7 Eylül 2007 Sayı: 2007/35(35)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kapsamlı saldırılar dönemi ve
düzenin açmazları
  2. AKP hükümeti ve demokrasi beklentileri…
Yeni hükümet programı...
Devlet ve düzen cephesinden
barış mesajları!
1 Eylül Dünya Barış günü eylemlerle kutlandı...
Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!
  12 Eylül karanlığı bugünün mayasıdır!
  Türk-İş’in Bakü toplantısı....
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 4
  Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine - U. Taner
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali üzerine...
  İşgalci İngiliz ordusu
Irak kentlerini terketti!
  Dünyadan kısa kısa...
  Ortadoğu’dan...
  Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”
  Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!
  Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…
  Yılmaz Güney’i ölümünün 23. yılında saygıyla anıyoruz…
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Ağustos ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…

“İmkansızı” istiyoruz ve alacağız!


Çürüyen düzenin bizleri ve hayallerimizi yok etmesine izin vermeyelim!

Yeni bir eğitim dönemi başlıyor. Kaçımız eğitim dönemine büyük bir umut ve şevkle başlıyoruz? Kaçımızın yaşayacağımız ya da devam ettiğimiz lise dönemine dair umutları var. ÖSS’yi kazanmak, üniversiteye kapağı atmak dışında eğitim sisteminden bir beklentimiz var mı? Şunu açıkça söyleyebiliriz; umut dolu bir gençlik kuşağı değiliz. Bunda şaşılacak bir yan da yok. Eğitim sistemi sanki bizi sınıyor ve kendi çürümüş sistemini tüm biçimleri ile karşımıza çıkartarak “işte sizi bekleyen yaşam bu, hayal yok, umut yok, özgürlük yok, gelecek yok…” diyor.

Bu düzen umutsuzluk düzenidir. Umut dolu olan her şeyi yok etmek istemektedir. Bu nedenle bizleri eğitimin çürümüş çarkları içerisinde öğütmek, yok etmek için çalışmakta, umutsuz ve geleceksiz bir gençlik yaratma özlemindedir. Zira, değişime, dönüşüme, yaşama ve geleceğe dair umutlar kaybedildiğinde, kazanan bu sömürücü asalak sistemin kendisi olmaktadır.

Bugün yaşadığımız çürümüş düzen insana düşmandır! İnsana dair olan güzelliklerin hepsinin karşısındadır. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik... İnsanlığın bu büyük özlemleri kapitalizmin öğütücü çarkları içinde yok edilmekte, televizyonda magazin programlarında satışa sürülen birer meta haline dönüştürülmektedir. Eğitimin temel misyonu bireyin sosyalizasyonunu sağlamaktır. Evet, bu sosyalizasyon başarı ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Çürüyen düzen kendi kokuşmuş sistemine bizleri adapte etmek için özgürlüğümüze, geleceğimize, yaşamımıza, düşüncelerimize, benliğimize, duygularımıza ve aşklarımıza; kısacası insani olan her ne varsa ona saldırmakta, kendine uygun beyinler yaratmaya çabalamaktadır.

Bu çürümüş düzen özgürlüğe düşmandır! Oysaki özgürlük yaşamın kaynağıdır, insan olmanın nedenidir. Özgürlük olmadan yaşamın anlamı ne olabilir ki? Şimdi okulunuzda ve çevrenizde kime sorsanız, bu söylediklerimize koşulsuz katıldığını söyleyecektir. Peki, yaşamın kaynağı olan bu özgürlük nedir? Yaşamımız her geçen gün daha çekilmez bir hal alıyorken, savaşlar, işgaller, katliamlar, dünyanın dört bir yanını sarmışken, açlık, yoksulluk ve ölümler her geçen gün artıyorken, doğa yok ediliyorken, özgürlük bu akıl almaz, insana ve doğaya düşman düzenin karşısına dikilmek ve mücadele etmektir. Yoksa kapitalizmin paranın izin verdiği kadar özgürlük anlayışı hiçbir zaman yaşamın kaynağı olamaz.

