- Kızıl Bayrak'tan
- Sınıf hareketinin güncel sorunları
- İşsizlik sigortası
- İMF memuru hükümet
- KESK
- Kamu emekçilerine ek zam
- "Norm Kadro Yönetmeliği"
- Enerji emekçileri iş bıraktı
- Sermaye medyası
- SASA grevi MHP'li...
- İEP 2. Temsilciler Kurulu
- İEP toplantısında yapılan konuşmalar
- İEP -sonuç ve kararlar-
- "Umut" operasyonu
- Tarıma dönük yıkım saldırısı
- Avrupa Ordusu
- F- Tipi cezaevlerine karşı
- İşkenceci devleti aklama operasyonu
- "Yeni Gündem"
- Bogaziçi Üniversitesi...
- Siyonizmin Lübnan yenilğisi
- Komünist militanlardan
- Nazım Hikmet
- Devrimin şairi
- Umut...
- Ülkeyi emekçiler için cehenneme



 
 
“Umut” operasyonu düzen bataklığına saplandı!


A. Başak


“Siyasal amaçlı cinayet şebekeleri birbiri ardından yakalanıp adalete teslim ediliyor, bölücü veya din sömürücüsü terör örgütlerinin kaynakları kurutuluyor. Emniyet ve istihbarat örgütlerimiz her türlü siyasal karışmacılıktan ve klikleşmeden kurtarıldıkça, etkinlik ve başarıları da artmaktadır. Bağımsız yargı organlarının da katkılarıyla, karanlık ilişkiler birbiri ardına aydınlanmakta, yıllardır çözülemeyen düğümler hızla çözülmektedir. Ve bütün bu başarılı sonuçlara demokratik hukuk devleti kuralları içinde ulaşılmaktadır. Türkiye artık faili bilinmeyen cinayetlerin gölgesinden kurtulmaktadır.”
(25 Mayıs 2000, Radikal)

Bu sözler TC devleti Başbakanı B. Ecevit’e ait. Çizilen pembe tablo gerçekleri karartmaya yetmiyor. Çürümüş düzen ve çeteleşmiş devlet gerçekliği, bu koca yalanın ardına gizlenemeyecek boyuttadır.

“Umut” operasyonları “faili meçhuller aydınlanıyor” nakaratı eşliğinde sürdürülüyor. Biz bu nakaratı daha önce Hizbullah operasyonunun hızlı dönemlerinde de fazlasıyla dinlemiştik. Sonuçlarına bakıldığında neyin “aydınlandığı” kabak gibi orta yerde durmaktadır. Aydınlanan, bizzat devlet eliyle işlenen cinayetlerin sorumluluğunun taşeron örgüt ve tetikçilere kesilmesidir.

Devlet, kirli bir yönteme başvurarak emekçi kitlelerin faili meçhuller, kayıplar ve devlet terörü üzerinden oluşan duyarlılığını, kendi ihtiyaçları yönünde kullanarak köreltmek amacını gütmektedir. Bu ülkede faili meçhul cinayetler denildiğinde, hiç de düzen sözcülerinin söylediği gibi salt U. Mumcular, A. Taner Kışlalılar gibi isimler düşünülmüyor. Fakat devlet özellikle bu isimler üzerinden sürdürdüğü kampanya eşliğinde, asıl “faili meçhullerin” üzerini de örtmek istiyor bu arada. Ecevit’in sözleriyle, güya “gölgesinden kurtuluyor”. Ama boşuna çaba! Devlet bunun için çırpındıkça daha çok batağa batıyor. Üzerindeki “gölge”ler daha da koyulaşıyor.

Cinayet ve işkence bir devlet geleneğidir!
Bu ülkede işkence her zaman bir “devlet politikası” olarak sistematik olarak sürdürülmüştür. Mahalle karakollarında dahi uygulanan yaygın bir zor ve vahşet yöntemidir bu. Gözaltında, işkence tezgahlarında katledilen onlarca devrimci, yurtsever, yüzlerce sıradan insan var. Çatkapı operasyonlarla örgütevi baskını adı altında onlarca devrimci yargısız infazlarda katledildi/katlediliyor.

