- Kızıl Bayrak'tan
- Sınıf hareketinin güncel sorunları
- İşsizlik sigortası
- İMF memuru hükümet
- KESK
- Kamu emekçilerine ek zam
- "Norm Kadro Yönetmeliği"
- Enerji emekçileri iş bıraktı
- Sermaye medyası
- SASA grevi MHP'li...
- İEP 2. Temsilciler Kurulu
- İEP toplantısında yapılan konuşmalar
- İEP -sonuç ve kararlar-
- "Umut" operasyonu
- Tarıma dönük yıkım saldırısı
- Avrupa Ordusu
- F- Tipi cezaevlerine karşı
- İşkenceci devleti aklama operasyonu
- "Yeni Gündem"
- Bogaziçi Üniversitesi...
- Siyonizmin Lübnan yenilğisi
- Komünist militanlardan
- Nazım Hikmet
- Devrimin şairi
- Umut...
- Ülkeyi emekçiler için cehenneme



 
 
Devlet soygunculuğunun sonu gelmiyor...
Zorunlu tasarruf soygununun yerini şimdi de “işsizlik sigortası” soygunu aldı...

Kamu emekçilerine ek zam 5 milyon


Memura 5 milyon lira ek zam. Bozdur bozdur harca... Sadaka dedikleri tam da bu olsa gerek.

Sözde enflasyona karşı mücadele veriyorlar. Ve bu yüzden gene sözde enflasyon oranında zam veriyorlar. Enflasyona karşı mücadele adına %25 zam oranını dayatarak, geçmiş dönemdeki ücret kayıplarının üzerine sünger çektiler.

Geçmişi unutun, geleceğe bakın diyorlar. Geçmişi nasıl unutalım. Son kez fedakarlık, bu sefer düze çıkacağız, biraz daha kemer sıkın, yarın bunun karşılığını fazlasıyla alacaksınız, sözlerini nasıl unutalım. Bugünkü sefaletimiz bize bu geçmiş yalanlardan miras kaldı. Unut demekle unutulmuyor, bu sefaleti her gün yaşıyoruz. Şimdi enflasyona karşı mücadele masalıyla bizim yoksulluğumuzun “istikrarı”nı güvence altına almaya çalışıyorlar.

Peki verdikleri ücret zammı gerçekten enflasyon oranında mı? Mutfaktaki gerçek enflasyon oranı devletin açıkladığı rakamlardaki gibi mi? Hayır! Bir de bu yolla ücretleri eritmeye, yoksulluğumuzu derinleştirmeye devam ediyorlar. Sermaye hümümeti İMF’ye verdiği niyet mektubunda 2001 yılı için memura %12, 2002 yılı için ise %7 zam vereceğini açıklamış durumda. Yani yapılan dayatmalara karşı emek cephesindeki suskunlukdan da cesaret alan sermaye hükümeti, saldırılarında sınır tanımıyor, gitgide pervasızlaşıyor.

Hak verilmez, alınır!
Kamu emekçileri “Sadaka değil grevli TİS’li sendika hakkı!” diyerek mücadelesini yükseltti. Onyıl sonra hala devletin sadaka dayatması ve adeta aşağılamasıyla yüzyüze. Bu nedenle çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi için ve sahte sendika yasasına karşı grev silahının kullanılmasının en çok gerektiği bir dönemdeyiz.

Ama öyle anlaşılıyor ki KESK yöneticileri hal ve gidişten memnunlar. Arada bir demeç verip, arada bir de suya sabuna dokunmayan eylem yapıp, sonra gerisin geri koltuklarında uyukluyorlar.

KESK yöneticileri tabii ki boş durmuyor, hep istiyor. Ücretlerde geçmiş yılın enflasyon kayıplarının giderilmesini istiyor. %25 zam dayatmasının kaldırılmasını istiyor. Zorunlu tasarruf yağmasının son bulmasını ve buradan doğan kayıpların geri ödenmesini istiyor. Grevli TİS’li sendika yasası istiyor. İstiyor da, istiyor...

Ama hak almasını bilmiyor. Bunca soygun, yağma, sömürü karşısında genel grev genel direnişle barikat örme, hesap sorma yolunu tutmuyor. Oysa kamu emekçileri mücadeleye “Hak verilmez, alınır!” şiarını rehber alarak çıkmışlardı. ‘90’lı yıllara damgasını vuran büyük mücadele sürecinin, fiilen kurulup yaşatılan mevcut sendikal örgütlülüklerin gerisinde hep bu bakışaçısı vardı. Bu bakışaçısı KESK bürokratlarının marifetiyle kırılalı beri, yerine hak dileme acizliği geçireli beri, kamu çalışanları hareketi de gerileyip duruyor.

