7 Eylül 2007 Sayı: 2007/35(35)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kapsamlı saldırılar dönemi ve
düzenin açmazları
  2. AKP hükümeti ve demokrasi beklentileri…
Yeni hükümet programı...
Devlet ve düzen cephesinden
barış mesajları!
1 Eylül Dünya Barış günü eylemlerle kutlandı...
Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!
  12 Eylül karanlığı bugünün mayasıdır!
  Türk-İş’in Bakü toplantısı....
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 4
  Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine - U. Taner
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali üzerine...
  İşgalci İngiliz ordusu
Irak kentlerini terketti!
  Dünyadan kısa kısa...
  Ortadoğu’dan...
  Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”
  Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!
  Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…
  Yılmaz Güney’i ölümünün 23. yılında saygıyla anıyoruz…
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Ağustos ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!

Filipinler Komünist Partisi’nin kurucusu ve Halkların Uluslararası Mücadele Ligi’nin (ILPS) başkanı Prof. Jose Maria Sison, 28 Ağustos 2007 tarihinde, olağan bir görüşme süsü verilerek çağrıldığı Hollanda’nın Utrecht kenti savcılığınca gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Bununla da kalınmamış, Hollanda’da Filipinliler’e ait devrimci kültürel kurumlar ve çalışanlarının evleri basılmış, bilgisayar ve materyallere el konulmuştur.

Jose Maria Sison, tutuklanma gerekçesi olarak, iki kişinin ölümünden sorumlu gösterilmektedir. Hollanda devletinin tüm suçlamaları asılsızdır. Hollanda devleti daha önce de aynı gerekçelerle pek çok kez Jose Maria Sison’u tutuklama, yargılama ve iade girişiminde bulunmuştur. Ancak bu suçlamaların hiçbiri kanıtlanamamış ve Jose Maria Sison serbest bırakılmıştır.

Hollanda devleti Avrupa’nın en korsan devletlerinden biridir. Bu devletin Jose Maria Sison’a dönük saldırıları da her zaman bu karakterine uygun olmuştur. Bir kez daha, üstelik olağan bir görüşme süsü verilerek gözaltına alınması ve tutuklanması, bu korsanca davranışın en somut örneğidir.

Jose Maria Sison, onların iddia ettiği gibi, bir ‘terörist’ değil, ilerici ve devrimci güçler nezdinde seçkin bir devrimcidir. Filipinler halk kurtuluş mücadelesinin mütevazi bir neferi ve önderlerinden biridir. O, aynı zamanda dünyanın ezilen ve sömürülen halklarının samimi ve yılmaz bir dostu, onların kurtuluş mücadelesinin militan bir savunucusudur. Öte yandan Sison, başta ABD olmak üzere emperyalizme ve uluslararası her türden gericiliğe karşı kararlı ve baş eğmez tutumu nedeniyle saldırıların boy hedefi olmuştur. Emperyalist ve gerici devletler tarafından benzer suçlamaların ve saldırıların hedefi olmasının gerisinde de bu aynı nedenler yatmaktadır.

Jose Maria Sison’a dönük saldırı, özünde dünyanın ezilen mazlum halklarına, onların devrim ve kurtuluş mücadelelerine dönük, tümüyle haksız ve gerici bir saldırıdır. Bu saldırı aynı zamanda, emperyalist metropollerde yürütülen devrimci-politik çalışmaları yasaklama, bu faaliyeti yürüten devrimcileri susturma, yıldırma ve sınır dışı etme yönünde açık bir tehdit niteliği taşımaktadır. Tam da bu nedenle, tüm ilerici ve devrimci güçler bu saldırıya karşı derhal seslerini yükseltmelidir. Bu yapılamadığında, bu saldırıyı yenilerinin izleyeceği kesindir.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu olarak bu haksız, gerici ve korsanca saldırıyı nefretle kınıyor ve protesto ediyoruz. Jose Maria Sison ve Filipin halkı ile tam dayanışma içinde olduğumuzu ilan ediyor, tüm ilerici ve devrimci güçleri Jose Maria Sison’un derhal serbest bırakılması için her türlü eylemli çabayı ortaya koymaya çağırıyoruz.

