- Kızıl Bayrak'tan
- Sınıf hareketinin güncel sorunları
- İşsizlik sigortası
- İMF memuru hükümet
- KESK
- Kamu emekçilerine ek zam
- "Norm Kadro Yönetmeliği"
- Enerji emekçileri iş bıraktı
- Sermaye medyası
- SASA grevi MHP'li...
- İEP 2. Temsilciler Kurulu
- İEP toplantısında yapılan konuşmalar
- İEP -sonuç ve kararlar-
- "Umut" operasyonu
- Tarıma dönük yıkım saldırısı
- Avrupa Ordusu
- F- Tipi cezaevlerine karşı
- İşkenceci devleti aklama operasyonu
- "Yeni Gündem"
- Bogaziçi Üniversitesi...
- Siyonizmin Lübnan yenilğisi
- Komünist militanlardan
- Nazım Hikmet
- Devrimin şairi
- Umut...
- Ülkeyi emekçiler için cehenneme



 
 
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun
işkence raporları kitaplaştırıldı...

İşkenceci devleti aklama operasyonu


Son bir haftadan beri basında TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun işkenceye karşı yürüttüğü çalışmaları takip ediyoruz. Öyle ki İnsan Hakları Komisyonu, 2 yıl boyunca, bu kitabı hazırlamak amacıyla onlarca karakol ve cezaevini dolaşmış ve 8500 kişiyle görüşmüş. Rapor 6 kitap şeklinde ve 9 bin adet basılmış. Rapor, değerlendirmelerden, işkenceye uğrayanların anlatımlarından ve karikatürlerden oluşuyor.

Komisyon üyeleri, çalışmaları sonrasında, uygulanan işkence yöntemleri olarak, hakaret (küfür, tehdit, kaba dayak), taciz ve aşağılama, falaka, soğuk su, askı ve elektriği tespit etmiş. Ayrıca Komisyon Başkanı Sema Pişkinsüt, araştırmaları sonucu buldukları “suç aleti” bir adet askıyı da savcılığa teslim ederken, hazırlanan raporları ise Adalet Bakanlığı ve TBMM Başkanı Akbulut’a iletmiş bulunuyor.

Özellikle Avrupa Birliği’ne aday üyeliğin gündemleşmesiyle birlikte, öncelikli engel olarak görülen “demokratikleşme” ve “insan hakları” sorununun çözülmeye başlandığına dair ifadelere tanık oluyoruz. Umut Operasyonu’yla, bugüne kadar işlenmiş faili meçhul cinayetlerin hepsinin “failleri” birdenbire güya bulunmuş oldu. Ardından sıra devletin sabıkalı olduğu “işkence” sorununa gelmiş olmalı. Sözde “sistematik” olmayan işkencenin de artık ortadan kalkacağı müjdelenmek isteniyor. Meclis Komisyonu’ndan sonra Adalet Bakanı da işkence yapanların yargılanacağı mutlu haberini veriyor. Öyle ki Ulucanlar katliamında sabıkalı pişkin suratlı Adalet Bakanımız bile, ciddi ciddi; “ İşkence bir insanlık suçudur. Hiçbir şey işkence yapılmasını mazur gösteremez. Türkiye, bu sorunu çözecektir... İşkence ve kötü muameleye karşı verilen cezalar artırıldı. Cezalardan daha önemlisi, işkencenin bir insanlık suçu olduğu herkes tarafından kabul edilmeli, İnsan Hakları ihlallerine karşı yargı da görevini yapacak. Hiçbir şey işkence yapılmasını mazur gösteremez.” diyebiliyor.

Tüm bunların hepsinin büyük bir ikiyüzlülük örneği olduğu ortadadır. İşkence bir devlet politikasıdır. Açıkça yapıldığı gibi, failleri de yargılanmamaktadır. Örneğin, işkenceyle öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin katillleri, suçun çırılçıplak ortada olmasına ve olay kamuoyuna bu denli malolmasına rağmen, hemen hemen hiç ceza almamışlardır. Aynı şekilde, işkencede katledilen Sendikacı Süleyman Yeter’in işkence sonucu öldürüldüğü resmen belgelenmesine rağmen, işkenceci polisler mahkemeye bile getirilememektedir.

