7 Eylül 2007 Sayı: 2007/35(35)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kapsamlı saldırılar dönemi ve
düzenin açmazları
  2. AKP hükümeti ve demokrasi beklentileri…
Yeni hükümet programı...
Devlet ve düzen cephesinden
barış mesajları!
1 Eylül Dünya Barış günü eylemlerle kutlandı...
Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!
  12 Eylül karanlığı bugünün mayasıdır!
  Türk-İş’in Bakü toplantısı....
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 4
  Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine - U. Taner
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali üzerine...
  İşgalci İngiliz ordusu
Irak kentlerini terketti!
  Dünyadan kısa kısa...
  Ortadoğu’dan...
  Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”
  Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!
  Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…
  Yılmaz Güney’i ölümünün 23. yılında saygıyla anıyoruz…
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Ağustos ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine

U. Taner

Bugün yazılı medyada yayınlanmakta olan yüzlerce yayın bulunmaktadır. Bu yayınların yaklaşık 30 kadarı günlük ulusal yayın kategorisindedir. Geri kalan ise ağırlıkla haftalık ya da aylık çıkan sektörel dergi ve gazetelerden oluşmakta, sayısı göz ardı edilemeyecek kadar da yerel yayın çıkmaktadır. Bu denli çeşitli ve çok sayıda bir yayın yelpazesine sahip bir alanı değerlendirme konusu yapmak önemlidir. Zira böylelikle bu alanın dinamikleri ve sorunları konusunda belli açıklıklar sağlamak mümkün olabilir. Medyanın bu düzen içerisinde tuttuğu yer ile birlikte, özelikle neo-liberal politikaların bu alanda yarattığı dönüşümleri ve ortaya çıkardığı sonuçları da anlayabiliriz. Tüm bunlarla birlikte belirtilmelidir ki, burada ancak bu çerçevede bazı sınırlı değinmelerle yetinebilir ve bazı ham sonuçlar çıkarmakla kendimizi sınırlayabiliriz. Çünkü daha fazlası kapsamlı bir çalışmanın konusudur.

Kanımızca, soruna dair değerlendirme için yazılı basının işlevine ilişkin yapılan şu tanımı sorgulamak iyi bir başlangıç olabilir: Yazılı basının temel işlevi, halkın toplumsal hayatın farklı alanları konusunda bilgilendirilmesini sağlamak ve toplumsal iletişime kanal oluşturmak yoluyla kamusal bir işlev görmektir. Bu işlev, yazılı basını “kitle iletişim aracı” mertebesine yükseltmektedir. Burada kaba biçimde özetlediğimiz bu tanım, medyanın misyonu konusunda yerleşik bir ön kabul sayılmaktadır. Bu ön kabul üzerinden medyanın işlevi üzerine yapılan açılımlarda yazılı medya, bir bütün olarak bilginin kamusallaşmasının aracı olarak işlev görecek, onun bu işlevi sağlıklı bir tarzda yerine getirmesinde toplumun denetim mekanizmaları belirleyici olacaktır. Yazılı medyanın tüketicisi olan toplum, yayınları kültür ve eğitim koşulları ile toplumsal deneyimler süzgecinden geçirerek yargılayacaktır. Okurun müdahale aracı, o yayını alıp almama yönündeki tercihleri, yani tiraj olacaktır. Bu mekanizma, basının kendisine yüklenen kamusal işlevi oynayabilecek koşulları sağlayacak, böylelikle okura olan bağımlılığının yüksekliği ölçüsünde bilginin yerelden evrensele akışına uygun bir kanal oluşturacaktır.

