21 Eylül 2007 Sayı: 2007/37(37)

  Kızıl Bayrak'tan
   ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeni dönem”...
  Anayasa tartışmaları ve liberal sol...
Gül’ün büyük Kürdistan seferi...
Küreselleşen dünya “küreselleşen yoksulluk” demektir...
Cezaevlerinde hak ihlalleri ve keyfi uygulamalar sürüyor…
Temelinde mülk olan adalet kardeşliğe düşman, katillere kalkandır!
  Kamu emekçileri hareketinin sorunları,
imkanlar ve devrimci müdahale ihtiyacı
  İttifak politikasını düşünmek - Haluk Gerger
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Novamed grevi 1. yılında...
  Haber-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan’la TİS süreci üzerine konuştuk...
  DİSK/Emekli-Sen yöneticileriyle kapatma saldırısı üzerine konuştuk...
  Sabra-Şatila katliamının 25. yıldönümü...
  Fransa da saldırgan koroya katıldı!
  Ortadoğu’dan...
  Dünyadan...
  Kavganın sürdüğü her yerde Neruda ve şiiri yaşıyor!
  Ulucanlar katliamı ve direnişinin 8. yılında...
  Partinin düşünen önderleri ve savaşan
neferleri önünde saygıyla eğiliyoruz...
  2. Enternasyonal Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleşti...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anayasa tartışmaları ve liberal sol...

Düzen siyasetinin batağında bir iktidarsızlık tablosu!

Aylardır burjuva siyasetinin baş gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Bu süreçte “silahlarını çeken” düzen güçleri, aralarında süren iç çekişmeyi toplumsal bir bölünme ve saflaşma düzeyinde sürdürdüler. Böylelikle toplumsal sorunların biriktiği, işçi sınıfı ve emekçilerin ağır sosyal-siyasal sorunlarla yüzyüze olduğu bir dönemde, düzenin bu kavgası, toplumu boğan, işçi ve emekçilerin sesini kısan bir işlev görmüş oldu. Öyle ki, ekmek bulamayan, işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya olan emekçiler, düzen güçlerinin devlet aygıtı üzerindeki güç ve etkinlik mücadelesinden ibaret olan çatışmaları ile yatıp kalktılar. Yine inkar ve imha siyasetinin derinleştirildiği bir dönemde Kürt halkının önemli bir bölümü, sivil-asker bürokrasinin hedefinde olması dolayısıyla AKP gibi gerici, özünde faşist ve şoven bir partiye destek verebildi.

Bu olgu, başlı başına düzen güçleri arasında yaşanan çatışmanın toplumun mücadele dinamikleri üzerinde yarattığı yıkıcı ve dağıtıcı etkiyi çarpıcı biçimde göstermektedir. Başka bir yönden ise bu durum, düzen karşısında konumlanma ve emekçileri temsil etme iddiasında bulunan politik güçler açısından üzerinde düşünülmesi ve dersler çıkarılması gereken bir olgudur. Zira burjuva güçler tarafından kendi güç ve etkinlik mücadelelerinin arkasında toplumun saflaştırıldığı bir tablo, esasen düzen karşıtı politik güçlerin, politik güç ve etkinliklerinin zayıflığına yorulmalıdır. Dahası, toplumsal siyasal arenada bir politik merkez olarak konumlanamamak anlamına gelmektedir. İşçi sınıfının bağımsız devrimci siyasal bir güç olarak toplumun gündemine damgasını vuramadığı durumda ise, siyaset alanının her türden gerici burjuva düşünce, politika ve güçler tarafından doldurulması için bir engel kalmıyor. Burjuva güçlerin bu düzeydeki etkinliği sadece toplum düzeyinde gerici düşünce ve politikaların egemen olması anlamına gelmiyor, beraberinde çeşitli ilerici misyonlar taşıyan ve düzen karşıtı olma iddiasındaki güçlerin yollarını şaşırmalarına, burjuva siyasetine, burjuvazinin toplum düzeyindeki egemenliğine su taşımalarına da yolaçıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde toplumu bölen gerici çatışmanın sahasında, ilerici-solcu-emekten yana olma iddiasındaki bir takım güçler de boy gösterdiler. Demokrasi ve özgürlükler adına kimisi İslamcı düzen partisi AKP’yi, açıktan ya da üstü örtük biçimde desteklerken, başka bazıları ise anti-emperyalizm ve neo-liberalizme karşıtlık adına  düzenin yönetici çekirdeği ordunun cephesinde saf tutmaktan çekinmediler. Herşeye rağmen bu süreçte bir saf tutmamaya özen gösterenler ise, emekçi halka söyleyecek söz bulamadılar. Fakat bu kez de siyaseten silinip gittiler.

