21 Eylül 2007 Sayı: 2007/37(37)

  Kızıl Bayrak'tan
   ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeni dönem”...
  Anayasa tartışmaları ve liberal sol...
Gül’ün büyük Kürdistan seferi...
Küreselleşen dünya “küreselleşen yoksulluk” demektir...
Cezaevlerinde hak ihlalleri ve keyfi uygulamalar sürüyor…
Temelinde mülk olan adalet kardeşliğe düşman, katillere kalkandır!
  Kamu emekçileri hareketinin sorunları,
imkanlar ve devrimci müdahale ihtiyacı
  İttifak politikasını düşünmek - Haluk Gerger
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Novamed grevi 1. yılında...
  Haber-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan’la TİS süreci üzerine konuştuk...
  DİSK/Emekli-Sen yöneticileriyle kapatma saldırısı üzerine konuştuk...
  Sabra-Şatila katliamının 25. yıldönümü...
  Fransa da saldırgan koroya katıldı!
  Ortadoğu’dan...
  Dünyadan...
  Kavganın sürdüğü her yerde Neruda ve şiiri yaşıyor!
  Ulucanlar katliamı ve direnişinin 8. yılında...
  Partinin düşünen önderleri ve savaşan
neferleri önünde saygıyla eğiliyoruz...
  2. Enternasyonal Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleşti...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kavganın sürdüğü her yerde Neruda ve şiiri yaşıyor!

“Tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız! Şiir boşuna yazılmış olmayacak!”

Neruda

“Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir", şiir ise “dünyayı değiştirmenin bir aracı”, araçlarından biri... Devrimci şairler bu mücadelenin yılmaz neferleridir... Bundandır, ne zaman bir ülkenin üzerinde kara bulutlar yoğunlaşsa, ilk olarak şairlerin üzerine çarpı atılması. Çağımızın tüm büyük ozanları da geçmişlerdir bu zorlu yoldan... Zindanlardan sürgünlere ve idam mangalarına uzanan bu yolda Nazım, Jara, Lorca adlarının yanında daha yüzlerce isim yankılanmıştır. Ve Neruda “devrim mücadelesinin militan sanatçısı” nitelemesiyle bu onurlu tarihteki yerini almıştır.

Neruda'nın hayatı, tıpkı çağının diğer devrimci ozanları gibi özgün ve yine onlarınki gibi tanıdıktır aslında. Genç yaşlarda kendini ortaya koyan sanatsal üretkenlik, zaman içinde gelişen politik duyarlılık, halkın içinde yeşeren şiir, devrim mücadelesine adanmış bir yaşam... Genç yaşlardan itibaren yazdığı şiirlerle dikkat çekecek ama O’nun hayatında en önemli dönemeç İspanya İç Savaşı olacaktır: "Kısacası, kendime bir yol seçecektim. İşte bu yolu, İspanya'nın yaşadığı kötü günlerde seçtim ve hiçbir zaman da pişman olmadım". İlerleyen yıllarda, hayatının en büyük pişmanlığının bu yola bu kadar geç girmesi olduğunu söyleyecektir...

Neruda için İspanya İç Savaşı Lorca demektir.  “Şiirimi değiştiren bu İspanya İç Savaşı, benim için bir şairin ölümü ile başlar” sözleriyle anlatır Lorca'yı. Lorca ile dostlukları Neruda'nın İspanya'ya gelmesi ile başlar ve iç savaş yıllarına dek uzanır. Franco faşizmine karşı mücadele yılları iki şairin de önemli eserlerini verdikleri bir dönemdir. Savaşın sonunda antifaşist cephenin bu iki ozanından Lorca'nın payına ölüm, Neruda'nın payına ise sürgün düşer. Neruda, “Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi” diyerek anlatır Lorca'nın katledilmesini...