Bu kavrayışın saf bir burjuva liberal görüşe ait olduğu şüphesiz. Özünde kapitalizmin ünlü “görünmez el”inin burada da iş başına çağrıldığını görmekteyiz. Fakat bilimsel sosyalizmin, bu “görünmez el”in kapitalizmin gerçek işleyiş yasaları karşısında burjuva ideologlarının bir safsatası olduğunu açıklamasından bu yana binlerce örnekle de bu elin pek çalışmadığı kanıtlanmıştır. Kapitalizmde anarşi üretim ilişkilerine içkin olarak varlığını sürdürmektedir ve bu anarşi her daim büyük kriz döngüleriyle kapitalizmi sarsmaktadır. Bilimsel sosyalizmin üstünlüğü, tarihi çağa egemen üretim ilişkileri ve sınıf mücadeleleri tarihi olarak açıklamasındadır. Bilimsel sosyalizm, bir toplumda politik-düşünsel ve kültürel ilişkilerin temelinde yatan şeyin o topluma egemen üretim ilişkilerinde ve sınıf gerçeğinde aranmasını salık verir. Yani herhangi bir toplumda siyasal, ideolojik, kültürel vb. ilişki ve sorunların doğru kavranılabilmesi ancak, o toplumun sınıf temeline, toplumdaki üretim araçlarını mülk edinme biçimine bakılarak olanaklı olabilir.

Bu temel gerçekler yazılı basın söz konusu olduğunda da tamamen doğrudur. Yani, yazılı basının bir toplumdaki yeri ve işlevi, o toplumdaki sınıf ilişkilerinin maddi temeli üzerinden doğru bir şekilde anlaşılabilir. Bununla birlikte bilimsel sosyalizm, üretim araçlarına sahip olan sınıfların düşünsel ve kültürel araçlara da sahip olduklarını söyler. Zira toplumun maddi zenginliklerini elinde tutan sınıf, bu güce dayanarak düşünsel araçlarına da sahip olur.

İşte bu temelde bakıldığında yazılı medyanın, esasında sınıf ilişkileri alanında burjuvazinin elinde bulunduğu gerçeği görülür. Bu sahiplik, medyanın gerici sınıfsal baskı ve egemenliğin etkili bir aracı olarak kullanılmasını doğurur. Esas olarak burjuvazinin ideoloji ve politikalarının çağa, topluma egemen düşünceler haline getirilmesinde ve bu durumun süreklileştirilmesinde medya temel önemde bir rol oynar.

Diğer taraftan medya mülk sahibi sınıfa bu hizmeti görürken, özellikle sınıf mücadelesinin basıncı karşısında toplumu denetim altına almak ve burjuva ideoloji ve politikalarını zihinlere zerk etmek için halkın duyarlılıklarını hesaba katması gerekir. “Objektif habercilik” ve “Halkın gazetesi” gibi iddialar esasında bu kaygının birer sonucudur. Toplumsal yaşamın birçok alanında milat olarak alınan 12 Eylül öncesinde güçlü toplumsal mücadele hareketleri karşısında burjuva medyanın dili de buna uygun bir esneklik göstermekteydi. Fakat 12 Eylül’le birlikte toplumsal yaşamın her alanında kurulan tahakküm medya alanında da kendini gösterdi. Öyle ki, düzen medyası, çok daha sıkı bir biçimde denetlenerek 12 Eylül’ün toplum düzeyinde kurumsallaşmasında, ideolojik-politik etkisini oluşturmasında kullanıldı. Fakat, 12 Eylül sadece baskı ve zulüm olmayıp esasında neo-liberal politikaların yol düzleyicisi olduğu gibi, yazılı basın üzerinde kurulan burjuva tahakkümü de sadece siyasi ve askeri sınırlarda kalmamıştır.

Yazılı basın, özellikle son yirmi yıl içerisinde büyük bir yapısal değişim göstermiştir. En çarpıcı biçimde günlük ulusal gazetelerde gördüğümüz bu yapısal değişimin en önemli özelliği, sektörün büyük ölçüde büyük holdingler tarafından kontrol ediliyor olmasıdır. Elbette geçmişte de, günlük ulusal basın kuruluşları büyük ölçüde az sayıda grubun elinde bulunmaktaydı. Farklılık, geçmişte ulusal basın kuruluşu sahipleri büyük ölçüde yayıncılık alanında faaliyet göstermekteyken, bugün artık enerjiden otelciliğe kadar uzanan bir yelpazede faaliyet gösteren büyük holdinglerin bünyesindedirler. Bu yapısal değişim yazılı basını okura olan maddi bağımlılığını ortadan kaldırmış, dolayısıyla halkı yazılı basın üzerindeki sınırlı da olsa bir denetim aracından yoksun bırakmıştır. Bu koşullarda, yazılı basının kamusal işlevinde önemli bir zayıflama ortaya çıkmıştır. Elbette artan yayın bolluğu ve çeşitliliği (özellikle TV-radyo ve dahası internet yayıncılığındaki gelişmeler) bilginin akışında ve dolaşımında sınırları büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Fakat dikkat edilmelidir ki, dolaşımdaki bilginin niteliğinde önemli bir zayıflama ortaya çıkmıştır. Dahası ciddi bir farklılaşma doğmuştur.

