30 Mart 2007 Sayı: 2007/12(12)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrgerilla katliamının 30. yılında Taksim yasağı kırılmalıdır!..
  Sermaye devleti kendini tahkim ediyor
Düzen siyaseti keskin bir çatışmanın arifesinde!
Dink cinayetinde yeni ipuçları da devlete uzanıyor
Hüsnü Mübarek-Necdet Sezer buluşması...
 Newroz Türkiye’nin dört bir yanında coşkuyla kutlandı...
  Gençlik’ten Newroz kutlamaları...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu 3. hazırlık toplantısı…
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu ve İstanbul TMMOB yöneticilerinin tutumu üzerine kamuoyuna zorunlu bir açıklama…
  İddialı, etkili ve başarılı bir kampanya çalışması örneği...
  Gençlik hareketi...
  Birleşmiş Milletler savaş kundakçılarının güdümünde!
  Emperyalist güçler Filistin sorununa
çözüm mü arıyor?
  Sınıf hareketi...
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları / IV
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermaye sınıfı kriz içinde debeleniyor…

Mücadeleyi büyütelim!

Çalışma ve yaşam koşullarımız her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Tek tek işyerlerinde patronlar, fabrikaları bizler için adeta birer cehenneme çeviriyor. Bir bütün olarak ülke genelinde ise elimizde kalan son hakları gasp etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Özelleştirmeler, tensikatlar, hayat pahalılığı ve daha onlarca sorun sırtımıza bir kambur gibi yükleniyor.

Bizler bu yükler altında sürekli ezilirken, sermaye sınıfı sefahat içinde yaşıyor. Gün geçmiyor ki bir patron çıkıp üretim ve ihracat rekorları kırdığını açıklamasın. Bizler sefalet içinde debelendikçe, sırtımızdan palazlananların serveti katlanarak büyüyor. Sermaye düzeni yeni krizlere gebe!

Sermaye sınıfı kârına kâr katmasına karşın üzerindeki korkuyu da bir türlü atamıyor. En bilinen kalemşörleri durmadan yeni bir krizin kapıda olduğunu dillendirip duruyor. 2002 krizinden de büyük bir krizin kapıda olduğu söyleniyor.

Zaten başka türlüsü de olamaz. Ufak bir azınlık gün geçtikçe palazlanırken, milyonlarca işçi ve emekçinin sefaletinin derinleşmesi krizlerin kaçınılmazlığının en belirgin kanıtıdır. Onun için burjuvalar bir yandan bu krizlerden büyük bir korkuya kapılırken, bir yandan da daha fazla kâr elde etme hırslarıyla her defasında bu krizleri kendileri üretirler. Bir yandan krizleri yaratırken, diğer yandan da kendi yarattıkları krizlerin faturasını bizlere yıkarak işin içinden sıyrılmaya çalışırlar.

Kriz her yerde!

Söylenen genel olarak ekonomik bir kriz olsa da sermaye düzeni her alanda krizler yaşıyor. Yaklaşan seçimler onlar için siyasal bir kriz demek. Her biri birbirinden farksız sermaye politikaları ve düzen partileri artık işçi ve emekçiler için hiçbir şey ifade etmiyor. Ya da Amerika ve diğer emperyalist haydutların Ortadoğu’daki savaş çığırtkanlıkları… Hangi emekçi birilerinin petrol sevdası uğruna ölmeyi, öldürmeyi kabul eder ki! İster açlıkla olsun, ister barutla, döne döne biz işçi ve emekçilere, çocuklarımıza ölümü dayatıyorlar. Bunun için de durmadan beynimizi bulandırmaya çalışıyor, çıkarlarımızın “ulusal” olduğunu söylüyorlar. Ama nafile. Onlar kendi sınıf çıkarlarını savunuyorlar. Ve onların çıkarlarının gerçekleşmesi, bizim için her defasında daha derin yıkım anlamına geliyor. Bu yıkımın bir gün öfkeyi patlatacağını da bildikleri için gelen krizden ölesiye korkuyorlar.

Krizin faturasını bize kesmeye çalışacaklar!

Bugün de tüm hazırlıklarını buna göre yapıyorlar. Bir yandan hala “Ne götürürsem kâr!” diyerek sömürüyü derinleştirirken, bir yandan da biz işçi ve emekçiler üzerindeki baskıyı yoğunlaştırıyorlar. Fabrikalar, caddeler, sokaklar dikenli tellerle, kameralarla donatılıp, adeta birer F tipi cezaevine dönüştürülüyor. Tek amaçları ise üzerimizdeki baskıyı yoğunlaştırmak, sesimizi yükseltmemize, hakkımızı aramamıza engel olmak. Hala eski oyunları oynuyorlar. Türk-Kürt-Ermeni, Alevi-Sünni diyor, bizi birbirimize kırdırmaya çalışıyorlar.

Böylece biz birbirimizle boğuşurken kendilerini ve sömürü düzenlerini korumayı hedefliyorlar. Çünkü tüm bu krizleri kendilerinin yarattığını ve işçi ve emekçilerin bunu gördüğü takdirde tüm bunların hesabını fazlasıyla soracağını çok iyi biliyorlar.