İspanya'dan sınırdışı edilen Neruda, Paris'te Franco karşıtı komiteler kurulmasına ön ayak olarak mücadelesini sürdürür. Bu dönemde aralarında Louis Aragon'un da bulunduğu birçok şairle beraber halk toplantıları örgütler. Paris'ten sonra diplomatlık göreviyle Meksika'ya geçen Neruda burada bir yandan Latin Amerika sanatının temsilcileriyle görüşürken bir yandan da Avrupa'da yükselen Nazizme karşı eserler verir. Anti-faşist şiirleri devrimciler tarafından afişlerde kullanılır.

Şili'ye dönüşünün ardından '45'te Şili Komünist Partisi'nden senatör seçilir. Kısa bir süre sonra devlet başkanına karşı sürdürdüğü sert muhalefet nedeniyle “devlet düşmanı” ilan edilir ve Neruda için “kaçaklık” dönemi başlar. Önce Arjantin'e geçen Neruda, ilerleyen yıllarda Batı Avrupa ve Doğu Bloku'nun birçok ülkesini gezer, bu ülkelerin kültürlerini inceler, sanatçılar, devrimciler ile görüşür. Nazım Hikmet ve Neruda'nın karşılaşmaları da bu yıllara rastlar. Ülkelerinden uzak düşmüş bu “vatan haini”  “devlet düşmanı”larının elbette paylaşacak çok şeyleri vardır... Birçok ortak noktası olan bu iki devrimci ozan karşılaştıkları sürgün yıllarında sağlam bir dostluğun temellerini atarlar. İkisi de diğerinden “çağın en büyük şairi” diye bahsedecektir... Nazım'ın ölümünün ardından “Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi” diye yazar Neruda.

Sürgün yıllarının ardından Şili'ye geri dönen Neruda, Şili Komünist Partisi tarafından başkan adayı olarak gösterilir fakat O Allende'yi destekler. 11 Eylül '73'te Allende hükümeti Amerikan destekli kanlı bir darbeyle devrilirken, Neruda evinde kanserle boğuşmaktadır. Darbe ile birlikte işkenceler, katliamlar Şili'nin dört bir yanına yayılır. Pinoche iktidarının da hedefinde ilk olarak ozanlar gelmektedir. Devrimci ozan Victor Jara'nın Santiago stadında katledilişinin ardından Pablo Neruda'nın evi askerler tarafından kuşatılır, eşyaları talan edilir. Neruda 23 Eylül 1973'te kansere yenik düşer ve ölümsüzlüğe uğurlanır. Ölmeden önce yazdığı satırlar son nefesinde bile bağlı olduğu davayı anlatır bize:

"Anılarım için bu satırları çabuk çabuk yazıyorum. Büyük yol arkadaşım başkan Allende'nin ölümüyle sonuçlanan o çileden çıkarıcı olaylardan üç gün sonra öldürülmesinin nedenini gizlediler. Ölüsünü gizlice gömdüler (...) Tek bir adama karşı savaşabilmek için korkularından pek çok tank kullandılar. Şili Cumhurbaşkanı Allende, onları çalışma odasında bekliyordu. Yüce yüreğinden başka kimse yoktu o anda. Dumanlar ve alevler her yanı sarmıştı. Saldırganlar böylesi bir olanaktan yararlanmalıydı. Saldırganların onu makineli tüfekle biçmesi gerekti. Zira o görevini bırakmamıştı!"

Tüm devrimci şairler gibi Neruda da ürettiği değerler ile ezenlerin yüreklerine korku salar. Eserleri en fazla dile çevrilen sanatçılardan olan Neruda'nın şiirleri dünyanın dört bir köşesinde devrimci mücadelenin bir parçasıdır. Ve yine dünyanın dört bir yanında dönem dönem eserleri yasaklanır. “Oğulları ölen analara türkü” şiirinden dolayı Neruda hakkında Türkiye'de de örgüt propagandası yapmak suçuyla dava açılmıştır. Tek başına bu bile bir şairin kaleminin gücünü, evrenselliğini ve zamana meydan okumasını anlatır.