Jose Maria Sison’a özgürlük!

Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın ve kendisine koşulsuz oturum hakkı verilsin!

Yaşasın enternasyonal dayanışma!

30 Ağustos 2007

BİR-KAR

(İşçilerin Birliği-Halkların Kardeşliği Platformu)



 

Türkiye’nin mülteci politikasında ayrımcılık

1951 yılında Cenevre’de mülteci sorununun gündemleştirildiği bir konvansiyon düzenlenir ve imzaya açılır. Özellikle Hitler faşizminin sarsıcı etkilerini yaşamış olan Avrupa, 2. Dünya Savaşı’nın deneyimlerinden yola çıkarak bir takım adımlar atmak durumunda kalmıştır. Hitler’in yoluna çıkan her ülkeyi yakıp yıktığı dönemde, insanların ülke ülke faşizmin dipçik darbelerinden kaçışı, bu konuda bir hukuk birliğini şart koşmuştur. Her devletin kendi vatandaşlarına hizmet etme önceliği olduğu konusunda Avrupalı devletlerin bir soru işareti yoktur. Yani kapısına gelen herkesi sınırlarından içeri almak zorunda değildir. Peki ya gelenler, sınırdan geri döndüklerinde ölüme terkedilmiş olacaklarsa?

İşte bu soru Avrupa’nın 1951 tarihli Cenevre Konvansiyonu’na gelir. Konvansiyonda mülteciler, “Kendi ülkesi dışında bulunan; ırkı, dini, tabiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşü sebebiyle zulüm görmekten haklı nedenlerle korku duyan ve ülkesinin korumasından yararlanamayan ya da yararlanmak istemeyen, veya zulüm korkusu nedeniyle oraya dönmek istemeyen kişi”ler olarak tanımlanır. Ancak Konvansiyon zamansal ve coğrafi sınırlamalar koyar. 1961’de zamansal sınırlama kaldırılır. Coğrafi sınırlama ise devletlerin inisiyatifine bırakılır. Asyalı ve Afrikalı mültecileri kabul etmeyen Avrupa devletlerinin büyük bir kısmı, daha sonra uygulamadaki eşitsizliği gidermişlerdir. Ancak Türkiye’de halen 1951’deki düzenleme geçerlidir.

O tarihte imzalanan Konvansiyon’un kapsamı salt mülteci statüsünün tanımlanmasından ibaret değil. Ayrıca, “herhangi bir mülteci ya da sığınmacının hayatı ya da özgürlüğünün tehlikede olduğu ülkeye gönderilmemesi” açık bir ilke olarak düzenlenmiştir. Mültecilerin, mülteci statüsü ile yaşadıkları ülkede sahip oldukları haklar da ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

Buna rağmen Türkiye bugün hala Asya ve Afrika’dan gelenleri mülteci olarak kabul etmemekte, açık bir uyruk ayrımcılığı yapmaktadır. Türkiye yakın bir tarihte İzmir Urla’da “yakaladığı”, Türkiye’ye “yasadışı” yollarla girmeye çalışan 600 mülteciyi ülkelerine geri göndermiştir. Bu 600 mültecinin 135’i Iraklı’dır. İşgal altında olan ve her yıl en az yüzbin kişinin öldüğü Irak’ta bu kişilerin can güvenliğinin bulunmadığı açıktır. Türkiye imza attığı bir Konvansiyonu yok saymanın yanısıra insan hayatını zerrece umursamamaktadır.

Türkiye, dünyaya yayılan ve sayıları 15-30 milyon arasında değişen mültecilerin Ortadoğu kolunun geçiş ülkesidir. Bu insanlar çaresizlik içerisinde insan tacirlerinin elinde kıvranırken, Türkiye insan kaçakçılığı ve tacirliği konusunda hukuki hiçbir yaptırım uygulamamaktadır.

Mülteci sorununa yaklaşım, bir devletin insanca yaşama hakkına duyduğu saygının ölçüsüdür. Türkiye, sadece mültecilere yaklaşımı ile değil ama bir bütün olarak insanlara yaklaşımı ile, insanca olan herşeye düşman olduğunu çoktan tescil etmiştir.