İşkenceci devlet, bırakın işkenceyi engellemeyi, işkenceyi tespit eden, belgeleyen uzmanlar üzerinde terör estirmektedir. Süleyman Yeter’in işkencede öldürülmesini tespit eden Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr Şebnem Korur Fincancı hakkında soruşturma açılırken, İskenderun’da cinsel taciz ve tecavüze uğrayan N.C.S. ve F.D.P’ye rapor hazırlayan Doktor Mehmet Serçe de Kütahya’nın Gediz ilçesine sürülmüştür.

Görevlilerin yargılanacağının yalan olduğunu da Ulucanlar Davası’ süreci göstermektedir. Katliam ve toplu işkenceyi gerçekleştiren görevliler hakkında değil, katliamdan şans eseri sağ olarak kurtulan devrimci tutsaklar hakkında dava açılmıştır.

Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun “sözde” çalışmaları, devletin yeni dönemde izlediği göz boyama politikalarının bir parçası olma işlevini taşımaktadır. Sema Pişkinsüt gibi sicili bozuk şaibeli bir komisyon başkanının şu sıralar giriştiği “işkence” şovlarının başka hiçbir anlamı yoktur. Yaptıkları herşey göstermeliktir. İşkencenin meclis raporları vs. ile önleneceğine de bu ülkede kargalar bile güler. Meclisin hangi konuda bir gücü ve yaptırımı var ki bu konuda olabilsin. Bu ülkede işkence sistematik bir devlet politikasıdır. İşkence çürüyen kapitalist düzenin insanlığa düşman yüzünün resmidir.

İşkence ancak baskı ve şiddetle, kan ve katliamla ayakta duran, onyıllardır bundan beslenen bu çürümüş ve kokuşmuş sistemin yıkılmasıyla, onun dayandığı devletin parçalanıp dağıtılmasıyla ortadan kaldırılabilir.



Tecrit hapishaneleri


Perihan Mağden


‘Tutuklu Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ diye bir dernek var. Ordan birileriyle görüşmekten geliyorum.

Diyorlar ki: “Mahkûmlar, yeni ölüm oruçlarına, yeni ölümlere hazır. Bedeldir: Gerekirse ödeyeceğiz demekteler. TC hapishaneleri kaynamakta olan kazanlardır. Yakında bu kazanlardan et kokuları yükselecek. İnsan eti. Mahkûm eti.”

Diyorlar ki: “F Tipi cezaevleri Türk insanına uymaz. Türk siyasi tutuklularına hiç uymaz. İzolasyonun amacı nedir? ‘Beyaz işkence’ diye bir şey var yurtdışında ‘uygulanan’. Bir mahkûm sadece beyaz görüyor, kendi sesi dışında hiçbir ses duymuyor. Sonunda çıldırıyor o mahkum. Tecrit edilmek esasında, en ağırından İŞKENCEDİR.”

Diyorlar ki: “İstedikleri, politik mahkumları intihara sürüklemek.

Onları yaşarken öldürmek, yok etmek. Yapmak istedikleri şeye isim taktık: SESSİZ İMHA. Ulucanlar’ın yaşandığı, hafızalarda daha bunca taze dumanı tüter halde bulunduğu bir ülkede, F tipi cezaevlerine tıkılmak ne anlama gelmektedir? Düşersem arkadaşım tutar beni. Hasta olursam bakar. Hücrede başıma ne gelse, sesimi duyuramam. Öyle yapayalnız, sap gibi bir başıma... Ölür giderim. Budur işte F Tipi.”

Diyorlar ki: “Ölüm oruçlarında 12 kişi öldü. Görünürde. Ama gerçekte sayı çok daha fazla. Bayrampaşa’da ölüm orucundan çıkanlara B1 vitamini verildi. Başka yerlerde gereken vitaminler verilmedi. Gereken bakım yapılmadı. Bir sürü insan sakat kaldı. Hasta kaldı. Ölüm orucundan çıkanlara nasıl bakılması gerektiği bilinmiyordu Türkiye’de. Gerçek sayı: Sonradan ölenler, sakatlananlar -daha fazla. Hasar, daha ağır.”