Bu ülkede cezaevlerinde tutsaklara “hücre evi” operasyonları çekiliyor ve toplu katliamlar yapılıyor. En son Ulucanlar’da, başkentin göbeğinde, on devrimci-komünist tutsak öldürüldü, onlarcası yaralandı, sakat bırakıldı. Ve aynı devlet F tipi adı altında hücre cezaevlerini gündemde tutarak yeni katliamlar yapabileceğini, bu konuda kararlı olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Bu kanlı terörün faili devlettir. Dolayısıyla bunların tetikçilerini bırakınız yargılamayı, koruma altına almakta, ödüllendirmektedir. Çok sıkıştığı durumlarda göstermelik yargılamalarla ya aklamakta, ya da komik cezalara çarptırarak güya sorumluluktan kurtulmaktadır. Hal böyleyken birilerinin çıkıp “faili meçhuller aydınlatılıyor” demesi koca bir yalandır, bu ülkede yaşayan herkesle alay etmektir.

Bu aynı devlet gözaltında kaybedilen evlatlarını, eşlerini, yakınlarını arayan “Cumartesi Anneleri”ne vahşice saldırdı. Yargısız infazlarda yakınlarını kaybeden ve bunun arkasında durmak isteyen ailelere tehditler savurdu. Tutsak yakınlarını meydanlarda copladı, sürükledi, gözaltına aldı. Yüzlercesi hakkında davalar açtı, cezalar kesti. Vedat Aydın gibi Kürt yurtseverlerin cenazesine katılanları kurşunladı.

Bütün bunları bizzat resmi güçlerine yaptıran devletken, sözcüleri çıkıp utanmazca “hukuk devletinden”, “demokrasiden”, “faili meçhullerin aydınlanmasından” bahsedebiliyor. Uygulanan devlet terörü bir sınıfın tutumudur. Burjuva devletin zor gücüdür. Yalnızca Türkiye’de uygulanmamaktadır. Burjuva devletin özü, karakteri budur. Bu her yerde, daha kaba ya da daha inceltilmiş biçimiyle, hep böyledir.

Bunlar Uruguay, Şili, Arjantin gibi ABD’nin “arka bahçesi” olarak bilinen Latin Amerika ülkelerinde yıllardır uygulanan ve fazlasıyla paralellik taşıyan yöntemlerdir. Özellikle askeri cunta dönemlerinde binlerce insan kaybedilmiş, katledilmiştir. Bu örnekleri başka bir dizi ülke üzerinden fazlasıyla çoğaltabiliriz. Her birinde de görüldüğü gibi, burjuva devlet sınıfsal özüne uygun olan işlevini yerine getirmektedir. Fakat yine de, tıpkı gelir dağılımı eşitsizliğinde olduğu gibi, buna zorunlu olarak eşlik eden baskı ve terörde de Türkiye ile yarışan pek az ülke vardır dünyada. Bu da işin bir başka yanıdır.

Topluma bulaştırdığı her türlü pislikle beraber bu düzenin kendisi de mücadeleyle aşılacak!
Yukarıda belirtilmiş olan herbir terör yöntemi, kitleleri sindirmek için devreye sokulmaktadır. Amaç fiilen bu teröre maruz kalandan çok, bunun yarattığı korkuyla geniş kesimleri yıldırmaktır. Faşist General Kenan Evren’in deyimiyle, yapılanlar, “örnek olsun” diyedir.

Bir taraftan toplum terörize edilirken, diğer taraftan “failler bulunuyor”, “karanlık güçlerin” üzerine gidiliyor demagojisi, devletin kitleleri salt çıplak terörle denetim altında tutamayacağının da bir ifadesidir. Devletin üzerinde koyulaşan kanlı ve kirli suç “gölge”si onu zaman zaman bundan arınmak için de “operasyon”lar yapmasını gerektirmektedir. Bu operasyonlar gerçek ya da uydurma kukla tetikçilere değil, fakat bizzat halk kitlelerinin bilincine çekilmektedir. Son “umut operasyonu” da tümüyle bu niteliktedir. Bu halk kitlelerini budala yerine koymak, onlarla alay etmektir.

