21 Eylül 2007 Sayı: 2007/37(37)

  Kızıl Bayrak'tan
   ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeni dönem”...
  Anayasa tartışmaları ve liberal sol...
Gül’ün büyük Kürdistan seferi...
Küreselleşen dünya “küreselleşen yoksulluk” demektir...
Cezaevlerinde hak ihlalleri ve keyfi uygulamalar sürüyor…
Temelinde mülk olan adalet kardeşliğe düşman, katillere kalkandır!
  Kamu emekçileri hareketinin sorunları,
imkanlar ve devrimci müdahale ihtiyacı
  İttifak politikasını düşünmek - Haluk Gerger
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Novamed grevi 1. yılında...
  Haber-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan’la TİS süreci üzerine konuştuk...
  DİSK/Emekli-Sen yöneticileriyle kapatma saldırısı üzerine konuştuk...
  Sabra-Şatila katliamının 25. yıldönümü...
  Fransa da saldırgan koroya katıldı!
  Ortadoğu’dan...
  Dünyadan...
  Kavganın sürdüğü her yerde Neruda ve şiiri yaşıyor!
  Ulucanlar katliamı ve direnişinin 8. yılında...
  Partinin düşünen önderleri ve savaşan
neferleri önünde saygıyla eğiliyoruz...
  2. Enternasyonal Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleşti...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeni dönem”...

Ortadoğu’daki işgale maşalık, emperyalist savaşa doğrudan katılım!

Seçimlerden sonra Türkiye ile ABD ilişkilerinin nasıl bir rotaya girdiğinin belki de en net yanıtı, geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın üç numaralı ismi olduğu söylenen Nicholas Burns tarafından verildi. Bugünlerde Türkiye’yi ziyaret eden Burns, geçtiğimiz hafta sonu Türkiye ile ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığını ilan eden bir açıklama yaptı. Konuşmadan çıkan sonuca göre “yeni dönem” nitelemesine neden olan gelişmeler, genel seçimler ile cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarıdır. Burns bunu, hem “seçim sonuçlarının belirleyici olduğu”na işaret ederek, hem de “Abdullah Gül’ün, ülkemizin bir dostu olarak Cumhurbaşkanı seçilmesini çok büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz” biçiminde vurgulu cümleler kurarak doğrudan ifade de etti.

Açıklamadan bir kez daha anlaşılıyor ki, ABD yönetimi seçim sonuçlarından fazlasıyla memnundur. Çünkü Burns’ün ifadesiyle Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, ABD için güvenilir isimler. Şimdiye kadar ABD’ye verdikleri sözleri tuttular. Daima “ABD’nin iyi müttefikleri oldular”, “bu ilişkileri geliştirmek için” ellerinden geleni yaptılar vb…

ABD yönetiminin uşaklarına yönelik bu cömert övgüsünün yalnızca bugüne kadarki hizmetlerinden ya da ABD’nin tam desteğinin de belirleyici bir rol oynadığı bir kez daha tescillenen seçim başarısından ötürü olmadığını, Burns’ün açıklamasının geriye kalan kısmı açık bir şekilde gösteriyor. Gerçekten de yeni dönem çerçevesinde Türkiye’ye biçilen rol, ancak emperyalist efendisinden bu ölçüde övgü alan bir uşaklığın ürünü olarak icra edilebilir.

Burns’ün konuşmasında “yeni dönem”, Türkiye’nin dış politikada daha büyük sorumluluklar üstleneceği bir dönemin başladığı şeklinde daha açık bir ifade kazanıyor. “Irak, İran ve Suriye’ye komşu olan Türkiye’nin, 2008 yılında ABD ile bağlantısının çok daha önemli hale geleceğini” söyleyen Burns, “Türk yetkililerinin, dünyanın bu bölgesindeki stratejik zorluklara cevap verilmesinde katılımcı olması”na ve “Türkiye ile yakın stratejik ortaklığı canlandırmaya” ihtiyaçları olduğunu söyleyerek daha somut bir çerçeve çiziyor.

