20 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/45

  Kızıl Bayrak'tan
  Süresiz iş bırakma
eylemi örgütlenmelidir!
  Düzenin çözümsüz denklemleri
Sermaye devletinin kulakları: “Telekulak”!
“Ücretsiz ulaşım hakkı için
mücadeleye!”.
Metal işçileri Netaş grevinin
yıldönümünde MESS önündeydi!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıklarından.
  25 Kasım üzerine konuştuk.
  Sınıf hareketinden…
  Küçükçekmece’de eğitim seminerleri sürüyor
  Yaşasın Karahan Tekstil
direnişimiz!
  TKİP III. Kongresi toplandı!
  III. Parti Kongresi Gündemi
  Kapitalist kriz tipleri
- Volkan Yaraşır
  25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’de emekçi kadınlar bir adım öne
  “Mühendislik, Mimarlık ve Şehir Planlamada Toplumcu Eksen”
çıkarken...
  Öğrenci gençlik neoliberal
saldırılara başkaldırdı!
  Pentagon’un savaş baronları namluları yeniden Latin Amerika halklarına çeviriyor...
  Ulusal soruna devrimci yaklaşımın paradoksları - 2 - M. Can Yüce.
  Zere’den mektup var!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmin ruhu ve krizler – III

Emperyalizm ve kriz teorileri

Volkan Yaraşır

Kriz teorisi Marksizm’in ideolojik merkezinde yer alır ve ideolojik-teorik mimarisinin en önemli unsurunu oluşturur. Bu teori aynı zamanda kuramsal bir konsantrasyonu içinde taşır. Marx ve Engels Komünist Manifesto’da kapitalizmin analizini genel çerçevede yapar ve işleyiş yasalarını vurgular. Kapital aynı zamanda sermayenin bir anatomi çalışmasıdır. Yine aynı çalışma sermayenin bütünsel bir tarih sistemini ya da üretim tarzını analiz eder. Marx’ın Kapital’de aradığı şey bir iktisadi çözümleme değil, sınıf mücadelesidir. Engels İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu’nda kriz eğilimlerini analiz etmiş, Anti-Dühring’de ise kriz ve aşırı üretim bunalımlarını, sermayenin yoğunlaşmasını incelemiştir. Dühring’in “muazzam” felsefi sistematiğine karşı Anti-Dühring’i kaleme almıştır. Ayrıca Lasselle ve Dühring’in ekonomik görüşlerini ve kriz teorisini reddetmiştir.

Bu çalışmalarla ve 1873-93 büyük bunalımından sonra bir anlamda 20. yüzyılın sınıflar mücadelesinin seyrini etkileyecek Kautsky’nin, Bernstein’ın, Hilferding’in, Rosa Luxemburg’un, Buharin’in ve Lenin’in emperyalizm üzerine yapılan çalışmalar arasında bir paralellik vardır. Aslında bunlar Marksizm’deki kriz teorisinin eşikleridir. Kapitalist üretim biçiminin kuramına yönelik değişik düzeylerde katkılardır. Kapital öğretisinin değişen dünya koşullarında yeniden sentezini oluştururlar. Aynı zamanda 20. yüzyılda komünist hareket içerisindeki yol ayrımlarını işaretler.

Marksizm’de kriz teorisi komünizmin bir temenni toplumu ya da sadece etik bir toplum olmadığını, kapitalizmde krizin kaçınılmazlığını ve zorunluluğunu ortaya koyar. Aslında organik toplumu inorganikleştiren kapitalizmin doğasına ilişkin bu vurgu, onun anarşisine ve kaosuna ilişkin bir göndermeyi içinde taşımaktadır. Bu anlamıyla komünizm tarihsel ve nesnel bir zorunluluğu işaretler. Fakat bu kaderci bir zorunluluk değildir, içinde praksisin muhteşem zenginliğini taşır ve praksisle gerçek manasını bulur. Ya da başka bir ifadeyle önce Engels’in söylediği, sonra Rosa’nın geliştirdiği barbarlığa karşı sosyalizm seçeneğini vurgular. Kriz teorisi bu anlamıyla kapitalizmin nesnel sınırlarını ifade eder. Aynı zamanda onu aşmanın yöntemlerini gösterir ve gelecekle komünizm arasındaki bağı kurar.

1873-1893 arasındaki birinci büyük buhranın kapitalist formasyonda yarattığı etki üzerine ve kapitalizmin yeni aşamasına ilişkin Marksist hareket içerisinde 1906’dan itibaren önemli çözümlemeler yapıldı. Aslında bütün bu çözümlemeler bir yandan tekel sonrası kapitalizmi anlamaya yönelik, diğer yandan devrimin olanakları üzerine düşünme ve devrimin imkanını yaratma çabalarıydı. On yıllık kesiti kapsayan bu çalışmalar aslında yaşanan formasyon değişikliğinin Marksist hareket içerisindeki son derece zengin ideolojik-teorik bir Rönesans’ı ifade ediyordu. Yine kendisini Rosa, Buharin ve Lenin’de simgeleyen politik-pratik bir cüreti içinde taşımaktaydı. Yukarıda saydığımız kimliklerin bütününün, dönemin teorik ve pratik mücadele içerisinde son derece önemli aktörler olduğu gözardı edilmemelidir.

