7 Eylül 2007 Sayı: 2007/35(35)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kapsamlı saldırılar dönemi ve
düzenin açmazları
  2. AKP hükümeti ve demokrasi beklentileri…
Yeni hükümet programı...
Devlet ve düzen cephesinden
barış mesajları!
1 Eylül Dünya Barış günü eylemlerle kutlandı...
Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!
  12 Eylül karanlığı bugünün mayasıdır!
  Türk-İş’in Bakü toplantısı....
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 4
  Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine - U. Taner
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali üzerine...
  İşgalci İngiliz ordusu
Irak kentlerini terketti!
  Dünyadan kısa kısa...
  Ortadoğu’dan...
  Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”
  Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!
  Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…
  Yılmaz Güney’i ölümünün 23. yılında saygıyla anıyoruz…
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Ağustos ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türk-İş’in Bakü toplantısı... Tescilli hainler 55. yılda yeni misyonlarını açıkladılar..

Sermayeye ve devlete hizmette hiçbir sınır yok!

Türk-İş Başkanlar Kurulu 23 Ağustos’ta Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de toplandı. Türk-İş’e bağlı birçok sendika TİS sürecindeyken Başkanlar Kurulu toplantısının ülke sınırlarının dışına taşınması dikkat çekti. Zira Türk-İş grev kararı alan sendika üyeleriyle dayanışmak için pratik çaba harcamak bir yana, Başkanlar Kurulu toplantısını kilometrelerce uzağa taşımayı tercih etmişti.

Salih Kılıç’ın açılış konuşmasında ifade ettikleri, sermayenin hizmetindeki bu tescilli hainin, bu uğursuz rolü uluslararası alanda da oynadığını göstermektedir. Marshall Planı çerçevesinde dönemin AID kurumu ve AFL gibi gerici Amerikan sendikal merkezleri Türk-İş gibi ihanet şebekelerinin doğumunda nasıl özel bir rol oynadıysa, şimdi de Türk-İş Bakü’de benzer bir role soyunmaktadır.

Salih Kılıç konuşmasında, Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ile Dünya Emek Konfederasyonu’nun 2006 yılında birleşmesi sonucunda 54 ülkeden 87 ulusal merkezin katılımıyla 85 milyon işçiyi temsil eden Pan-Avrupa Bölge Konseyi adıyla bir alt örgüt kurulduğunu, Türk-İş’in de bu örgütte İcra Komitesi’nde üye olarak yer aldığını belirtti. “Avrupa’nın komşu ülkeleriyle izlediği politikalar çerçevesinde oluşturulan bu sendikal birliğin, kuşkusuz bu ülkelerde sendikal hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi yönünde önemli çalışmalar yapacağını” dile getirdi.

Salih Kılıç’ın Başkanlar Kurulu toplantısını neden Bakü’de yapmayı tercih ettiği ise konuşmasında açığa çıktı: “Ancak bu açılım, dünyanın egemen güçlerinin bu bölgedeki temel amaç ve hedeflerinden ayrı düşünülmemelidir. Dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümünün var olduğu bu bölgeye yönelik paylaşım mücadelesi, dikkatlerimizden bir an olsun kaçmamalıdır. Türkiye ve Türk işçi hareketi, bu süreçte tarihi bir sorumluluk üstlenmeli, bölgede tarihine, kültürüne ve gücüne uygun politikaları geliştirmelidir. Türk-İş, kuruluşuna onay verdiği ve içinde yer aldığı bu örgütte, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nden kardeşlerimizle birlikte etkinliğini artırmalıdır. Bölgesel çıkarlarımızı koruyacak politikaları birlikte gerçekleştirmelidir.” (abç)

Bu sözleri sarfeden kişinin bir sendika konfederasyonunun genel başkanı olduğunu bilmeseniz, TÜSİAD vb. bir sermaye grubunun temsilcisini dinlediğinizi zannedersiniz. Türk-İş’in başındaki hain çetenin Bakü’de “sendikal hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi” için bulunmadığı aşikardır. Türkiye’de grev hakkı her türlü yasal ve yasadışı yollarla engellenirken, buna karşı en ufak bir mücadele vermeyenlerin Azerbaycan emekçilerine zerre kadar bir katkıda sunmayacakları yeterince açık olmalıdır.