Bu çerçevede ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın da yakında Türkiye’ye geleceğini, yine gelecek aylarda birçok üst düzey temasın öngörüldüğünü de aynı konuşmadan öğreniyoruz. Türkiye’ye biçilen rolün önemini vurgulamak için bu kadarı bile az görüldüğü için “Türkiye, bizim geniş Ortadoğu’daki çıkarlarımız için kritik önemde”, “Bugün Türkiye’nin bizim için önemi, eskisinden bile daha fazla. Ortadoğu, bizim ulusal güvenlik çıkarlarımız için dünyada en hayati bölge” gibi olabildiğince net sözler sarfediliyor. Hatta daha da ileri gidilerek “Türkiye’nin bölgesel liderlik rolünü üstlenebileceği” bile söyleniyor.

ABD emperyalizminin bunları yalnızca Türkiye’deki emperyalizm uşaklarının moralini yükseltmek için söylemediği açıktır. Türkiye’nin sermaye iktidarı 1 Mart tezkere kazası sonrasındaki burun sürtme operasyonuyla, Irak’taki gelişmeler neticesinde ise özellikle Kürt sorununun kendisi için yarattığı sıkıntıların basıncı altında, ABD’ye her zamankinden daha fazla kul-köle vaziyetine girmişti. Ordu ve AKP şahsında cereyan eden sürtüşme bunu pekiştirse de, düzen siyasetindeki dengeler yine de sorun yaratabiliyordu. Seçimlerden sonra siyasal sahnedeki yeni düzenlemeler, Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD’nin emperyalist planlarına daha sorunsuz hizmet etmesini sağlayacak niteliktedir. Zira ordu için de AKP için de ABD’nin desteği her zamankinden daha hayati bir önem kazanmıştır. Bunun doğal sonucu ABD’ye uşaklık yarışının daha da kızışması demektir. Bir döneme kadar sermaye iktidarının yaşamsal çıkarlarıyla ABD çıkarlarının uyuşmadığı yerde efendilerinin emirlerini yerine getirmekte ayak sürüyenler, aralarında taraflaşma ve çatışma şiddetlenince, ABD’nin her emrine tam uymayı kendi selametleri için zorunlu görür oldular. ABD ise yarış halinde olan iki uşağından doğal olarak bugünkü koşullarda en çok işine yarayanına arka çıkıyor. Kuşkusuz halihazırda kantarın topuzunu çok kaçırmadan yapıyor bunu. 

Seçim sonuçlarına yönelik tepkisinden de anlaşılacağı üzere Amerikan emperyalizmi, yıllardır dilinden düşmeyen “ılımlı İslam” modelinin vücut bulduğunu ya da bu modelin oluşuyor olduğunu düşünmektedir. Bu model ABD’nin “çıkarları için dünyadaki en hayati bölge”de saldırganlığına örtü olarak pazarlayacağı bir propaganda malzemesidir. Türkiye’nin her ülkeyle iş yapabilme kabiliyetinden ve nüfuzundan bahsedilmesi, hatta bölgesel liderlik (vasallık) adayı olarak gösterilmesi, tam olarak bu kapsamda bir anlama sahiptir.

Özellikle Cumhurbaşkanı’na yönelik memnuniyet ise, Gül’ün Dışişleri Bakanı iken ABD çıkarları için sergilediği performanstan kaynaklanıyor. Örneğin bölge ülkelerine ABD’nin istediği telkinleri yapmakta sergilediği azmin ve diplomatik girişimlerin cumhurbaşkanlığı makamı aracılığıyla daha etkili sonuçlara yol açacağı düşünülüyor ve bekleniyor. Bu hiç de yersiz bir beklenti değil. Zira İslami karakterli bölge ülkeleri nezdinde Erdoğan, AKP ve onun “Kemalist generalleri mağlup ederek” seçtiği cumhurbaşkanı, büyük bir prestije sahip durumdalar. ABD’nin kişilerden söz ederek sırt sıvazlamasını sağlayan da bu durumdan umduğu yarardır.

Fakat emperyalist haydutların Türkiye’ye ve yeni pozisyonlardaki uşaklarına yönelik övgü dolu açıklamalarının çok daha önemli ve daha esaslı nedenleri var. Burns’ün konuşmasında nezaketen kullanılan kavramları bir yana bırakacak olursak, emperyalist efendilerinin Türkiye’ye biçtiği rol, Ortadoğu’da işgal ve savaş maşalığıdır, savaşa ve işgale daha doğrudan katılmasıdır.

