- Kızıl Bayrak'tan
- Sınıf hareketinin güncel sorunları
- İşsizlik sigortası
- İMF memuru hükümet
- KESK
- Kamu emekçilerine ek zam
- "Norm Kadro Yönetmeliği"
- Enerji emekçileri iş bıraktı
- Sermaye medyası
- SASA grevi MHP'li...
- İEP 2. Temsilciler Kurulu
- İEP toplantısında yapılan konuşmalar
- İEP -sonuç ve kararlar-
- "Umut" operasyonu
- Tarıma dönük yıkım saldırısı
- Avrupa Ordusu
- F- Tipi cezaevlerine karşı
- İşkenceci devleti aklama operasyonu
- "Yeni Gündem"
- Bogaziçi Üniversitesi...
- Siyonizmin Lübnan yenilğisi
- Komünist militanlardan
- Nazım Hikmet
- Devrimin şairi
- Umut...
- Ülkeyi emekçiler için cehenneme



 
 
Sermayenin sınıfa karşı saldırıda en büyük dayanağı,
halihazırda sendikal ihanet şebekesidir.
Sınıf düşmanını bu dayanaktan yoksun bırakmak,
yükselen hareketin temel gündemlerinden biri olabilmelidir.

Sınıf hareketinin güncel sorunları
ve sorumlulukları


Emperyalist soygun ve yıkım programlarının nasıl uygulandığını adım adım takip ve teftiş etmek için ikide bir kontrole gelen İMF ve Dünya Bankası memurları şu sıra yine ülkemizdeler. Ancak bu kez “teftiş” görevinin yanısıra, yükselen sınıf hareketine karşı işbirlikçilerine moral ve taktik destek de sunuyorlar. Bizden önce yıktıkları pek çok ülkede edindikleri engin deneyimleri Türkiyeli kapitalistlerin hizmetine sunuyorlar.

Bilindiği gibi sınıf hareketi bugün toplu iş sözleşmeleri (TİS) kavgası üzerinden yükselmekte. Ancak bu, İMF programının tümünü etkileyecek kilit bir konu. İşçilerin arzusu, doğal olarak, hak kayıplarını telafi edecek sözleşmeler yapmak. Kapitalistler ise, gaspettikleri hakları TİS’ler yoluyla geri vermek bir yana, bunu yeni hak gasplarının bir imkanına dönüştürmek istiyorlar. İMF’nin yıkım programı da bunu gerektiriyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin en yoğun sömürüsü üzerinden sermayenin daha da palazlandırılması şeklinde özetlenebilecek İMF yıkım programlarının kapitalistlerce sıkı sıkıya sahiplenilmesinin nedeni de bu zaten. Kendi kârları güvenceye alınsın, ardından isterse tufan gelsin. Ülke tarımı çökecekmiş, ülke ekonomisi batacakmış, emperyalist tekellerin talanına uğrayacakmış, yaşadığımız topraklar nükleer çöplüğe dönüşecekmiş... Umurlarında bile değil. Neden olsun ki, soygun ve talanda ortak değiller mi? Peşkeş çekilen KİT’lerden onlara da pay düşmüyor mu? Köleleştirilen işçi ve emekçi kitleleri onlar da sömürmüyor mu?..

Ücretlerin yıkım programında kilit bir işleve sahip olduğu, en çok da kapitalistlerin TİS’lere yaklaşımında görülüyor. Yükselen sınıf hareketi beyleri telaşlandırmaktadır. Önce saldırının dozunu artırarak gözdağı vermeye kalktılar. Lastik grevine yasak çıkarttılar. Ancak bunun göz yıldırmak bir yana, tepkiyi daha da artırdığını görünce, başka yöntemler aramaya başladılar. İMF programının en hızlı savunucularından Sabancı, kendi işletmelerinde grevleri engellemek için İMF programını deldi. %25’in üstünde zam oranlarıyla TİS’leri bir bir bağıtlamaya başladı. Ancak şov yapmaktan da geri durmuyor. Bir yandan “ben işçime” şu kadar zam verdim diye övünürken, diğer yandan “İMF’nin yüzüne nasıl bakacağım” diyerek, yıkım programını sonuna kadar sahiplendiğini ilan ediyor.