Eduard Bernstein Evrimsel Sosyalizm (1898) adlı çalışmasında tekelci sermayenin yükselişine vurgu yaparak bu durumun rekabeti azaltacağını ya da düşüreceğini ileri sürdü. Rekabetteki azalma doğal olarak sermayenin anarşisinde de azalmayı beraberinde getirecekti. Bu durum bir başka boyutta krizden kaçınmak için kapitalist planlamayı mümkün kılıyordu. Bu çerçevedeki bir çözümlemeyle E. Bernstein pratikte yalnızca parlamenter mücadeleyi esas alan bir partiyi öne çıkardı. Teorik çerçevede ise salt ekonomik mücadeleye vurgu yaptı. Kapitalizmin çöküşüne yönelik vurguları bir spekülasyon olarak değerlendirdi. Reel politiker bir tavırla muğlak bir demokrasi kurgusu üzerinden Evrimsel Sosyalizm kuramını geliştirdi.

Rosa Luxemburg, önce Sosyal Reform mu Devrim mi?’de (1900) ve daha sonra Sermaye Birikimi adlı çalışmasında, kapitalizmde krizin kaçınılmaz olduğunu ileri sürdü. Luxemburg Sermaye Birikimi’nde, Lenin’in Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi adlı çalışmasında incelediği konulara paralel incelemeler yaptı. Çıkardığı sonuçlarla Bernstein’ın geliştirdiği argümanların tam zıttı olarak tekelci sermayenin yükselişinin kapitalist anarşiyi arttıracağını ve emperyalist özneler arasında bir çatışma ya da savaş zemini yaratacağını vurguladı. Rosa Sermaye Birikimi adlı çalışmasında klasik Marksist şemayı inceleyerek, bu şemaya bazı eleştiriler yöneltti (13). Marx’ın Kapital’deki genişlemiş yeniden üretim çözümlemesinde yanlış yaptığı iddiasıyla hareket etti. Ve kapitalizmin sömürge ülke pazarlarına doğru genişlemesinin nedenlerini ortaya koydu. Kapitalizmin düzenli büyüyebilmesi için sürekli, kapitalizm dışında kalan alanlara yayılma ihtiyacı olduğunu savundu. Ancak bu yayılmayla büyümenin ve artı-değerin gerçekleşebileceğini öne sürdü (14). Emperyalizmi, kapitalist-emperyalizm olarak anladığının altını çizdi. Rosa’ya göre emperyalizm dışsal bir değişken değil, sermaye birikimi dürtüsüyle hareket eden kapitalist üretim biçiminin ayrılmaz uzantısıydı. Çalışmasında Rosa ayrıca emperyalist savaşa ontolojik bir içerik kazandırdı.

Emperyalizm üzerine 20. yüzyılın en önemli çalışmalarından biri, Rudolf Hilferding’in Finans Kapital adlı kitabıdır.

Finans Kapital, hem Otto Bauer, hem de Kautsky tarafından Kapital’in devamı olarak ya da dördüncü cilt olarak değerlendirildi. Finans Kapital’de geliştirilen kuramsal açılımlar, Rosa’dan Kautsky’ye, Buharin’den Lenin’e kadar emperyalizm üzerine yapılan çalışmalarda etkisini gösterdi. Finans Kapital’in teorik ana iskeleti bu çalışmalara ışık tuttu. Lenin bu kitabı, “çok değerli kuramsal analizler” olarak ele aldı. Hilferding’in geliştirdiği tekeller, finans kapital, sermaye ihracı, tröst ve kartellerin oluşumu, dünyanın bölgelere (ekonomik ve nüfuz alanlarına) ayrılması gibi bir dizi kavram ve argümantasyon Lenin tarafından kullanıldı. Lenin emperyalizm teorisini bu ve benzeri kavramlara dayandırdı.

Hilferding çalışmasında kapitalizmin, tekelci aşamaya geldiğini vurgulayarak emperyalizm tanımını yapar. Tekelci kapitalizm vurgusu kapital çözümlemesinde son derece önemli bir teorik eşiktir. Bu tanımlamayla Hilferding Marx’ın Kapital çalışmasında bıraktığı teorik sofistikasyonu bir adım daha ileri götürdü. Bir başka boyutuyla kapitalizmin bir tarihsel döneminin altını çizdi. Birçok Marksist kuramcının Finans Kapitali, Kapital’in dördüncü cildi olarak görmeleri bu nedenledir.

Finans Kapital’deki tekelci kapitalizm ve emperyalizm vurgusu aynı zamanda devlet kuramı ve pazar sorununa yeni açılımlar getirdi. Bu Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ne Katkı’da ortaya koyduğu, Kapital’in teorik omurgasını belirlediği ama ömrünün yetmediğinden dolayı kaleme alamadığı alanlara (devlet, dış ticaret ve dünya pazarına) yönelik çözümlemelerdi.

Hilferding, kapitalizmin bu aşamasında banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçişini erken dönemde tespit edip, teorileştirdi. Hilferding için finans kapital, sermayenin odaklaşması ve merkezileşmesi anlamı taşımaktaydı. Kapitalin bu evresinde banka sermayesi sanayi sermayesine egemen olmuş ve bu süreç sanayi sermayesinin karakterinde bir dizi dönüşüme yol açmıştı. Bu gelişmeleri ilk olarak Hilferding ortaya koydu. Ayrıca kapitalizmin bu aşamasını mali sermaye evresi olarak tanımladı.