Bu çürümüş düzen geleceğe düşmandır! Yaşamın bütününü birilerini yenmek, sömürmek üzerine kurmuş bir sistemdir yaşadığımız sistem. Ne kadar çok insanı sömürüyorsan, ne kadar insanı geçmişsen o kadar başarılısın bu düzende. Yaşamımızı bir yarış, düzensiz ve eşitliksiz bir yarış olarak tanımlayan sistem, lise dönemimizi ÖSS’ye bağlayarak, hayat boyu devam eden bu anlamsız yarışa bizleri hazırlamaya çalışmaktadır. İlk karşılaştığımız soru ise “ama biz eşit başlayamıyoruz ki bu yarışa” olmaktadır. Ancak sistem zaten bize bunu öğretme çabasındadır. Hiçbir zaman eşitlik diye bir şey yoktur; para, olanaklar her şey budur, ötesi dinazorlaşmış düşüncelerdir. “Yarışmak” bu doğanın kanunu, eşitsizliklere rağmen yanındakine çelme takmaya çalışarak “yarışmak”!.. İşte budur kapitalizmde seni bekleyen yaşam.

Evet, bizler düşünemeyen, güzellikleri anlayamayan canlılar olsaydık, bunu belki doğanın kanunu olarak algılayabilirdik. Ancak insan binlerce yıldır “tarihin öznesidir, değişir ve değiştirir”.

Çürüyen düzenin eğitimi düzenin aynasıdır!

İlk ve ortaöğrenimde yeni dönem, yeni ve eski sorunlarıyla açılıyor. Son ÖSS ve OKS sonuçlarının açığa çıkardığı tablo, eğitim sistemindeki derinleşen eşitsizliği ve çürümeyi gözler önüne seriyor. ÖSS sistemi eğitim sisteminin bütününde yaşanan çürümenin özü ve özetidir. Bu yılki ÖSS sonuçlarına göre; Anadolu liseleri, fen liseleri ve özel liseler en başarılı liseler konumunda. Şaşılacak hiçbir yanı olmayan bu ilk ÖSS sonucunun arka planına kısaca bakalım. Bu okullarda okuyan öğrenciler her türlü imkana sahip, ders çalışmak dışında hiçbir sorumluluğu olmayan, tabiri yerindeyse “tuzu kuru” çocuklar. Üzerlerinde dershanelerin reklamları ile televizyonlarda poz veren bu “başarılı gençlerin” başarılarının gerisinde ne olduğu sürekli hasıraltı ediliyor. Düz lise ve meslek lisesi öğrencileri derslerine girecek öğretmen dahi bulamazken, mevcudu yüzlere yaklaşan sınıflarda büyük çoğunluğu stajyer öğretmenlerle görülen “dersler” orta yerde duruyorken, gönül rahatlığı ile “en başarılı liseler” sıralaması yapmak bu sisteme ait bir ikiyüzlülük olabilir ancak.

Bugün liselerde söz konusu olan; ezbere dayalı, hayal gücünü ve düşünmeyi sınırlayan, duyarsız, tepkisiz, kişiliksiz bireyler yetiştirmeye programlı bir eğitim sistemidir. Bunu eğitim müfredatının bütününde görebilmek mümkündür. Felsefe dersi içi boşaltılarak bir ezber dersi haline getirilmiştir. Faşist-kafatasçı (bunu “Milli tarih” ismi tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır) çarpık bir tarih bilinci kazınmaktadır genç insanların beyinlerine. Biyolojide Evrim Teorisi’nin üzerinden atlanıp, yaradılış inancı uzun uzun anlatılmaktadır.

Binlerce eğitim emekçisi, yüzbinlerce öğrenci ve binlerce eğitim kurumu ile orta öğretim burjuvazi için iştah kabartıcı bir kâr alanı durumundadır. Sermaye bu alanı bir ahtapot gibi sarmış ve semirmektedir. Bütçeden eğitime ayrılan payın önemli bölümü özel okullara akıtılmaktadır. Devlet gerek bütçe yardımı, gerek vergi indirimi, gerekse de altyapı hazırlıkları ile özel okulların yükünü hafifletmeye çalışmakta, bu okulları çekici hale getirmek amacıyla canla başla uğraşmaktadır.

Ticarileşen eğitim sürecinde, eğitim giderlerinin büyük bir kısmını veliler karşılamakta, karşılanamadığı yerlerde ise yakacak parası bile bulamayan okullar karşımıza çıkmaktadır. Eğitim Sen’in yaptığı bir araştırma, Milli Eğitim Bakanı’nın tüm aksi yöndeki açıklamalarına karşın, okullarda soygun düzeyinde kayıt parası toplandığını ortaya koydu.