Sabancı ve Koç, TÜSİAD ve başkanı başta olmak üzere, sermayenin tüm temsilci ve sözcüleri, tüm yüzsüzlükleriyle, işçileri İMF’nin yıkım programını sahiplenmeye çağırıyorlar. Ancak böyle bir konuda kimlerle işbirliği yapabileceklerini çok iyi biliyorlar. Sözünü ettikleri “işçiler”, sendikaların sözde işçi temsilcisi bürokratlarıdır. Olağan zamanda selam bile vermedikleri bu uşaklarını şimdi göreve çağırıyorlar. ESK’nın yeniden toplanmasından, toplumsal uzlaşmanın sağlanmasından sözediyorlar. Fakat bir taraftan da tehditlerini sürdürmeyi ihmal etmiyorlar. Eğer uzlaşma sağlanmazsa, yani işçiler az-buçuk yaşanabilir ücret talebini sürdürürlerse, tümüyle aç bırakmaktan çekinmeyeceklerini söylüyorlar. Patronlar sendikası TİSK’in Danışma Konseyi, işten çıkarma tehdidini toplu sözleşmeler gündemli toplantısının kararı olarak kamuoyuna açıkladı. İşçiye tehdit, sendika bürokratlarına uzlaşma çağrısı niteliğindeki bu kararı, hükümete çağrı kararları takip ediyor. Patronlar TİS’leri sadece düşük zamla kapatmakla yetinmek istemiyorlar. Hükümeti de yüklerini azaltması için uyarıyorlar. Sosyal güvenlik primleri, kıdem ve ihbar tazminatları, fonlar gibi yükümlülüklerden kurtarılmalarını istiyorlar. Yani, bir yandan TİS’lerle sefalet ücretleri dayatılacak, diğer yandan, “sosyal güvenlik reformu” adı altında yürütülen saldırı programıyla kazanılmış tüm sosyal haklar gaspedilmeye devam edilecek. Bu öylesine açık bir emek düşmanlığı ki tarif etmeye bile gerek yok. Ancak yine de sermaye temsilcilerinin ağzından “işbirliği” sözü eksik olmuyor. İşçi-işveren ve hükümet, istikrar programının selameti için elele vermeliymiş.

Bu, işçiden kendi ölüm kararına imza atmasını istemektir. Bu, işçi sınıfıyla alay etmektir. Patronlara bu cesareti veren, düzenin aşağılık uşağı sendika bürokratlarıdır. Düzen bugüne dek bu hainlerden yararlanmasını çok iyi başardı. Tek tek etkili olamadıkları yerde platform oluşturarak çıktılar, sınıf hareketinin karşısına. Sosyal güvenlik saldırısı karşısında yükselen mücadeleyi sermaye devleti yatıştıramadı, imdadına Emek Platformu yetişti. Ekonomik Sosyal Konsey’de sermaye temsilcileriyle elele, İMF programlarına onay ve destek verdiler. İşçi sendikalarının başını tuttular, fakat sermayeye hizmet ettiler. Şimdi sermaye yine onlardan hizmet bekliyor. TİS’lerin işçi sınıfı aleyhine bağıtlanması için elbirliği etmeye çağırıyor.

Ücret kavgası sadece TİS’lerde sürmüyor. Asgari ücrette ve memur maaş zamlarında da aynı sefalet oranları dayatılıyor. Böylece mücadelenin zemini de genişliyor. Sınıfın saflarında birleşik mücadele eğilimi güçleniyor. TİS kapsamındaki işçilerin başlattıkları eylemliliklerin, kamu çalışanlarıyla, asgari ücret mahkumlarıyla genişlemesi, büyümesinin yolu açılıyor.