Hilferding serbest rekabet döneminden farklı olarak, örgütlü kapitalizm diye tanımladığı tekelci kapitalizm döneminde devletin iç pazarı korumak ve tekelleştirmek için etkin rol oynadığına vurgu yaptı. Özellikle (Hilferding’in devletin yeni işlevi üzerine çözümlemeleri daha geniş kapsamda olmasına rağmen) 1945 sonrası gelişmeler, Hilferding’in devletin bir ekonomik aktör olarak devreye girişi tezini bütünüyle doğruladı. Fakat örgütlü kapitalizm ve devletin rolüne ilişkin bu tanımlamalar onun bir dizi yanlış teorik sonuçlara varmasını engelleyemedi. Hilferding’e göre, devlet serbest rekabetçi dönemde kapitalizmin plansız ve örgütsüz olmasından dolayı zor ve şiddet aygıtı olarak işlev görmüştü. Ama tekelci dönemde devlet, kapitalizmin planlı ve örgütlü olması ve yeniden yapılanmasında işlev görmekteydi. Ona göre devlet rasyonel toplumsal ilişkilerin kurucu öğesiydi. Buradan hareketle Hilferding şu çıkarsamayı yapıyordu: Örgütlü kapitalizmde emek ekonomik olarak mülksüzleşirken, toplumsal ve politik olarak güç sahibi olabilmekteydi.

Hilferding, sınıflar arası çelişkiyi yumuşatan bu gelişmeye bağlı olarak devrim teorisini barışçıl mücadele ve barışçıl geçiş üzerinden kuruyordu. Ona göre devlet yıkılması gereken bir aygıt değil, kamusal mülkiyet ve merkezi planlamanın güvencesiydi. Sosyalizm ekonomik/determinist bir yorum olarak devlet mülkiyetiyle özdeş tutuluyordu. Devletin yeni rolü bir anlamda sosyalizme geçişi kolaylaştırıyordu (15).

Bütün bu teorik salınım Hilferding’in kuramsal açılımlarının önemini kaybettirmez ve finans kapital üzerine geliştirdiği tezleri zayıflatmaz. Rosa’dan Buharin’e ve Lenin’e uzanan teorik sofistikasyonun en önemli halkası olduğu gerçeğini değiştirmez.

Kautsky’nin emperyalizm teorisi Hilferding’in yaklaşımlarının devamı niteliği taşıdı. Kautsky, emperyalizm teorisini bir hükümet biçimi üzerinden kurdu ve emperyalizmi kapitalizmin ekonomik bir evresi olarak formüle etti. Hilferding’in finans kapital tanımını kabullendi ama emperyalizmin salt mali sermayenin bir politikası olarak değerlendirilmesini eleştirdi. Kautsky’ye göre emperyalizm egemen kapitalist katmanların politikasıydı. Kautsky emperyalizm üzerine yaptığı çalışmalarda sanayi ve tarım arasındaki gerilimin üzerinde durdu ve bu gerilimi teorileştirdi. Rosa Luxemburg’un düşüncelerini andırır çözümlemeler ileri sürdü. Kapitalizmin tarım alanlarına (pre-kapitalist coğrafyalara) yayılma gösterdiğini ve bu yayılmanın bir zorunluluk olduğunu belirtti. Yayılma ve nüfuz etme süreci devam ettikçe kapitalizmin ekonomik bir çöküntü yaşayamayacağını ifade etti. Ve bu noktayı sömürgeciliğin temeli olarak gördü. Kapitalizmin yeni sömürge alanlarına yönelmesinin ve halkların köleleştirilmesinin, kapitalist devletler arasında savaş zemini yarattığını söyledi. Yeni bir savaşın dünya savaşı niteliğinde olabileceğinin altını çizdi. Kautsky bu savaşı, (emperyalist savaşı) ekonomik bir zorunluluk ve eşitsiz gelişim yasasının sonucu görmekten öte kapitalist ekonomiye zarar vereceği ve sekteye uğratacağı üzerinde durdu. Ona göre emperyalist savaş politikası konjonktürel bir hükümet politikasıydı.

1914’te savaş çıktığında, savaşın ileri kapitalist ülkelerin izlediği militarist politikalar sonucu olduğunu söyledi. Bu politikaların kapitalistlerin kendi çıkarlarına uymayan politikalar olduğuna işaret etti (16).

Kautsky’nin ultra-emperyalizm kavramı, emperyalizm teorisini güçlendirmek için geliştirdiği bir kavramdır. Kautsky farklı makalelerinde ultra-emperyalizmi şu içeriklerde tanımladı:

“Ulusal finans sermayeleri arasındaki karşılıklı husumetin yerine, uluslararası ölçekte birleşmiş finans sermayesinin dünyayı ortaklaşa olarak sömürmesini getirecek, yani ultra-emperyalist bir politikanın bugünkü emperyalist politikanın yerini alması olanaklı değil midir? Kapitalizmin böylesine yeni bir evresi herhalde tasavvur edilebilir. Böyle bir evre gerçekleşebilir mi? Bu soruyu yanıtlamamızı olanaklı kılacak yeterli ön bilgiler henüz yoktur.” (17)

“Tekel, rekabeti ve rekabet de tekeli üretiyor. Dev fabrikaların, dev bankaların ve milyarderlerin amansız rekabeti küçükleri yutan mali güçler karteli düşüncesine yol açmıştır. Emperyalist büyük güçlerin dünya savaşından da, onlar arasındaki en güçlünün bir federasyonu sonucu doğabilir ve bu, silahlanma yarışına son verecektir. Bu yüzden, salt ekonomik açıdan, kapitalizmin bir başka yeni evreyi, kartellerin politikasının dış politikaya aktarılmasına, bir ultra-emperyalizm evresini yaşayabilmesi dışlanmış değildir; biz, kuşkusuz, buna karşı da, savaşmalıyız. Bunun tehlikeleri silahlanma yarışı ve dünya barışını tehdit yönüyle değil, farklı bir yönde yatmaktadır.”(18)

Kautsky’nin bütün bu çözümlemeleri devrim ve parti anlayışı ve çalışma tarzına yönelik açılımlardı. Bu çözümlemelerin özü savaş döneminde saldırgan bir ülke karşısında “demokratik” devletin korunmasını, savaş sonrasında parlamenter mücadelenin güvenceye alınmasını içeriyordu. Bernstein’dan Hilferding’e ve Kautsky’ye uzanan farklı teorik kombinasyonlar kapitalizmin yaratıcı yıkıcılığı üzerinden kurgulandı. Kapitalist krizi sınıfın ontolojisinden okumaktan öte kapitalizmin kendini yenileme gücüne vurgu yapıldı. Bu kimliklerin kapitalin yeni dönemine ilişkin teorik açılımları Marksizmin revize edilmesinin farklı veçheleri olarak dikkat çekti. İşin ilginci, teorik referansları 1848 sonrası Marx ve Engels’in geliştirdiği argümantasyonlar oldu.