Şüphesiz bunun bir yanı Irak’la ilgilidir. Bilindiği gibi emperyalist zorbalar halen Irak’ta tam bir çaresizlik içindeler. İşgalci zorbalığın İngiltere kolu, bir nevi yenilgi itirafında bulunarak işgal bölgelerinden bazılarını boşalttı bile. Bush yönetimi ise uzun bir süredir Amerika’da köşeye sıkışmış bulunuyor. Gölgesine sığındıkları bir generalin göstermelik asker çekme manevralarıyla ve yaptığı gösteriyle zaman kazanmaya, 2008’deki seçimlere kadar idare etmeye çalışıyorlar. En yetkili isimlerin itiraf ettiği gibi, çekilmek (ve dolayısıyla yenilgi) dışındaki tüm alternatifler çökmüş durumda.

Bush çetesi bu durumdan çıkış için uzun bir süredir BM’yi zorlasa da henüz bir sonuç alabilmiş değil. BM, Bush çetesinin istediği adımları atsın ya da atmasın, ABD herhalükarda Türkiye ve bölgedeki diğer sadık uşaklarına (Ürdün, Mısır, S.Arabistan vd.) dayalı bir çıkış planını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Yeni oluşan siyasal tablosu ve geçmişten bu yana diğerleriyle kıyaslanmayacak uşaklık pratiği ve askeri gücü nedeniyle Türkiye’ye daha fazla rol biçmekte, bunu yalnızca sözle değil, Irak’a komşu ülkeler toplantısını Ekim ayında İstanbul’da yaparak da göstermektedir. Burns’ün konuşmasından da anlaşılıyor ki Irak işgali çerçevesinde Türkiye’den beklenti, işgale asker desteği vermesi, giderek ABD’nin temel işgal kuvveti olmasıdır.

Elbette Irak, ABD’nin Türkiye ile yeni dönem ilişkilerinin yalnızca bir ayağını oluşturmaktadır. Zaten Burns, konuşmasında genel olarak Ortadoğu’daki çıkarlarından, “Geniş Ortadoğu”daki etkinlikten bahsederek, Türkiye’nin bölgedeki komşularını anarak bunun çok farklı boyutları olduğunu ifade etmiş oluyor.

Bu bağlamda yeni dönem ilişkilerin en önemli unsurunu ise İran’a yönelik emperyalist hesaplar oluşturmaktadır. Bush çetesinin tam da Irak’ta çaresiz bir sıkışmanın içinde olduğu günlerde İran’a yönelik tehditler de iyice yoğunlaştırılmaya başlandı. Türkiye sınırına yakın olarak İsrail’in savaş uçaklarını uçurması, neo-con çetenin İran’a yönelik her açıklamasında yer alan saldırganlık, son olarak Fransa Dışişleri Bakanı’nın tehditkar savaş çığırtkanlığı, bunun gündeme oturan örneklerinden bazıları. Daha önce de benzer bir savaş çığırtkanlığı son raddeye varmış, İsrail’in Lübnan hezimetine kadar öylece sürmüştü. Geçen senenin sonlarında bugünün bir benzeri yaşanmış, İran’ın uranyum zenginleştirdiğini açıklamasına kadar aynı yoğunlukta devam etmişti.

Böyle olması kitlelerin bilincinde bunun boş bir tehdit olduğu yanılsamasına yol açabilir. Fakat İran’a yönelik savaş planı daha güçlü faktörler tarafından güncelleştirilerek Bush çetesinin elinde sallanmaktadır. Daha erken bir evrede de dile getirdiğimiz gibi, İran’a yönelik emperyalist bir saldırının ana üssünün Türkiye olacağından kuşku duyulmamalıdır. Gerek Ortadoğu’da yaşanan süreç ve ABD’nin terbiyesi neticesinde yenilenen Türkiye’nin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde İran ve ABD ile ilgili tutumlar, gerekse ABD’nin Türkiye ile ilgili son açıklamaları, bunun dolaysız bir doğrulanmasıdır.

Sermaye iktidarının ABD emperyalizminin beklentilerini karşılayacak düzeyde uşaklığı engellenemeyebilir. Fakat bunun faturasını ödeyecek olan da bizzat sermaye iktidarı olmalıdır. Komünistlere ve devrimcilere düşen güncel sorumluluk, emperyalist savaşa ve Türkiye’nin savaş maşalığına karşı mücadeleyi tam da bunu güvenceye almak perspektifiyle örgütlemektir.