Henüz başlangıç aşamasında olmasına rağmen, hareketin yükselme eğiliminin sermaye cephesinde yarattığı telaşı görmek ve iyi değerlendirebilmek gerekiyor. Sermayenin sınıfa karşı saldırıda en büyük dayanağı, halihazırda sendikal ihanet şebekesidir. Düşmanı bu dayanaktan yoksun bırakmak, yükselen hareketin temel gündemlerinden biri olabilmelidir. Kitleleri daha etkin hale getirecek eylemlerle bürokratik mekanizmaları sıkıştırmak, etkisizleştirmek gerekiyor. Sınıf kitlelerinin sermaye sınıfı ve devletiyle daha cepheden karşılaşmasının araçlarını yaratmak gerekiyor.

Sermaye sınıfının en zayıf noktalarından biri ise, her zaman olduğu gibi, kâr alanlarıdır. Yükselen harekette patronları telaşa iten ana yönün grev kararları olması bunu açıklamaktadır. Grev, kâr musluğunun tümüyle kapatılması anlamına geliyor. Daha fazla kâr peşinde koşarken eldekini de yitirmekten korkuyorlar. Sermayeyi güçlendiren her şey işçi sınıfını zayıflatır ve zayıflatanları ise güçlendirir. Demek ki, işçi sınıfı TİS’lerde pazarlık gücünü artırmak için grevleri yaygınlaştırmalıdır. Sendikal kurumların olabildiğince devreden çıkarılması ve kitlenin sermaye ile doğrudan muhatap olabilmesi, hem sermayeyi bir dayanaktan yoksun bırakarak zayıflatacak, ve hem de, sınıf kitlelerinin çatışmada daha doğrudan yer alarak deneyim edinmesini sağlayacaktır.

Sermayeyi zayıflatan/sınıf hareketini güçlendiren bir başka araç da sokak eylemleridir. İşçi sınıfı TİS masasına gönderdiği sözde temsilcilerinin ağzından, neredeyse hiçbir talebini dile getirememektedir. Bu hainler, bırakın sınıfın daha genel ve ortak çıkarlarını savunmayı, masaya götürdükleri TİS taslağına bile çoğunlukla sahip çıkmıyor. Sadece patronlarla işçiler arasında mekik dokuyarak, işçileri taleplerin geri çekilmesine ikna etmeye yarıyorlar.

Patronların TİS masalarından galibiyetle kalkmasını engellemek için talepler sokağa taşınmalı, yürüyüş ve mitinglerde yükseltilmelidir. Sokaklarda talepler yükseldikçe, patronların da uşaklarının da huzuru kaçacak, TİS masalarında satışlar kolayından imzalanamayacaktır. Sokak eylemlerinin asıl işlevi, kuşkusuz, sürmekte olan TİS’ler üzerinde basınç yaratmak değildir. Eylemler sınıfın çeşitli bölüklerini birleştirir, talepleri çeşitlendirir, ortaklaştırır. Birleşik mücadelenin yolunu açar. Alanlarda buluşan sınıf kitleleri, ortak sınıfsal talepleri etrafında kaynaşmanın imkanlarını daha fazla yakalar. Dolayısıyla da, sermaye sınıfına ve düzenine karşı mücadelesinde daha da güçlenir.

Sınıfın gelişmekte olan hareketine müdahalemizin iki yönü olacağı açıktır.

Birincisi, sınıfın acil demokratik ve sosyal taleplerinin sonuna kadar takipçisi olduğumuzun anlaşılması için çaba göstermektir. Bunun için, güncel saldırıları aynı içerikteki taleplerle karşılayabilmek gerekiyor. Örnek verilirse; sermaye sahipleri bugün TİS’lerde fazla ücret talebinde direnen işçileri işten çıkarmakla tehdit ediyorlar. Demek ki bu tehdidin karşısına, “Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi” talebiyle çıkılacaktır.

İkincisi, acil talepleri için eyleme geçmiş kitlelere, güncel saldırıların ardında yatan sermayenin sınıf çıkarları gösterilebilmelidir. Dolayısıyla da bunun karşısındaki kendi sınıf çıkarları. Bir başka ifadeyle, eylem alanlarında buluşan sınıf kitlelerini politik taleplerle silahlandırmayı başarabilmeliyiz. Sermayenin genel saldırı programına karşı, sınıfı devrimci savaş programıyla silahlandırmanın yolu, devrimci sınıf programını en etkin biçimde kullanabilmektir.


ARSIV ANA SAYFA