Marx ve Engels 1848 devrimlerinin yenilgisi sonrasında iktidar sorunuyla yoğun olarak ilgilenmeye başladı. Bu konuda ilk vurgular Alman İdeolojisi’nde (1845-1846) yapılmıştı. Aynı çalışmada tarihsel materyalizmin temel sistematiği ortaya konuldu. Marx Alman İdeolojisi’nde, komünistlerin ontolojisinin dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek olduğunu belirtti. Ayrıca siyasi iktidarın proletarya tarafından fethedilmesi üzerinde durdu. Komünist devrimin içeriğini açıkladı. Zorunluluğun altını çizdi.

Komünist Manifesto’da (1848) proletaryanın ideolojik olarak donanmasını sağladı ve politik hattını gösterdi. Aynı çalışmada proletaryanın iktidar stratejisini ve iktidarda kalma olanaklarını ele aldı.

Marx 1847 dünya ticaret bunalımından hareketle ve Şubat ve Mart devrimlerinin gerçekleşmesine bağlı olarak, kıta Avrupa’sında bir devrim dalgası beklemişti. Fakat bu beklenti boşa çıktı. 1849-1850’de Avrupa gericiliği yeniden yükseldi. Marx yanılgısının nedenini feodal toplumun maddi zeminlerinin ortadan kaldırılamamasına ve sanayi burjuvazisinin egemenliğinin henüz kurulamamasına bağladı ve bundan dolayı proleter bir devrimin gerçekleşmediğini belirtti.

1848 devrimlerinin yenilgisi ya da devrim ve karşı devrim süreci, Marx ve Engels’in bir yandan proletaryanın bağımsız, siyasal bir hareket olarak gelişmesi üzerinde özenle durmalarına yol açtı, öte yandan proletaryanın kurtuluşunun önündeki nesnel engellere vurgu yapıldı.

Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda (1850) Fransa’daki siyasal gelişmeleri inceleyerek yukarıdaki sonuçlara vardı. Marx bu çalışmasında tarih sahnesine ilk defa çıkan proletaryanın burjuvaziyle yan yana kendilerini özgürleştirebileceklerini, şimdilik kızıl bayrağı indirmeleri burjuvazinin mavi, kırmızı, beyaz renkteki bayrağı altında yürümeleri gerektiğini, ancak sanayi burjuvazisinin egemenliğini kurmasıyla proleter devrimin gerçekleşebileceğini ileri sürdü (19).

“Sanayi proletaryasının gelişmesinin genel koşulu, sanayi burjuvazisinin gelişmesidir. Ve ancak sanayi burjuvazisinin egemenliği altındadır ki, sanayi proletaryasının varlığı kendi devrimini ulusal bir devrim katına yükseltmesine olanak verecek ulusal bir genişlik kazanır, ancak o zaman, sanayi proletaryası, aynı ölçüde kendi devrimci kurtuluşunun araçları haline gelecek olan modern üretim araçlarını yaratır. Yalnız sanayi burjuvazisinin egemenliği, feodal toplumun maddi köklerini söküp atabilir ve üzerinde bir proleter devrimin gerçekleşebileceği tek alanı düzler, engelleri ortadan kaldırır.” (20)

Marx bu açılımına bağlantılı olarak proletaryanın tavrının anlaşılabileceğini söyledi. “Onun için, Paris proletaryasının, kendi çıkarını, bizzat toplumun devrimci çıkarı olarak istemek yerine, burjuvazinin çıkarı yanında başarıya ulaştırmaya çalışması ve üç renkli bayrağın önünde kırmızı bayrağı indirmesi kolaylıkla açıklanabilir.” (21)

Engels benzer düşünceleri Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim (1851-1853) açımladı. Aslında bu çalışma Fransa’da Sınıf Savaşımları’nın bir devamı olarak da ele alınabilir.

Yukarıdaki vurgular ve özellikle Engels’in 1895’te Fransa’da Sınıf Savaşımları’na yazdığı önsözde geliştirdiği argümantasyonlar (22), II. Enternasyonalin ideolojik-politik hattının referansları oldu. Engels önsözde şunları söylüyordu:

“Tarih bizi ve benzer düşüncede olanların hepsini haksız çıkardı. Tarih gösterdi ki, Kıta üzerindeki iktisadi gelişme durumu, o zaman, kapitalist üretimin kaldırılması için henüz yeterince olgunlaşmamıştır; ve tarih, bunu 1848’den bu yana kıtayı kaplamış olan ve Fransa’da, Avusturya’da, Polonya’da ve son olarak da Rusya’da büyük sanayiye ancak şimdi gerçekten söz hakkı veren ve Almanya’yı da birinci sınıf bir sanayi ülkesi durumuna getiren -bütün bunlar kapitalist bir temel üzerinde, yani 1848’de pekala genişlemeye elverişli bir temel üzerinde olmak üzere- iktisadi devrim ile tanıtladı.” (23)

Bu açılımlar aşağıdaki vurguyla tamamlanıyordu:

“Ama, proletarya, genel oy hakkını böyle etkin bir biçimde kullanarak yepyeni bir savaşım yöntemini işe koşmuştu, ve bu yöntem çabucak gelişti. Burjuvazinin egemenliğinin örgütlendiği devlet kuruluşlarının, işçi sınıfına, hala devlet kurumlarıyla savaşmak için yeni kullanım olanaklarını sağladığı anlaşıldı. Çeşitli diyetlerin, belediye meclislerinin, patronlarla işçilerden oluşan hakem kurullarının seçimlerine katılındı, atamaların saptanmasında proletaryanın yeterli bir bölümünün de katıldığı her görev üzerinde burjuvaziyle tartışıldı, çekişildi. Ve böylece, burjuvazi ve hükümet, İşçi Partisi’nin illegal eyleminden çok legal eyleminden, ayaklanmadaki başarılarından çok seçimlerdeki başarılarından korkar oldular.” (24)

II. Enternasyonal’in kurucu ve en kitlesel partisi, aynı zamanda ideolojik-politik hattını belirleyen yapısı Alman Sosyal-Demokrat Partisiydi. Partinin önderleri Engels’in ölümü sonrası Marksist hareketin otoritesi olarak kabul edilen Kautsky, Bebel ve Bernstein’dı. Hilferding de son derece önemli bir politik aktördü. Engels’in yukarıdaki tanımlamaları ve sürece ilişkin benzer yaklaşımları Alman Sosyal-Demokrat partisinin, bağlantılı olarak II. Enternasyonal’in politik-pratik yönelimini etkiledi. Bu teorik miras Kautsky’nin ve Bernstein’ın dayanağı oldu. Kapitalizmin değerlendirilmesi ve kriz teorisi ve devrim teorisi, parlamenter mücadeleye bakış bunun üzerinde şekillendi. Tabi bu şekillenmenin (her ne kadar Marx ve Engels tarafından şiddetle eleştirilse de -1875-) Gotha ve Erfurt programlarına dayanan kökleri de bulunuyordu.

Buharin Ekim Devrimi önderlerinden ve önemli Bolşevik kuramcılarından biriydi. Emperyalist Savaş döneminde kaleme aldığı Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi adlı çalışmasında hem kapital üzerine analizler yaptı, hem de Marksist kriz teorisi üzerine önemli çözümlemelerde bulundu. Buharin ve Lenin (buna Rosa Luxemburg’u da katabiliriz) emperyalizm teorisini bir kriz teorisi, bağlantılı olarak devrim ve devlet kuramı olarak ele aldı. Negatif sonuçlara varmasına rağmen Hilferding’in Finans Kapital’de devletin ve sınıflar ilişkisinin yeniden biçimlenişine yaptığı vurguları bu çözümlemelerin öncülü olarak kabul etmek gerekir. Buharin Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi adlı çalışmasında finans kapitalin temel parametrelerini belirledi. Kitap, emperyalizm teorisi üzerine yazılmış en önemli çalışmalardan biridir. Önsözü Lenin tarafından kaleme alındı.

Buharin, Finans kapitalin emperyalist siyasetten başka bir siyaset izleyemeyeceğini ve sonunda savaşın kaçınılmazlığını savundu. Finans kapitalin banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçmesi anlamına geldiğini ve eş anlamlı olduğunu vurguladı. Buharin, emperyalizmi “finans kapitalin bir politikası” olarak tanımladı ve onun “belirli bir tarihsel kategorisi” olduğunu ifade etti (25). “Gerçekte, sanayi kapitalizmi nasıl ki ticari kapitalizmin bir devamıdır, finans kapitalizm de sanayi kapitalizminin bir devamıdır. Gelişme sürecinde kapitalizmin temel çelişkilerinin sürekli olarak daha geniş bir ölçekte yeniden üretilmesi ve en keskin ifadesini günümüzde bulması bu nedenledir.” (26)

Buharin finans kapital kuramını genişletti. Özellikle Hilferding gibi devletin yeni işlevi ve işleyişi üzerinde durdu. Kapitalizmin yapısındaki değişikliklerin devlet kapitalizmiyle sonuçlanacağını ileri sürdü. Devlet kapitalizminde, devlet sadece müdahaleci bir organ olarak yepyeni bir güç kazanmıyor, bir yandan tüm ekonomiyi denetliyor, öte yandan askerileşiyordu. Sermaye ile devlet ilişkisini böylece yeniden kurdu. Ekonomik olarak Hilferding’in örgütlü kapitalizm anlayışına yakın çözümlemeler yaptı. Siyasal olarak ise devlet kapitalizminin içeriğine farklı manalar yükledi.

Buharin emperyalizm teorisini tekelci kapitalizm, yani emperyalizm ve emperyalist savaşın kaçınılmazlığı ve proletarya devrimi şeklinde formüle etti. Buharin teorisini dünya ekonomisindeki gelişmeleri ve değişimleri değerlendirerek biçimlendirdi. Dünya ekonomisi teorinin yapıtaşı işlevini gördü. Dünya ekonomisini finans kapital çağında kapitalist formasyonun anlaşılmasının kıstası olarak değerlendirdi. Tüm iktidar ve mülkiyet ilişkilerini üreten ve yeniden üreten bir bütünlük olduğunu ileri sürdü. Dünya ekonomisi ile ulusal ekonomi arasındaki ilişkinin tekelci kapitalist dönemdeki biçimlenişini ele aldı. Bağlantılı olarak tekelci dönemde sanayi krizlerinin sona ermesinden öte, bu krizlerin devam edeceğini ve daha da derinleşeceğini belirtti. Bir anlamda yayılmacılığı, krizi ve emperyalist savaşı tekelci kapitalizmin varoşluyla özdeşleştirdi.