Bu hırsızın cezasını kim verecek?
Aç bıraktığı, işsiz bıraktığı çocuklara, gençlere baklava çaldıkları gerekçesiyle onlarca yıla varan hapis cezası keser bu devlet. İş sermayenin mülkiyet hakkını, çıkarlarını korumak olunca ise insaf tanımaz. Adalet bilmez. Gözyaşı dinlemez. Gencecik bedenleri dört duvar arasında çürütür.

Ama kendisi hırsızların en büyüğü ve en örgütlüsüdür. Onun her icraatı organize suçlar kapsamına girer. Sadece bu sömürü ve soygun düzenine bekçilik ettiği için değil. Kendi gaspçı elini de işçi sınıfı ve emekçilerin cebinden hiç eksik etmez.

Konut edindirme fonu der, yağmalar. Zorunlu tasarruf der, soyar. SSK fonları der, çalar. Soygunların en büyüğünü göstere göstere yapar. Bu konuda hiç kimse devletin eline su dökemez.

Sözde tasarruf adıyla 8 milyon kişinin ücretlerinden zorunlu kesinti yapar. Milyonların boğazından keser, katrilyonlarca lira para toplar. Fonda biriken paraları en düşük faiz ile nemalandırır. Hazine bonolarını, devlet tahvillerini %150 faizle sattığı yıllarda, zorunlu tasarruf birikimlerini yerinde saydırır. Biriken para, enflasyon karşısında erir gider. Daha doğrusu, devlet, ücretliden çaldığı bu parayı hazine bonosu, devlet tahvili, teşvik, kredi vb. olarak bol keseden sermaye tekellerine ve eşine, dostuna dağıtır.

Devlet bütçenin yarısından çoğunu yutan, halkın kanını emen bu rantiyelere borç ve faiz ödemesini bir gün geciktirmez, bir kuruş eksiltmez. Karşı çıkan olursa “piyasa kuralları”, “liberal ekonominin kanunları” hatırlatılır. Ama işçinin parası sözkonusu olduğunda ne kural kalır ne de kanun.

KESK’in araştırmasına göre 1994 başında; devalüasyon öncesinde zorunlu tasarruf fonunda biriken 6.5 milyar dolar Türk lirasına çevrilerek 2.5 milyar dolara düşürüldü, 4 milyar dolar böylece çalındı. 1996 yılında; Ziraat Bankası mevduata yüzde 89 faiz verirken, zorunlu tasarruflara yüzde 5.17 faiz uygulandı. 1998 yılında, enflasyon yüzde 70’lerde seyrederken, devlet yüzde 140 faizle borçlanırken, zorunlu tasarruflara yüzde 3.3 faiz uygulandı. 1999 yılında; enflasyon yüzde 69 iken, zorunlu tasarruflara yüzde 1.6 faiz uygulandı.

Yapılan kesintiler dolar olarak değerlendirilseydi, bir çalışanın ortalama 2.9 milyar parası olacaktı. Oysa, şu anda bir kişinin ortalama alacağı 1.3 milyar lira. Yani her kişinin yaklaşık 1 milyar 600 milyon lirası çalındı. 1988-1998 arasında enflasyon 132 kat, dolar 105 kat, mark 109 kat arttı, zorunlu tasarruf nemaları ise sadece 15 kat arttı. Zorunlu tasarrufların toplamı eğer dolar olarak değerlendirilseydi yaklaşık 41 katrilyon lira, enflasyon oranında değerlendirilseydi 28 katrilyon lira, Hazine bonosu olarak değerlendirilseydi 165.9 katrilyon liraya ulaşacaktı.

Devlet denen bu büyük hırsıza boyun eğdiğimiz sürece...
Bunun adı soygundur. Bunun adı silahlı gaspdır. Bu devlet hırsızdır. Bu devlet yalancıdır. Zorunlu tasarruf dediği, tasarruf değil, yağmadır. İşçiden zorla aldığını tekellere, rantiyelere, eşine, dostuna bol keseden dağıtmaktır.

İşçi sınıfı bu hırsızın karşısına dikilmedikçe, emeğinin hakkını savunamaz. Savunsa da sözde kalır. Adı devlet olan bu büyük hırsıza boyun eğdiğimiz sürece, sefaletimizin sonu hiç gelmeyecek. Yoksa bir soygun defteri kapanırken diğeri açılır. Zorunlu tasarruf soygunu bitmeden, şimdi olduğu gibi, işsizlik sigortası soygunu devreye sokulur.


ARSIV ANA SAYFA