Ancak süreç bitmedi, devam ediyor. Burjuva güçler Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında da meydanı boş bırakmadılar. Seçimlerin hemen ardından, iç çatışmalarının toplum düzeyinde yarattığı yanılsamaları ve etkinliği değerlendirmek üzere yeni hamleleri gecikmeksizin devreye soktular. Bu hamlelerin başında ise yeni anayasa tartışması gelmektedir. AKP’nin 22 Temmuz seçimleriyle kazandığı seçim zaferinin “demokrasinin zaferi” olarak lanse edilmesinin ardından ortaya atılan bu yeni anayasa tartışması ve hazırlanan anayasa taslağı da, toplumun gündemine taşındı. Henüz bu anayasanın karşısında ordu cephesinden bir çıkış sözkonusu değilse de, düzen medyası önemli bir bölümüyle bu anayasa taslağını “sivil anayasa” olarak göklere çıkarmaya çoktan başladı. Ona bu konuda en önemli desteği ise, AKP’den demokrasi beklentisi içerisinde bulunan ve düzen içi çatışmada AKP’nin etki sahasında konumlanan güçler veriyor. Öyle ki, anayasa tartışması en hararetli biçimde sol adına hareket eden güçler cephesinden sürüyor. Bunlar yeni anayasa tartışmalarına hararetle sarılırken, gecikmeksizin alternatif anayasa hazırlamak üzere seferber de oldular. Ama bununla da yetinmediler. Gündelik siyasal çalışmalarının baş köşesine yeni anayasa konusunu koydular ve şimdilerde de bu konuyu düzen karşısında konumlanma iddiasındaki güçlerin önüne sürmek istemektedirler. Yazık ki, geçmişteki pratikleriyle “demokratik anayasa” konusuna pek eğilimli olan bazıları da, bu tabloda kendilerine bir yer açmak uğruna sürece dahil olmaktadırlar.

Devrimci olma iddiasında bulunanlar ile uzun süredir parlamenterizm batağına batmış bulunan reformistleri, yanısıra Kürt sorununu düzen sınırlarında bir reform sorununa indirgemiş Kürt reformistlerini ortak paydada buluşturan, kuşkusuz bu güçlerin ara sınıf ve katmanlara denk düşen sınıf karakteridir. İşçi sınıfının bağımsız bir siyasal güç merkezi olarak toplum düzeyinde kendisini gösterememesi, bu güçleri iktidar ufkundan yoksun bırakmaktadır. Böylece burjuvazinin siyasi gündemlerinin yedeğinde, şu veya bu ölçüde ona eklemlenerek varlığını sürdürmek durumunda bırakmaktadır.

Böyledir çünkü, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden sonra başlatılan anayasa tartışması tümüyle AKP’ye bağlanmış boş beklentileri canlı tutmak ve bu yapılabildiği ölçüde toplumun ilerici kesimlerini yedeklemek hedefine hizmet etmektedir. Dolayısıyla bu durumda, devrimci, solcu ya da emekten yana olma iddiasına uygun davranmanın gereği bu tartışmaların gerici özünü ortaya koymak, yanısıra bunu hazırlanan taslakların ortaya koyduğu olgulardan yararlanarak yapmaktan geçmektedir. Böyledir çünkü, burjuvazinin “bir toplumsal sözleşme” olarak resmettiği anayasa düşüncesi, gerçekte çıkarları birbirine zıt sınıflardan oluşan modern burjuva toplumunda burjuvazinin gerici egemenliğini maskelemektedir, dolayısıyla demagojiden öte anlam taşımamaktadır. Burjuva düşünürlerinin iddiasının aksine, her anayasanın bir sınıf özü ve dayandığı bir toplumsal-ekonomik düzen vardır. Dolayısıyla kurulu düzen ve onu devrimci bir temelde aşarak kurulacak yeni bir düzen düşüncesinden kopuk her anayasa tartışması kurulu düzeni veri kabul eder, sonuçta onu meşrulaştırır. Zira her türlü sorunun kaynağı olarak düzen siyasetinin hukuksal belgesi olmaktan öteye bir anlam taşımayan, çoğu durumda da göstermelik kalan anayasayı gösterir, çözüm olarak da yeni ve “demokratik” bir anayasadan başka bir şey önermez.

Doğru tutum, bu gerçeği ortaya koyarak işçi-emekçiler ve ezilen halklar üzerinde yaratılacak yanılsamalara karşı durmak, sermayenin sınıf egemenliğine karşı devrimci mücadele çağrısı yapmak olmalıdır. Elbette bu, sözkonusu güçlerin bugün anayasa ekseninde tartışmaya çalıştığı demokratik hak ve özgürlükler alanındaki katmerli sorunlara ilişkin olarak reform talepleri öne sürmeyi ve bu reformlar uğruna mücadeleyi yadsımaz. Ancak önemli olan böyle bir mücadeleyi doğru devrimci bir perspektif içinde ele alabilmektir. Reformlar uğruna mücadeleyi devrime bağlayabilmektir. Demokratik anayasa istemlerini son tahlilde kapitalist sömürü düzeni zemininde bir “demokratikleşme” mücadelesine bağlayanların maskesini indirebilmektir.

Kurulu düzen sınırlarında ve bu düzenin temel işleyişine ve sınıf özüne dokunmayan her anayasa tartışması, özünde bu düzeni ve sınıf iktidarını gözlerden saklamaya ve aklamaya yarar. Günün önemli ve öncelikli görevi, anayasa tartışmaları türünden düzenin toplumun ilerici güçlerini oyalamak uğruna ortaya attığı oyunun tarafı olmak değil, devrimci bir mücadele cephesini örgütlemektir. Düzene karşı devrim bayrağını yükseltmektir.