Toplumun devlet terörüne, insani değerlere yabancılaşması, duyarsızlaşması konusunda egemen sınıfın mesafe aldığı da bir gerçektir. Adım adım uygulanan, tepeden planlanan “operasyonlar”la ve gerici propagandanın gücüyle kitleler sersemletilmekte ve duyarlılıkları kırılmaya uğratılmaktadır. Özellikle 12 Eylül sürecinden sonra alınan mesafe, toplumun kirletilmesi belki de yapılan en büyük kötülük olmuştur.

Sözkonusu çürüme, aynı zamanda sınıf ve kitle hareketinin yıllardır aşılamayan sancılı seyrinin de bir ürünüdür. Kitleler belli dönemlerde öfke ve tepkilerini açığa çıkartma gücünü bulabiliyorken, bunların kazanımla sonuçlanan ürünlerini göremediklerinde, yeniden moral erozyonuna uğrayarak geriye çekilmektedirler. Susurluk süreci bunun en net örneklerindendir. Geniş kesimler düzen ve devlet gerçekliğini görmüşler, fakat hesaplaşma temelinde bir atılımı başaramadıklarında, güçlerine güvensizliği aşamamışlardır. Yine de bu sürecin kazanımı üstü örtülemez bir bilinçlenme olmuştur. Devletin çeteleşmesi gerçeği, bunun ifadesi olan kanlı ve kirli icraatlar, şu veya bu ölçüde bilinçlerde yer etmiştir. Devletin şimdi yapmayı hedeflediği, edinilen bu bilincin, bilince çıkan bu devlet gerçekliğinin karartılması, devletin temize çıkarılmasıdır.

Sınıf ve kitle hareketinin bütün sancılı seyrine rağmen kitlelerin bir parça kendini bulduğu, insani değerlere sarıldığı, dayanışma ruhunun güçlendiği, topluma kelimenin gerçek anlamında temiz nefes alma olanağının sunulduğu dönemler, tam da kitle hareketinin yükselişe geçtiği süreçler oldu. Belli bir zaman dilimini kaplayan kitlesel eylemlilikler bile bu rolü oynadı. Kitle hareketinin her yükseliş evresi, istisnasız olarak, aynı zamanda devletin kirli yüzünün sorgulandığı, hesap sorma gücünün açığa çıktığı evreler oldu. Yine aynı dönemler, devletin açık terörüne set çekildiği, devletin hareketin siyasallaşması korkusu dolayısıyla geriye çekilmek zorunda kaldığı zaman dilimleri oldu. Salt bu bile, gerici propagandanın kırılma noktasının tam da sınıf hareketinin güçlenmesinden geçtiğini göstermektedir.

Kanla örülmüş duvarı emekçiler yıkacak!
Bu devlet kendini aklayamaz. Her parçası çürüyüp dökülen kokuşmuş bir düzen, kendisine “temiz” bir adacık yaratamaz. Kaldırılan her taşın altından çıkan çürüyen cesetler, bu düzen ve devlete tutulan bir aynadır. “Bir tuğla çekilirse duvar üzerimize çöker” diyenler, ancak yeni kanla örülmüş duvarlar inşa ederler.

Günü gelecek bu duvar yıkılacak ve altında kalan kapitalist sistemin kendisi olacak. Bu duvarı yıkacak olan da, hesap soracak olan da, partinin önderliğinde iktidara yürüyen proletarya ve emekçi kitleler olacak.

Kapitalist düzenlerini yıktığımızda katiller proleter adaletten kurtulamayacaklar. Asla unutmayacak, asla unutturmayacağız!


ARSIV ANA SAYFA