Elbette bu tescilli hainlerin böyle bir derdi bulunmuyor. Yeri geldiğinde AB gibi emperyalist birliklere girilmesini “emek hareketini güçlendireceği” gerekçesiyle savunurken yeri geldiğinde dünya enerji kaynaklarının paylaşım mücadelesinde söz sahibi olunmasını savunan Salih Kılıç gibi hainlerin işçi sınıfının çıkarlarıyla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor.

Toplantıda sermaye iktidarının dış ilişkilerini yürüten yüksek kademede bir diplomat edasıyla konuşan Kılıç şunları söylemektedir: “Türk-İş, önümüzdeki yüzyıla damgasını vuracak olan bölgenin Avrasya olacağına inanmaktadır. Bu bölge, enerji kaynakları, doğal zenginliği ve ekonomik potansiyelinin yanı sıra, Doğu’nun bölgesel dinamiklerini Batı ile buluşturma özelliğini de korumaktadır. Türk dış politikasının Avrasya boyutunu bu çerçevede görmek uygun olacaktır… Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Avrasya’nın bu merkezi kuşağının omurgasıdır. Doğu-batı enerji koridoru projelerinin hayata geçmesiyle birlikte, Kafkaslar’da ve Hazar Havzası’nda başlayan yeni işbirliği dönemi, bölgemizi dünya enerji haritasında çok önemli bir konuma getirmiştir.”

Anlaşılan o ki, sermaye devletinin Azerbaycan’a dönük politikalarının yeni dönemde yürütülmesi görevini Türk-İş, “işçi hareketi” ve “sendikacılık” sıfatları üzerinden icra etmeye kalkışmaktadır.

Türk-İş ile “Azerbaycan Hemkarlar İttifakları Konfederasyonu” arasında bir protokol imzalanmış bulunmaktadır. Bu protokole göre, “iki ülke işçi sınıflarının” bundan böyle birlikte hareket etmesine karar verildiği belirtiliyor. Daha düne kadar kendi konfederasyonuna bağlı sendikaların mücadele süreçlerini ortaklaştırmak için kılını kıpırdatmayan Türk-İş yönetiminin bu uluslararası çabasına şapka çıkartmak gerekir. Demek ki Türk-İş yönetiminin gayrete gelmesi için sermayenin ulvi çıkarlarının öne çıkması gerekiyormuş.

Sermayeye karşı haklarını korumak için işçilerin ortak mücadelesine ihtiyaç duymayan Türk-İş yönetimi, bu ortaklığın hangi koşullarda gerekeceğini de, imzaladığı protokolde belirtmektedir. Protokolde yeralan “Türkiye ve Azerbaycan işçileri, her türlü terörist faaliyetlere karşı duyarlı ve tutarlı yaklaşımlar sergileme kararına varmışlardır” ifadeleri ise varılan işbirliğinin gerçek mahiyetini özlü bir şekilde sunuyor. Buna göre her iki ülkeden işçi sınıfının, kendi sermayedarlarının ve emperyalistlerin bölgesel çıkarına aykırı hareket edecek her türlü “bölücü”, “yıkıcı” ve “terörist” faaliyeti karşısında ortak tepki vermesi ve mücadele yürütmesi kararı alınmıştır. Yani bundan sonra emperyalist-kapitalist sömürü altında yıkıma uğratılan halkların ve emekçi sınıfların göstereceği direniş “terörizmle” gerekçelendirilerek mahkum edilecektir. İşçi sınıfı ve emekçi halkların bu mücadeleden uzak durması için işbirliği yapılacaktır.