Sadece geçtiğimiz eğitim döneminde okuluna giden sıradan bir öğrencinin yaşadığı sorunlar bile çürüyen sistemi tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir. Önce bizleri küçük birer memur ordusu gibi gösteren tek tip formalarımızı üstümüze geçirip okulun yolunu tutacağız. Ardından okullarımızda elektrik ve su kesintileri gelecek. Birincisi, okullarda ödenek olmadığı içinmiş, bu yüzden bizden sürekli para istenecek. İkincisi, barajlarda su kalmadığı içinmiş, bu konu ise anne-babalarımızın sırtından çözülmek istenecek.

Sonra… Önde bir güvenlik görevlisi, her an bize terör estirebilir! Arkasında bir uyuşturucu satıcısı… Biraz arkada yan sınıftaki gençler Polat Alemdarcılık oynuyor. Kapının tam eşiğinde okul müdürü elinde makbuzlarla bizleri bekliyor! Bu engelleri geçip kapıdan içeri girdikten sonrası tam bir savaş alanı… Bir öğretmen elinde bir cetvelle disiplin yönetmeliğini uygulamaya çalışıyor, başka bir öğretmen tarih dersi diye ırkçılığı öğretiyor… Bütün bunlara lanet okumayı istediğimiz ilk anda kameraların sessiz sedasız bizleri izlediğini görüyor ve sakinleşip, bir kameranın kaç elektrik faturası ödeyebileceğini hesaplamaya çalışıyoruz…

Peki bu böyle devam edip gitmek zorunda mı?

Bugün liseli gençlik açık bir tercihle karşı karşıya: Ya bu çürüyen sisteme ve bu sistemin eğitimine boyun eğerek yaşamını ve geleceğini kaybedecek ya da tüm hayalleri için bugünden mücadele edecek. İşte Liselilerin Sesi hayallerini kaybetmemiş, geleceği, umudu, insanlığı yüreğinin derinliklerinde hisseden, yaşamanın mücadele etmek olduğunu bilen ve en güzel şeyin değişmek ve değiştirmek olduğuna inanan liseli gençlerin kürsüsü olarak yeni umutlar üretmek için yeni döneme başlıyor.

Düzenin karşısına daha güçlü bir umut ve inançla dikilmek için!

Bize annemiz-babamız her fırsatta “geleceğinizi düşünün” diyorlar ve geleceği düşünmenin yolunun ÖSS’den geçtiğini söylüyorlardı. Ancak bu söylemlerle yaşam çelişiyordu. ÖSS yüzünden intihar eden onlarca arkadaşımız vardı. Sınavı kazanamayan binlerce öğrenci vardı… Bu durumda biz ÖSS’ye çalışarak geleceğimizi güvence altına almış olmuyorduk. Ve dedik ki; ailemiz doğru söylüyor ama eksik düşünüyor! Bizler geleceğimizi düşünmek zorundayız! Ama bu eğitim sistemi, bu düzen bize bir gelecek sunmuyor! O zaman geleceğimizi ellerimizle kazanmak zorundayız… İşte bu sonuca vardığımız günden bu yana bizler geleceğimiz için çalışıyor, çabalıyoruz.

Gerçekçiyiz! Karşımızdaki sistemin tüm kurumları ile çürümesine karşın, yıkılmamak, ayakta kalmak, kendisi ile birlikte bizi de çürütmek için her şeyi yaptığının ve yapacağının farkındayız. Buna karşı hazırlıklıyız; bu nedenle örgütleniyoruz, bu nedenle tartışıyoruz ve tüm zorluklara karşı geleceği ilmek ilmek örmeye çalışıyoruz. Ancak ütopyasını, gelecek özlemini kaybetmemiş gençler olarak “imkansızı” da istiyoruz. Ve bu ütopyanın tarihin en gerçek özlemi olduğunu biliyoruz. Bu özlem imkansız mı? Hepimiz istersek hayır! Gelecek, özgürlük ve sosyalizm; bunlar bugün hiç olmadığı kadar gerçek!

(Liselilerin Sesi’nin Eylül ‘07 tarihli 17. sayısından alınmıştır...)