Kapitalist gelişme sürecini, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi olarak tanımlayan Buharin, ekonominin uluslararası bir karakter göstermesiyle, sermayenin çıkarlarının uluslaşması ayrımının özellikle altını çizdi. “Kapitalist çıkarların uluslararasılaşması (uluslararası işletmelere katılım ve bunların finansmanı, uluslararası karteller, tröstler vs.) uluslararası devlet tröstlerinin formasyonlu uyarır hale gelir. Bununla beraber bu süreç ne kadar önemli olursa olsun, sermayenin ulusallaşması ve devlet sınırlarının kapatılmasına doğru gelişen güçlü bir eğilimce engellenir.” (27)

Buharin “Tüm kapitalist gelişme, kapitalizmin çelişkilerinin giderek genişleyen bir ölçekte sürekli yeniden üretilmesi sürecinden başka bir şey değildir.” (28) diye vurgu yaparak, “bir kapitalist ekonomi biçimi olarak” dünya ekonomisinin gelişiminin bir “uyumdan” öte emperyalist özneler arasında aşırı rekabeti keskinleştireceğini ileri sürdü. Buharin’e göre emperyalizm finans kapitalin bir ürünüydü ve aynı zamanda finans kapital, emperyalist olmayan bir politika izleyemezdi (29). Sonuçta emperyalist özneler arasındaki savaş kaçınılmazdı.

Lenin, emperyalizm teorisini kurarken Hilferding ve Buharin’in tespitlerinden ciddi oranda yararlandı. Hilferding’in geliştirdiği temel argümantasyonları kullandı ve derinleştirdi. Buharin’in tezleri teorinin çekirdeği işlevini gördü. Sosyal-liberal Hobson’un çalışması önemli esin kaynağı oldu.

Lenin, en başta II. Enternasyonal ve Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ideolojik-politik yönelimlerinde en konsantre ifadesini bulan ekonomik-determinizme net bir karşı duruş gösterdi. Determinizme kurban edilen proletarya devrimi, praksisin yaratıcı zenginliği içerisinde yeniden üretildi.

Marx ve özellikle Engels’in 1848 devrimlerinin seyrine ilişkin olarak ortaya koyduğu kıtada kapitalizmin gelişme düzeyine bağlı olarak devrimin tarihsel koşullarının o erken aşamada henüz oluşmadığı yönündeki tanımlamalar ve 1891’de Engels’in proletaryayı zamansız iktidara gelme riskleri karşısında uyarması, ayrıca Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin kitlesel gücüne fazla güvenmesi ve bu arada genel oyun önemine yapılan koşullu vurgular, II. Enternasyonal tarafından çarpıtılmış referanslar olarak kullanıldı ve genel bir politik yönelim olarak ele alındı. Sonuçta çarpıtılmış biçimiyle bu tanımlamalar reformizmin kendini rasyonelleştirdiği zeminler oldu. Bağlantılı olarak ekonomik determinizm ve evrimsel sosyalizme tekabül eden anlayış, Avrupa’daki Marksist hareketin yönelimini belirledi, hegemonik bir anlayış haline geldi.

Lenin’in emperyalizm teorisi en başta bu sistematiğin reddiyesi olarak biçimlendi. Bu reddiye, tarihsel köklere ve bir sistematiğe dayanıyordu. 1894’te kaleme aldığı Halkın Dostları Kimlerdir? ve Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi (1898) tarih tezi mahiyeti taşırken, Ne Yapmalı? (1902), Bir Adım İleri, İki Adım Geri (1904), İki Taktik (1905), Nisan Tezleri (1917) parti ve devrim anlayışını içermekteydi. Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1916) bu sistematiğin devamı olarak kapitalizmin en radikal politik eleştirisiydi. Bir başka manada bu çalışma, devlet ve devrim teorisiydi. Yeni kapitalist formasyon analiz edilerek, sınıflar mücadelesinin zenginliği içinde aslında proleter devrimler çağına vurgu yapılmaktaydı.

Lenin, Emperyalizm adlı çalışmasında Kautsky’nin ultra emperyalizm ve sosyal-liberal Hobson’un 1902’de yazdığı Emperyalizm adlı kitabında ileri sürdüğü “enter-emperyalizm” kavramları üzerinde durur. Aralarındaki benzerlikleri irdeler.

Lenin Kautsky’nin Hobson’un “enter-emperyalizm” olarak kavramlaştırdığı olguyu 1915’te, ultra ya da süper emperyalizm adını verdiğini belirtti. Ve Kautsky’ye yönelik son derece sert eleştirilerde bulundu. “Kautsky’nin (emperyalizm V.Y.) tanımı sadece yanlış ve Marksçılık-dışı değildir… Bu tanım Marksçı teoriyle ve Marksçı pratikle her bakımdan bağlarını koparan bir görüşler sistemine temel oluşturmaktadır. Kautsky, kapitalizmin yeni aşamasının emperyalizm olarak mı, yoksa finans sermayesi aşaması olarak mı adlandırılacağı gibi üzerinde durulmaya değmez bir tartışma ortaya atmaktadır… Sonuçta Marksçılığa değil, burjuva reformizmine varılmaktadır.” (30)

Lenin emperyalizmi, kapitalist üretim ilişkilerinin bir evrimi, temel önemde siyasal sonuçları olan bir aşaması olarak ifade etti. Emperyalizmi oluşturan eğilimleri de şöyle açıkladı: 1- Üretimin ve sermayenin merkezileşmesi, tekellerin ortaya çıkması ve ekonomik hayatta rol oynaması, 2- Banka ve sanayi sermayesinin kaynaşması, finans kapitalizm ve finans oligarşisinin ortaya çıkması, 3- Sermaye ihracının mal ihracından ayrı bir önem kazanması, 4- Dünyayı aralarında paylaşan uluslararası tekelci grupların oluşması, 5- Dünyanın topraklarının en büyük kapitalist güçler tarafından paylaşılmasının tamamlanması. (31)

Lenin bu saptamalarından önemli iki sonuca ulaştı. Bu sonuçlardan biri dünyanın emperyalist güçler tarafından paylaşılması tamamlanmışsa, dünyanın yine aynı güçler tarafından paylaşılması kaçınılmazdır. Bu paylaşım emperyalist savaştan başka biçimde gerçekleşemez. Diğer bir sonuç ise emperyalizm çağında proleter devrimlerin koşulları dünya çapında olgunlaşmıştır.

