7 Eylül 2007 Sayı: 2007/35(35)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kapsamlı saldırılar dönemi ve
düzenin açmazları
  2. AKP hükümeti ve demokrasi beklentileri…
Yeni hükümet programı...
Devlet ve düzen cephesinden
barış mesajları!
1 Eylül Dünya Barış günü eylemlerle kutlandı...
Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!
  12 Eylül karanlığı bugünün mayasıdır!
  Türk-İş’in Bakü toplantısı....
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 4
  Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine - U. Taner
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali üzerine...
  İşgalci İngiliz ordusu
Irak kentlerini terketti!
  Dünyadan kısa kısa...
  Ortadoğu’dan...
  Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”
  Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!
  Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…
  Yılmaz Güney’i ölümünün 23. yılında saygıyla anıyoruz…
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Ağustos ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!

“Neo-liberal dönüşüm hız kazansın!”

‘70’li yıllarla beraber dünya ölçeğinde derinleşen ekonomik kriz burjuvazi açısından yeni açılımlar yapmayı zorunlu hale getirdi. ‘70’lere kadar bir dizi nedenle “kamu yararı”nın kendisine yer bulabildiği burjuva ekonomisi artık bir değişim içerisine girmek zorundaydı. Bu değişim ihtiyacı çerçevesinde neo-liberal ideoloji devreye girdi. Bu ideoloji doğrultusunda öncelikle hizmet sektörüne bakış farklılaştırıldı. Daha önce farklı etkenlerle kamu yararının öne çıktığı bu alan, derinleşen krizin yolaçtığı yeni kârlı pazar alanları ihtiyacı çerçevesinde sermayenin talanına açıldı.

Neo-liberal dönüşümün dünya ölçeğinde belki de en sistematik ve hızlı yaşandığı alanların başında ise eğitim geliyor. Neo-liberal saldırıların hayata geçirildiği ülkelerde eğitim artık herkes için temel bir hak ve kamusal bir hizmet olmaktan çıktı. Bunun doğal sonucu olarak eğitim piyasada alınır satılır bir metaya dönüştü.

Neo-liberal dönüşüm süreci dünya ölçüsünde yaşansa da eş zamanlı bir ilerleme katedemiyor. DB, İMF ya da DTÖ gibi emperyalist kurumlar eliyle yürütülen bu dönüşüm projesi, her ülkenin özgün koşulları gözetilerek ve zamana yayılarak uygulamaya sokuluyor. Türkiye de bugün, eğitim alanı başta olmak üzere hizmet sektörünün hemen her alanında bu dönüşümde belli bir mesafeyi kateden ülkeler arasında. Ancak Türkiye’de sermaye iktidarının bugüne kadar katettiği mesafe emperyalist efendilerini memnun etmekten uzak.

Türkiye’nin dünyadaki belli başlı ülkelere oranla neo-liberal dönüşümleri geriden takip etmesinin gerisinde ise,‘70’lerdeki toplumsal atmosfer yatıyor. Zira bütün kazanımların gaspı anlamına gelen bu dönüşümlerin gerçekleşebilmesi toplumsal muhalefetin zayıflığı koşullarında mümkün. Türkiye’de bu dönüşümler için uygun ortam ancak ‘80 darbesi eliyle yaratılabildi. Ancak ‘80 darbesi sonrası dahi dönüşümlere karşı belli bir direnç gösterilebildi (‘96 gençlik hareketinin harçlar karşısında ördüğü mücadele gibi), toplumsal muhalefet zorlayıcı bir faktör olabildi.

Son birkaç yıldır ise dönüşümler görülmedik bir hız kazandı. Türkiye’deki hemen her hizmet sektöründe özelleştirme ve piyasalaştırma saldırıları ile karşılaşılıyor. Diğerlerine oranla adımları erken atılmış eğitim alanında ise piyasalaşmanın neredeyse bütün sonuçları yaşanıyor. Ancak anlaşılan o ki, bu bile emperyalist efendilere doyurucu gelmiyor.