Salih Kılıç karşı tarafa samimiyetini kanıtlamak istercesine, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin Ermenistan tarafından işgal altında tutulduğunu, dünyanın bu haksızlığa seyirci kaldığını, Türk-İş’in bu “haklı davada” Azeri kardeşleriyle birlikte olduklarını ifade ediyor. Türk-İş Başkanı elbette aynı hassasiyeti Ermeni soykırımı karşısında göstermiyor. Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini “bölücülük”le suçluyor. Sermaye devletinin Kürt halkına yönelik inkar ve imha politikasını destekliyor, emekçiler arasında şovenizmin kışkırtılmasını izlemekle yetiniyor.

Türk-İş Başkanı konuşmasının sonunda Türk-İş’in 55. yılını kutladı. Sermayenin ve devletinin hizmetinde 55 yıl! Bundan sonra Türk-İş için sermayeye hizmet noktasında ülke sınırları “dar” gelmektedir. Azerbaycan atılımı da bu çerçevede, sermayenin Türk-İş’in önüne koyduğu yeni dönem görevi olarak değerlendirilmelidir.


 

Türk işçisi haftada 52 saat çalışıyor!

Patronların kârlarını artıran en önemli faktörlerden birisi de işçinin hem fazla, hem de ucuza çalıştırılması. İş yasanın değiştirilerek sermaye lehine yeniden düzenlenmesinin gerisinde bu vardı.

Yeni iş yasası ile çalışma saati haftalık 45 saat olarak düzenlendi. İşçiyi günde 9 saat köle gibi çalıştırma uygulamasını anayasal olarak da güvenceye aldılar. Ancak aç gözlü patronlara bu da yetmedi. Zira patronlar birçok sektörde uzun çalışma saatini fiilen uyguluyorlar. Esnek çalışma saatleri sayesinde işlerine geldiği zaman işçiyi çağırıyorlar, iş yoksa da ücretsiz izinlerle, işten atmalarla kapı önüne koyuveriyorlar.

Uzun çalışma saatleri Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından da dile getirildi. ILO Türkiye’de İş Kanunu’nda 45 saat olarak düzenlenen haftalık çalışma süresinin, imalat sektöründe 52,2 saate ulaştığını açıkladı.

Araştırmada, çalışma saatleriyle ilgili ilk uluslararası standardın getirilmesinin üzerinden yaklaşık 100 yıl geçtiği ifade edildi.

Tüm dünyadaki işçilerin yüzde 22’sine karşılık gelen yaklaşık 614 milyonunun haftada 48 saatin üzerinde çalıştığı bildirilen araştırmada, bu işçilerin, “aşırı’’ çalıştığı kaydedildi.

Araştırmada çalışma saatlerinin kısaltılmasıyla mesleki kaza ve hastalıkların azaltılabileceği belirtildi.

Ancak ILO’nun uzun ve yorucu çalışma saatlerini düzeltmek için yaptığı öneriler ise esnek çalışma koşullarının uygulanması. Yani işgüvencesi başta olmak üzere sınıfın kazanılmış haklarının gaspı.

Konuyla ilgili açıklama yapan Kristal-İş Sendikası Eğitim ve Araştırma Uzmanı Aziz Çelik, sadece imalatta değil hizmet sektöründe de çalışma sürelerinin çok uzun olduğunu belirtti.

İşçiyi fazla çalıştırmanın, yeni işçi almaktan daha ucuz olduğunu ve bu nedenle bazı işverenlerin bu yolu tercih ettiğini anlatan Çelik, sendikasız çalışan birçok işçinin, fazla çalışması karşılığında ücret alamadığını kaydetti. Fazla çalışmanın işçi sağlığını doğrudan olumsuz etkilediğini belirten Çelik, fazla süreyle çalışmanın yeni istihdamı engellediğine de dikkat çekti.