Diyorlar ki: “Ulucanlar’da hamam denilen yerde insanları doğradılar, jiletlediler, asitli sular döktüler üstlerine. Cesetlerin fotoğraflarını gördünüz mü? Cesetler, vahşi hayvanların saldırısına uğramış gibiydi. Yaralı kurtulanlar yurdun dört bir yanındaki hapishanelere nakledildiler. Tedavileri yapılmadı. Ulucanlar katliamından sağ kurtulanların vücutlarında hala o kurşunlar var. Uğradıkları işkencenin izleri var.”

Diyorlar ki: “İçerde hastalıklar yaygın. Tedavi ettirip ettirmemeleri keyiflerine kalmış. Doktor muayenesine gittiğinde jandarma da içeri giriyor. ‘Git kardeşim;’ dediğinde, ‘Gitmem. Beğenmiyorsan muayene olma’ diyebiliyor. Her şey onların keyfine kalmış. Bir kere bizi muayene olmaya götürdükleri yerler, parmaklıklarla kaplı. Doktora saldıracağımızı düşünüyorlarsa, kadın gardiyan getirsinler.”

Diyorlar ki: “Mektuplarımız dışarıya ulaşacak mı, ulaşmayacak mı onların keyfiyetinde. Okuyacağımız kitapları onlar seçiyorlar. Gerçek bir İRADE ÇATIŞMASI söz konusu. Ama F Tipi cezaevleriyle asıl amaçlarına ulaşmayı hedefliyorlar. Hakiki bir YALNIZLAŞTIRMA POLİTİKASI. Sonuç olarak özgürlüğünü almışlar. Ama yetmiyor. Bu onlara yetmiyor. KİMLİĞİNİ SENDEN ALMAYA ÇALIŞIYORLAR. Sana, kim olduğunu unutturmaya çalışıyorlar. İşin aslı bu. Biz de izin vermeyeceğiz buna. Ölümü göze aldık. Bu böyle biline. Biz ölümü göze aldık. Kendimiz gibi yaşayamayacaksak, kendimiz gibi ölürüz biz de.”

Bunları diyorlar. Türkiye’de onbinin üstünde siyasi mahkum var. Türkiye’de cezaevleri fokur fokur kaynamakta.

F Tipi cezaevleri Avrupai bir gelişme, değil. Mahkumlara bir lüks sunma, değil. Mahkumlar, en azından, içerde nasıl yaşayacaklarına karar verme hakkına sahip olamazlar mı? Beş yıl, on yıl yatanları var. Hayat boyu içerde tutulmakla tehdit edilenler var. Ulucanlar’ın yaşandığı bir ülkede F Tipi ne denli güvenlidir? F Tipi’ne girenlerden bir daha haber alır mıyız? Alırsak ne haberlerini alırız? KARA haberlerini mi? Amaç bu mu? Sessiz bir İMHA mı? Yok mu olsun bu mahkumlar? TC’nin yüzünden silinip gitsinler mi? Bu mudur istenen? Bu mudur? Nedir?

(Radikal, 1 Haziran 2000)



İHD Cezaevi komisyonu etkinliklerine devam ediyor


Hücre saldırısının güncelliğini artırmasıyla birlikte, içeride ve dışarda tepkilerde büyümeye devam ediyor. İHD İzmir Şubesi Cezaevi Komisyonu da bu konuda üstüne düşeni yapmaya çalışıyor. En son Yaren Kültür Merkezi’nde İHD Cezaevi Komisyonu tarafından bir etkinlik yapıldı. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı etkinlikte hücre saldırısının kapsamına ilişkin konuşmalar ve devrimci tutsaklarla dayanışma çağrısı yapıldı.

Şiir, tiyatro ve müzik dinletisinin sunulduğu etkinlik, katılım açısından öncekilerden daha olumluydu.

Kızıl Bayrak/İzmir


ARSIV ANA SAYFA