Dünya Bankası geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki eğitim sistemi ile ilgili iki rapor hazırladı ve ilgili kurumlara sundu. “Türkiye: Yüksek eğitim politika çalışmaları” ve “21. yüzyıl için Türkiye’deki yüksek öğrenim” başlıklarını taşıyan bu iki raporda sermaye iktidarından beklenen, eğitimdeki neo-liberal dönüşümleri eksiksiz ve tekelci sermayenin ihtiyaçlarını gözetecek bir tarzda sonlandırması.

“Eğitim herkes için paralı olmalı”

DB tarafından hazırlanan ve bir “reform” taslağı olarak algılanması gereken raporlarda özel olarak üzerinde durulan nokta, eğitimin artık herkese ve her düzeyde paralı hale getirilmesi. Türkiye’de devlet üniversitelerinde eğitim giderlerinin %4’ü üzerinden hesaplanarak alınan harç ücretinin oldukça yetersiz olduğunu belirten DB, “hizmet alan karşılığını öder” yaklaşımının bir uzantısı olarak eğitimin paralı hale getirilmesinin şart olduğunu belirtiyor. Alt sınıflara mensup gençlik kesimleri için burs, bağış, borçlandırma ya da indirim gibi uygulamaların devreye sokulabileceğini belirten DB, bu konuda da önceliğin genç kadınlar ve yoksul coğrafi alanlar merkezli belirlenmesi gerektiğini vurguluyor.

Alt sınıflara mensup gençlik kesimlerinin bütünüyle yüksek öğretimin bünyesinden atılması anlamına gelecek bu uygulama, üniversitelerin tam birer ticarethane, öğrencilerin ise müşteri olma sürecinin tamamlanması anlamını taşıyacak.

“Üniversite-sermaye işbirliği kurulmalı!”

Neo-liberal dönüşüm süreci öncesinde bilgi üretilmesi ve bu bilginin yaygınlaştırılması rolü üzerinden tanımlanan üniversite, yeni tanımla birlikte artık üretim süreçlerine doğrudan katılıyor. Bu katılım üniversite ile sermayenin işbirliği olarak ortaya çıkıyor. Üniversitenin bilgi üretimi sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda örgütleniyor.

Bilginin artık ticari bir kavram olduğunu savunan kapitalizmin ideologları, bilginin sermayenin hizmetine açılmasını da bu temelde gerekçelendiriyorlar. Üretim süreçlerine Ar-Ge’leri ekleyen burjuvazi, bu alanda yaşadığı bir dizi olumsuz deneyimin ardından, Ar-Ge’leri toplumun bilgi üretim merkezine kaydırmanın daha az maliyeti ve riski olacağı sonucuna varmış bulunuyor. Bu sayede Ar-Ge’ler ve onlarla beraber sermaye kuruluşları üniversitelerin içerisinde konumlandırılıyor.

Türkiye’de üniversite-sermaye işbirliği konusunda bugüne dek ciddi adımlar atılmıştır. Ülkemizde bu işbirliğini gerekçelendirmek, güçlendirmek ve yaygınlaştırmak özel olarak TÜBİTAK, TÜSİAD ve YÖK’ün görevleri arasındadır. Halihazırda ODTÜ, İTÜ ve hatta Kocaeli Üniversitesi gibi ünivesiteler bu alanda güçlü adımlar atmış bulunuyor.

Türkiye’de üzerinde ciddi çabalar harcanan başlıklardan birini ifade eden “üniversite-sermaye işbirliği” ile ilgili DB’nin yine de ikazda bulunması ise, mesleki eğitim alanı açısından ele alınmalıdır. Zira “iş çevrelerinin ihtiyaçlarının karşılanması” tam da bu anlama gelmektedir. Yerli sermayedarların son birkaç yıldır memleket meselesi haline getirdikleri bu alanın sermayeye entegrasyonunda henüz istenilen düzey yakalanamamıştır. DB de bu durumu yakından takip eden bir kurum olarak mesleki eğitimin tam da bu entegrasyonu sağlayabilecek türden bir yeniden yapılandırmaya girmesinin şart olduğunu belirtmektedir.

