet ağabeyle göz göze geldik. Ona Bülent’in neden gelmediğini sordum. Mehmet ağabeyin gözleri büyümüş sanki, etraftan bir şeyler saklar gibi bakarak usulca geldi yanıma oturdu ve Bülent’i polislerin götürdüğünü söyledi. Ardından ekledi; “Patavatsız, sağda-solda rastgele konuşursa olacağı buydu. Ona kaç sefer söyledim dikkatli ol diye, herkese güvenme diye”. Ve bir daha konuşmadık.

Aslında doğru söylüyordu, daha önce birkaç kez ben de uyarmıştım onu. İnancı olan, bilincine saygı duyduğum bir kişinin bu türden bir hata yapmasını bir türlü anlayamadım ya da anlamak istemedim.

Kızıl Bayrak okuru bir işçi



Mücadelenin kültür cephesine daha fazla ilgi gösterilmelidir!


Ömrümüz


Ömrümüz, ıslak toprağın nemidir
Asidir aşıktır yaralıdır
Yangın yeridir yüreğim
Gençliğim sığmaz törelere.

İhanetçiler salmışlar
.
sokak başlarına
Kan kusuyor namlular
Denizlerin derinliğidir ömrümüz
Kurşun dinlemez.

Konuşsak kelepçe vurulur
.
bileklerimize
Sussak yaşamaz ölürüz
Göğsümüz dağlara uzanır
.
bu yüzden
Dağlar kısrak tay gibi
Diktir serindir anaçtır.

Kimlik sorarlar ömrümüze
Oysa sınır tanımaz
Paramparça giysilerimiz
Ömrümüz ömrümüz
.
direnişin özetidir.

H. Yılmaz

Gazetemizin 20 Mayıs 2000 tarihli sayısında yayınlanan Tahir Solmaz arkadaşın “Sınıf mücadelesi ve devrimci sanatın önemi” başlıklı yazısını anlamlı buluyorum.

Sürekli gündemimizde olan ve olması gereken sanat/kültür cephesini devrimci mücadelede daha etkin kullanmak durumundayız.

Sanat proletaryanın genel davasının bir parçası olarak görülmelidir. Kendi kültürünü geliştirmeyen bir sınıfın kendi özgürlüğüne kavuşması mümkün olmayacaktır. Sanatı sınıfın sosyalist değerleriyle yoğurmalı, sınıfa malederek, onun yaşamından beslenerek biçimlendirmeliyiz.

Aksi taktirde sanat birkaç kişinin ya da aydının çalışması olarak kalacaktır. Dolayısıyla sınırlanıp kısırlaşacak, bu darlıkla kendisini üretecektir. Böyle bir sanatsal üretimin ise, sınıfın değerlerini ve kültürünü yaşatmak ve geliştirmekten ziyade, burjuva kültürün yeni tonlarda üretilmesinden başka bir sonucu olamaz.

Bireyin düşüncesi, sanatsal eylemi, bilincinde olsa da olmasa da, içinde bulunduğu toplumsal ilişkiler tarafından belirlenir. Bu nedenle sanatçılık ruhu sanatçının dünya görüşü ile sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Birçok sanatçı sık sık özgürlükten dem vurmaktadır. Eğer sanat burjuva kültürünü aşacak militan-devrimci bir özden yoksunsa, özgür de olamaz.

Böyle olunca, herşeyden önce sanatçının egemen burjuva ideolojiden koparak bilimsel felsefi bakış açısı ile ezilen sınıfın içinde, mücadele alanlarında sanatını icra etmesi gereklidir.

Onun dışındaki çalışmalar sistem içinde boğulmaya mahkum olacaktır.

Gazetemizi kültür/sanat cephesinde yetersiz buluyorum. Gazetemizde bu alandaki ürünlere daha fazla yer verilmeli ve okuyucular bu yönde teşvik edilmelidir. Elbette öncelikle görev bizlere düşüyor...

H. Yılmaz


ARSIV ANA SAYFA