***

Sermaye kendisini yeni krizlere hazırlarken, biz işçi ve emekçilerin de mücadeleyi büyütebilmemiz gerekiyor. Özellikle sınıfımızın mücadele tarihinin şanlı sayfalarının doldurduğu şu günlerde…

8 Mart’ı daha birkaç gün önce hak ettiği şekilde kutladık. Şimdi önümüzde 1 Mayıslar, 15-16 Haziranlar var. Hem bugün yaşadığımız sıkıntılara karşı mücadelemizi geliştirebilmek, hem de tarihi mücadele mirasına layıkıyla sahip çıkmak için bugünden hazırlanalım. 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılında krizin faturasını bu kez bizlere kesemeyeceklerini sermaye sınıfına gösterelim.

(OSB-İMES İşçi Bülteni’nin Mart 2007 tarihli son sayısından alınmıştır...)



 

Bugünlerde birçok işyerinde Toplu iş sözleşmesi süreci yaşanıyor. Biz de geçtiğimiz aylarda TİS imzalayan Birleşik Metal-İş ALKOM İşyeri Baştemsilcisi Yılmaz Külekçi ile bu sürece nasıl hazırlandıklarını konuştuk…

“Örgütlü bir bütün olarak davranmanın önemi TİS sırasında çok önemlidir!”


Sendikal hareketin genel durumu açısından kısaca neler söyleyebilirsiniz?

- Aslında sendikal bir hareket gözle görülecek şekilde bulunmamakta. Sendikal duruma genel olarak baktığımızda devlet güdümlü ihanetçi tutum içerisindeler. Bunlar içerisinde bazıları bir şeyler yapmaya çalışsa da temsili ve göstermelik işlerden öteye gidemiyorlar.

Sendikalı işyerlerinde ne gibi sorunlar yaşanıyor?

- Sendikalı işyerlerinde sendikasızlara oranla daha az sorunlar var elbet. Ama sendikalı olma gereği ve sendikalı olduğundan işçilerin haklarını koruma ve yeni haklar sağlama gibi durumlar ortaya çıktığından ve bunları sağlamak için veya TİS’i (toplu iş sözleşmesi) yapıp onu çalışma koşullarına uydurmada çıkan sorunlar yaşanıyor. En önemli sorunlardan bir tanesi TİS’i yapmak ve uygulamaktır. İşverenlerin bazı haklara saldırmasından çıkan sorunlar ve bu sorunlara ilgisiz kalan sendikalarda sorun oluyor.

Her seferinde işverenin “Sendika var, maliyetler yüksek. Aynı işi yaptığımız rakip firma sendikasız bizden az maliyeti var, rekabet edemiyoruz” gibi çıkışları hiç bitmez.

Bu durum TİS sürecini nasıl etkiliyor?

- Tabii ki olumsuz etkiliyor. “Maliyetler kurtarmıyor, üstümüze fazla gelmeyin, kapatmak zorunda kalırız” gibi yakınmalara başlıyorlar. Bir de sendikaların ılımlı havası eklenince vay TİS’in haline. Ama her durumda işçilerin tutumu belirleyici olur. Sendikalı olmanın, örgütlü bir bütün olarak davranmanın önemi TİS sırasında çok önemlidir.

Siz TİS sürecinizi nasıl işlettiniz?

- TİS başlamadan önce işçilere her zaman TİS’e hazırlanmalarını istedik. Hem taslak hazırlamak için hem de olası grev ve eylem için hazırlanmalarını, özellikle ekonomik olarak hazırlanmalarını söylüyorduk. Çünkü sermaye öyle kuşatmış ki kredi kartlarıyla borçlandırmış her bir işçiyi. Ödemedin mi bitti.

Taslak oluşturmada bütün işçilerin işyeri komitelerine önerilerini vermelerini istedik. Sonra işyeri komitesiyle taslak oluşturup ortak kararlar alarak başladık. Olası grev için grev dayanışması topladık her ay işçilerden bir miktar para alarak. Bu dayanışma grev sırasında ihtiyaçlarımıza yarayacaktı. Fakat ondan da önce, bu dayanışma işçilerin işveren karşısındaki, TİS’teki kararlılığını ortaya koydu. Her TİS toplantısından sonra işçilere bilgi vererek durum değerlendirmesi yaptık. Sonunda işçilerin istediği şekilde bir TİS imzalandı. Son zamanlarda imzalanan TİS’ler üzerinde bir anlaşmayla. Bunu da sürece tüm işçilerle birlikte hazırlanmamız sayesinde başardık. Zaten TİS sürecinin en önemli yanını da bu oluşturuyor.

Son olarak her şeyi üreten işçi sınıfı olduğundan kurtuluş işçi sınıfının ellerindedir. Gücümüz birliğimizdir diyorum.

(OSB-İMES İşçi Bülteni’nin Mart 2007 tarihli son sayısından alınmıştır...)