“Üniversiteler mali özerkliğe kavuşmalı”

DB tarafından ifade edilen üniversite özerkliği YÖK’ü yadsıyan bir kapsama sahip değil. DB’nin öngördüğü yeni eğitim modelinde YÖK, denetleyici ve düzenleyici olarak kendine yine bir yer buluyor. DB’nin sıraladığı örneklerden özerkliğin kapsamı anlaşılabiliyor. Personel seçiminde, bütçe düzenlemesinde vb. alanlarda özerk bir üniversite... Öğrenci alırken kendine göre kriterler belirleyebilen üniversite... Özel sektörle daha rahat bağ kurabilen, daha ticari ve bilgiye daha fazla yabancılaşmış bir üniversite...

Peki bu üniversite için önemli olan ne olacak? DB bu konuda da öneri getiriyor; performans! Üniversitelere fon dağılımı performansa göre yapılsın! Performansın kıstası ise; kapitalizmin yasalarına uygun olarak rekabet, kendi pazarında tuttuğu yer, özel sektörle kurduğu ilişkiler vb...

“Üniversiteler arası işbölümü sağlansın”

Kemal Gürüz ‘74’te TÜSİAD adına hazırladığı “Türkiye’de yüksek öğretim, bilim ve teknoloji” başlıklı raporla YÖK’ün yüksek öğrenim stratejisini çizerken, üniversiteleri de kendi içinde sınıflandırmıştı. Elit, merkez ve taşra olarak sınıflandırılan üniversitelerin her biri sermayenin farklı ihtiyaçlarını karşılamaya endekslenmişti. Altyapı sorunundan kaynaklı kimi üniversiteler kendilerine biçilen rolü istenilen düzeyde oynayamasa da, bu işbölümünün belirli bir düzeyde hayata geçirilebildiğini söylemek mümkün.

DB’nin hazırladığı raporda ise bu işbölümünün daha sistemli ve netlik kazanmış bir hale getirilmesi isteniyor. “Üniversitelerin farklı alanlarda üstünlük kazanması sağlanmalı” denilerek tanımlanan işbölümü çerçevesinde üniversiteler sınıflandırılıyor; az sayıda uluslararası akademik araştırma yapan üniversite, ondan biraz fazla, fen ve teknolojinin uygulama alanı olan üniversite ve 40-50 kadar da bilgiyi yaymayı hedefleyen üniversite… Kalan üniversiteler ise sadece öğretmek sorumluluğunu üstlensin. Yine raporun bu başlığı içerisindeki anlatımdan çıkan sonuç, bu 4 ana başlığın dahi kendi içinde modüler bir hale getirilmesinin şart olduğu.

DB raporları ne anlama geliyor?

DB raporlarında yeralan başlıklar Türkiye’de yüksek öğrenim alanında yeni dile getirilmiyor. ÖSS değişikliğinden üniversite-sermaye bütünleşmesine, üniversiteler arası işbölümünden paralı eğitimin yaygınlaşmasına kadar bütün bu dönüşümler, Türkiye’de son yıllarda gözle görülür bir hızla hayata geçiriliyor. Bu haliyle DB’nin raporu ancak dönüşüm sürecinin bir an önce noktalanması talebi olarak algılanabilir.

Bütün bunların anlamı, önümüzdeki dönemde toplumun iki ayrı kesiminin hızlı hareket etmesi gerektiğidir. İlki doğal olarak sermaye iktidarı. Eğer emperyalist efendileri farklı öncelikler tanımlamazsa, DB raporuyla “eğitimdeki dönüşümü artık noktalandırın” emri almış bulunuyorlar. İkincisi kesim ise açık ki gençlik! Neo-liberal dönüşümlerin hızlanacağı önümüzdeki süreçte gençlik ya bu dönüşüm girdabında geleceksizlik duvarına çarpacak ya da bu saldırıları püskürtebilecek bir birleşik gençlik mücadelesi örmeyi başaracaktır!