Bu çözümlemelerin doğruluğu, çalışmayı kaleme aldığı dönem açısından (I. Paylaşım Savaşı) ve II. Paylaşım Savaş’ında kanıtlandı. Öte yandan Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi dünya ölçüsünde proleter devrimi güncelleştirdi. (32)

Paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılma zorunluluğu, bir başka bağlamda emperyalist döneminde kapitalist krizin yıkıcılığının ortaya çıktığı zeminleri yaratmıştır. Lenin’in kapitalist kriz teorisi bunun üzerinde şekillendi ve devrimin imkanı bu objektif şartlarda arandı.

Lenin emperyalizmi tanımlarken belirttiği 5 özelliğin birlikte işleyişini açıklamak için bir başka tarif yaptı. “Emperyalizm, en kısa tarifle tekelci kapitalizmdir.”

Lenin’in emperyalizm teorisinin anlaşılmasında ihmal edilmemesi gereken bir yön, kapitalizmin bir dünya sistemi olarak kavranılmasıdır -özellikle Buharin’in bu konudaki katkıları göz ardı edilmemelidir (33)-. Kapitalizmin bu özelliği doğuşundan itibaren vardır ve giderek daha belirginleşmektedir. Kısaca kapitalist üretim tarzının yeniden üretiminin coğrafyası tek bir ülkenin sınırları içinde gerçekleşmez. Bu coğrafya uluslararası ve bölgelerarasıdır (34).

20. yüzyılın başında kapitalizmin formasyon değişikliğini çözümleyen ve kapitalist krizi analiz eden bu yaklaşımlar, 20. yüzyıldaki Marksist hareketin temel saflaşmalarını belirledi. Son derece verimli tartışmalar gerçekleştirildi. Teorik sofistikasyonların özü aslında bir tarihsel dönemi tanımlama uğraşıydı. Rosa Luxemburg, Buharin ve buradan Lenin’e uzanan kanat bu tartışmalarda devrimin güncelliğini aradı. Ekim Devrimi’nin zaferi kadar, Alman devriminin yenilgisi (yarattığı birçok olumsuzluğa, hatta Ekim Devrimi’nin kaderini belirlemesine rağmen), devrimin güncelliğinin ifadesi oldu. Zafer ve yenilgi bir başka anlamda devrimin diyalektiğiydi. Marksizm sınıfın yıkıcı gücünü harekete geçirmiş, sınıfı özgürleştirici politik bir güce dönüştürmüştü. Yıkıcı teori, yani Marksizm yıkıcı güçle, yani proletarya ontolojisini birleştirdi.

(Devam edecek...)


Dipnotlar:

(13) Rosa, Marx’ta kapitalizmin kriz teorisinin kapalılığından ya da yeterince geliştirilememesinden hareket ederek Sermaye Birikimi’ni kaleme almıştır ve kendi tezlerini geliştirmiştir. Aslında Marx’ta kriz teorisinin son derece sofistike açılımı vardır. Ne var ki bu açılımın bulunduğu Grundrisse, gün yüzüne Rosa’nın ölümünden (1919) 20 yıl sonra çıkmıştır. Rosa’nın bu çalışmayı okuma fırsatı olmamıştır. Ayrıca Rosa Luxemburg’un teorik sistematiği bkz. Volkan Yaraşır, Uluslararası İşçi Hareketleri; Tümzamanlar Yay., 2004, s. 115-171; Volkan Yaraşır, “Alman Devrimi ve Rosa Luxemburg,” adlı makale.

(14) Rosa Luxemburg Sermaye Birikimi adlı eserinde kapitalist üretimi ve onu güdüleyen sebebi, artı değerin sadece belirli miktarda, bir defaya mahsus gasp etmek olmadığını, aksine artı değerin ölçüsüz, hiç bitmeyen bir artışla, hep daha fazla miktarda gasp edilmesi olduğunu belirtir.

(15) Hilferding bu tezleriyle II. Enternasyonalin sonraki teorik ve politik yönelimini etkiledi. Bunun yanısıra 1921’de Viyana’da kurulan, içinde F. Adler, Otto Bauer, L. Martov’un bulunduğu Sosyalist Partilerin Uluslararası İşçi Birliği –II. Buçukuncu Enternasyonal diye de anılan yapının kurulması tartışmalarına etkide bulundu. Bu yapı 1923 yılında II. Enternasyonalle birleşti.

(16) Kautsky emperyalist savaşta takındığı tavırla merkezci bir konumda yer aldı. Alman Sosyal Demokrat Parti’nin sağ şovenist kanadı savaşı coşkuyla karşıladı. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht çevresi savaşa net bir karşı tutum gösterdi. Kautsky bu iki grup arasında pasifist bir politik duruş sergiledi.

(17) Kautsky’den aktaran Lenin, Emperyalizm, Sosyalist Yay., 1995, s. 141.

(18) Kautsky, Seçilmiş Politik Yazılar, Kavram Yay., 1990, s. 97-98.