Neruda'yı bugün büyük bir şair yapan onun sınıflar mücadelesinde aldığı net tutumdur. Neruda'nın şiiri insanlığın mücadelesinden beslenir ve insanlığın mücadelesini anlatır. O da binlercesi gibi inandıkları uğruna savaşmış ve son nefesine kadar eğilmemiştir. Ve O bu savaşını şiirleri ile güçlendirerek insanlık tarihine en değerli mirası bırakmıştır. Bu nedenle Neruda ve sanatı, tüm karanlığa ve yozluğa karşı aydınlık tarafta verilen mücadelede yaşamayı sürdürecektir.


Yıllar sonra katliamcı devletin gerçek yüzü açığa çıkıyor...

Erdal Eren hala kavganın içinde!

12 Eylül faşist askeri darbesinin yıldönümü vesilesiyle, bugüne kadar açığa çıkmayan bir dizi gerçek tekelci medyaya yansıdı. Ama bunlar arasında en ilgi çekeni Erdal Eren davasına ilişkin itiraflar oldu. Eren’in idamının açık bir cinayet olduğu, düzenin kendi hukukunu hiçe saydığı açığa çıktı.

Burjuva medyaya yansıyan haberlerin en dikkate değeri, bir röportajın notlarıydı. Erdal Eren’in yargılanması sırasında bir sorun vardı. Davanın eksiklerine müdahale eden, suçlunun Erdal Eren olduğunu kabul etmeyen biri vardı. Hem de bizzat devletin temsilcisi olarak o salonda bulunan biri! İdam kararını iki kez bozan Yargıtay 3. Daire üyesi emekli hakim Albay Ahmet Turan yaptığı röportajda itiraflarda bulundu. Turan özetle, Eren için idam kararının çabuk alındığını, kesin suçlu olmadığı için idamına karşı olduğunu anlatıyordu. Erdal Eren için “boşu boşuna öldü, yanlış karar kurbanı” diyordu.

Kenan Evren ise tam bir sınıf kiniyle yıllar sonra “yine görevde olsam yine kararı imzalardım” diyebiliyordu. Çünkü “asmayıp da beslesek mi?” diyen eli kanlı katillerden birisiydi. Ahmet Turan ise belki de dönemin idealist bir hakimiydi. Delil yetersizliği nedeniyle idamı eleştiriyordu. Ama anlamadığı nokta, Erdal Eren’in boşu boşuna ölmediği idi. Erdal Eren çalakalem alınan bir kararın kurbanı değil, başından itibaren katliamcı devletin hedefiydi.

İdam kararı hiç de bir “hukuk hatası” olarak yanlışlıkla değil bilinçli bir yönlendirme ile alındı. Türkiye “adalet” tarihinin en hızlı davası görüldü. Delil yetersizliği önemsizdi, yaş sınırı bir gecede aşıldı. Erdal Eren de yaşananların farkındaydı. O, “suçlu” olduğu için ölümü kabullenmedi. O, yapılanın bir göz korkutma ve sindirme politikası olduğunu bildiği için ölümü küçülterek yiğitçe ölümün üzerine yürüdü. Arkada kalanlara onurlu duruşunu miras bıraktı. 17 yaşında bir çocukken faşist düzene kafa tuttu. Bunun bedeli kendi hayatı olsa da geri adım atmadı!

Erdal Eren devrim davası uğruna şehit düştü. Darbe sonrasında örgütlülüğü dağıtılmış, zindanlara atılmış binlerce devrimciye yürünmesi gereken yolu gösterdi.

Kenan Evren haklı! Bugün bu eli kanlı katil yine görevde olsa Erdal Eren gibi devrimcileri asması gerekir! Ama unuttuğu bir şey var. Nice Erdal Erenler yetişti bugüne kadar. Çünkü sınıflar savaşının yüzlerce yıllık geçmişinde hep böyle olagelmiştir. Ahmet Turan gibileri ise, bu düzenin ihtiyaç gördüğünde kendi hukukunu dahi tanımadığını, Erdal Eren gibi yiğit devrimcilerin neden ölümü önemsemediğini anlayamazlar.

Erdal Eren kavgamızın bayrağını daha da yükseklere taşıyarak yeni kuşaklar için umudun simgesi haline gelmiştir. Erdal Eren ölmedi, kavgamızda yaşıyor!