Bu farklılaşmanın kaynağında, medyanın kitle iletişiminde sağladığı büyük olanakların onun tiraja dayalı maddi kazançlarındaki zayıflamayla ve elbetteki büyük şirketlerin “portföyleri”ne katılmalarıyla birlikte, bilginin evrenselleşmesi yerine özelleşmesi ve ticarileşmesi olgusu yatmaktadır. Öyle ki, bugün yayın kuruluşları bir yandan şirketler arasındaki mücadelenin etkili bir aracı olarak iş görürken (Uzan-Doğan, Doğan-Ciner vs. çatışması örnektir), öte yandan onlar bir bakıma reklam veren şirketler tarafından damgalanmaktadır. Dikkat edilsin, reklamı aşan bir belirlemeden söz ediyoruz. Bu damganın ne ölçekte olduğu, gazetelerin sayfalarına şöyle bir göz atıldığında rahatlıkla görülmektedir. Örneğin eğitim sayfaları genel olarak belli başlı özel eğitim kurumlarını anlatmakta, sağlık sayfaları ise büyük ölçüde özel hastanelerin reklamlarının sağlık haberi kılıfı içinde sunulmasına hizmet etmektedir. Giderek adları daha sık duyulan medya takip şirketleri, bilginin bu yapısal dönüşümü ve işlev değiştirmesi gerçeğinin çarpıcı ürünleridir. Bu şirketler bilginin sektörel tasnifini yaparak ticari akışını ve dolaşımını sağlamaktır. Yani ticarileşmiş, dolayısıyla alınıp satılan bilgiyi, pazarlamaktadırlar.

Bu olgu bizleri, yayınların kamusallıkla-ticarileşmek arasında bir handikap içerisinde bulunduğu sonucuna götürmektedir. Zira esasında medya kuruluşları okura olan maddi bağımlılıklarını yitirmişlerse de, ticarileşmiş bilginin hedefinde de yine okur bulunmaktadır. İşte bu durumda ne pahasına olursa olsun yüksek tiraj (TV ve radyo için reyting) sağlamak esas hedef haline gelmektedir. Bu durum ticarileşen bilginin “kamusallık”la dengelenmesini zorunlu kılmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz koşullarda medyanın en önemli sorunlarının başında bu dengenin sağlanması, bir yandan iyi reklam alırken diğer yandan kamusal işlevi oynayacak biçimde kendisini konumlandırmaya çalışması sorunu bulunmaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojileri yanısıra bilginin niteliği konusundaki tartışmaların bir arada gidiyor olmasının temel nedeni büyük ölçüde budur.

Sonuçta, pekala bilginin ticarileşmesi, halkın eğitim ve algı düzeyinin zayıflığının pazarlamadaki cazibesi birarada değerlendirildiğinde, medyanın toplumsal yaşamda artan etkisinin ve denetiminin boyutları rahatlıkla görülebilir. Medya bugün, bilgi alanında fast-food tüketimin sonuçlarına benzeyen sorunlar üretmekte, toplumun yozlaştırılmasında ve kapitalistlerin toplumu öğüterek soymasında etkili bir işlev görmektedir.

Burjuva medyanın bu biçimde gösterdiği etkinliği ortadan kaldırmak ve bu aygıtı parçalamak için öncelikle işçi sınıfının bağımsız basınını güçlendirmek ve etkinliğini yükseltmek, ikincisi ise, burjuva medyaya karşı amansız ve süreğen bir mücadele yürütmek gerekmektedir. Burjuva medya aygıtını parçalamak içinse işçi sınıfının devrimci mücadelesinin yükseltilmesi gerekmektedir.