(19) Marx, bu çalışmasında devrim, karşı devrim, devrimde sınıfların konumlanışı gibi, son derece önemli konular üzerinde durdu. Ayrıca ekonomik bunalımların devrimin itici gücü olduğunun, ısrarla altını çizdi. Kapitalizm var olduğu sürece, krizlerin ortaya çıkacağını belirtti. Marx, incelemesinde “Barikatlarda doğan” burjuva cumhuriyetin niteliğini gösterdi. Fransa’da yaşanan deneyime bakarak, kesintisiz devrim üzerinde durdu. “Yeni Fransız devrimi, derhal ulusal alandan ayrılmak, ve 19. yüzyılın toplumsal devriminin üstün gelebileceği tek alanı, Avrupa alanını ele geçirmek sorunda olacaktır.” (Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol Yay., 1988, s.68)

Marx aynı çalışmada küçük burjuvazi ve köylülük üzerine yorumlar yapıp, devrimde sınıfların konumu inceledi. Burjuvazi 1848 Haziranı’nda proletaryayı yenmek için küçük burjuvaziyle ittifak kurmuştu. Küçük burjuvazi ve köylülüğü peşinden sürükleyerek proletaryayı yenilgiye uğratan burjuvazi, 1849 Haziranı’nda ise bu kamburlarından kurtularak, tüm inisiyatifi ele geçirdi. Küçük burjuvazinin devrimci bir tutum takınmasının ancak, arkasında proletaryanın olduğu koşullarda mümkün olabileceğini belirten Marx, bu çözümlemesine bağlı olarak 1849 Haziranı’nda yenilenin işçi sınıfı değil, küçük burjuvazi olduğunu belirtti. Ayrıca, köylülüğün gerçek kurtuluşunun proletarya sayesinde olabileceğinin altını çizdi. Fransa’daki devrimci pratiğin bunu birçok kez kanıtladığını belirtti.

(20) Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Sol Yay., 1988, s. 49.

(21) A.g.e. s.50

(22) Engels bu önsözü Marx’ın çalışmasından 44 yıl sonra kaleme aldı. Alman deneyimi ışığında 19. yüzyıl proletarya savaşının genel stratejisini açıkladı. Bu önemli önsözün birçok bölümü Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin liderleri tarafından uzun dönem yayınlanmadı, gizli tutuldu. Engels, çarpıtılarak ve devrimci vurguları gizlenerek liberal bir aydına dönüştürülmek istendi. Önsöz’de tarihteki bütün devrimlerin genel özellikleri üzerinde duran Engels, bu devrimlerin azınlığın devrimi olduğunu fakat proletarya devriminin ise, çoğunluğun devrimi olduğunu belirtti. Çoğunluğun devrimini gerçekleştirecek tek sınıfın proletarya olduğunu söyledi ve bu özgünlük üzerinde durdu:

“Bütün devrimler, şimdiye kadar belirli bir sınıfın egemenliğinin yerini, onun ayağını kaydıran başka bir sınıfın egemenliğinin almasıyla sonuçlanmıştır; Ama bütün egemen sınıflar, şimdiye kadar baskı altında tutulan halk kitlesine göre, küçük azınlıklar idiler. Böylelikledir ki, egemen azınlık devriliyor, başka bir azınlık onun yerine devlet dümenini eline geçiriyordu. Ve her seferinde, bu azınlık, ekonomik gelişme durumunun iktidara elverişli, yetkili ve yetenekli kıldığı gruptu. Ve kesinlikle bunun için, yalnızca bunun içindir ki, altüst oluş sırasında, baskı altında tutulan çoğunluk, ya azınlıktan yana bu harekete katılıyordu ya da en azından sessiz sedasız onu kabul ediyordu. Ama her olayın somut içeriğini bir yana bırakırsak, bütün bu devrimlerin ortak biçimi, azınlık devrimleri olmalarıydı.” (Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol Yay., 1988, s.13.

(23) A.g.e., s.16

(24) A.g.e., s.22

(25) Nikolay Bukharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Spartaküs Yay., 1996, s.103

(26) A.g.e., s.103

(27) A.g.e., s.128

(28) A.g.e., s.132

(29) A.g.e., s.130

(30) Lenin, Emperyalizm-Kapitalizmin Sonuncu Aşaması, Sosyalist Yay., 1995, s.115-116

(31) A.g.e., s.112

(32) Lenin’i en özlü ifadeyle devrimin güncelliğinin teorisini ve pratiğini yapan kişi olarak tanımlayabiliriz.

(33) Buharin’in emperyalizm teorisinin özü dünya ekonomisi çözümlemesine dayanmaktadır. Daha geniş bilgi için bkz., Nikolay Bukharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Spartaküs Yay., 1996

(34) Kapitalist üretim ilişkileri önce İngiltere ve kıta Avrupa’sında başlamasına rağmen hızla dünyaya yayıldı. Bu yayılma doğal bir iktisadi süreç şeklinde değil, 19. yüzyılda sömürgeci karakterli burjuva devletleri aracılığıyla gerçekleştirildi. Yayılma tek merkezden ve monoton bir şekilde değil, birbirine rakip burjuva devletlerin yeni pazarlar bulmak için birbirleriyle savaşarak, dünyayı paylaşma faaliyetlerine dayandı.

Bu özellik emperyalist çağa geçişi de simgelemekteydi. Yine bu çağda kapitalist üretim ilişkilerinin yayılması bu ilişkilerin ürünleri, mamulleri ve fikirlerinin yayılmasından çok, üretim ilişkilerini temsil eden ve yeniden üreten, sermayenin ihraç edilmesi şeklinde biçimlendi.