30 Mart 2007 Sayı: 2007/12(12)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrgerilla katliamının 30. yılında Taksim yasağı kırılmalıdır!..
  Sermaye devleti kendini tahkim ediyor
Düzen siyaseti keskin bir çatışmanın arifesinde!
Dink cinayetinde yeni ipuçları da devlete uzanıyor
Hüsnü Mübarek-Necdet Sezer buluşması...
 Newroz Türkiye’nin dört bir yanında coşkuyla kutlandı...
  Gençlik’ten Newroz kutlamaları...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu 3. hazırlık toplantısı…
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu ve İstanbul TMMOB yöneticilerinin tutumu üzerine kamuoyuna zorunlu bir açıklama…
  İddialı, etkili ve başarılı bir kampanya çalışması örneği...
  Gençlik hareketi...
  Birleşmiş Milletler savaş kundakçılarının güdümünde!
  Emperyalist güçler Filistin sorununa
çözüm mü arıyor?
  Sınıf hareketi...
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları / IV
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İddialı, etkili ve başarılı bir kampanya çalışması örneği...

“Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!”

Ekim Gençliği’nin 100. sayısı vesilesiyle Şubat ayı ortalarında başlattığımız “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!” kampanyasını beş ayrı ilde gerçekleştirdiğimiz çeşitli etkinliklerle bitirmiş bulunuyoruz. Bir buçuk aylık bir sürece yayılan kampanya çalışmamız, etkin bir biçimde sürdürüldüğü tüm yerellerde anlamlı sonuçlar elde etmemizin bir aracına dönüştü. Bu sürecin sonunda yüzlerce gencin yanyana getirildiği etkinlikler tablosunun yanı sıra Ekim Gençliği’nin yaygın bir tanıtımı, “dünyanın bütün dillerini konuşma” çağrısının güçlü bir propagandası yapılmış oldu.

100. sayımızda neden bir politik kampanya?

Ekim Gençliği’nin 100. sayısında yer alan “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz” başlıklı kampanyamızı gerekçelendiren metinde, 100. sayımız vesilesiyle neden böyle bir kampanyaya ihtiyaç duyduğumuzu ortaya koymuştuk. Kampanyanın sonlandığı şu günlerde başarı ve başarısızlığımızın ölçütü açık ki, baştan tanımladığımız hedefler ile açığa çıkarttığımız sonuçlar arasındaki açı farkının kendisi olacaktır.

100. sayımızda yer alan söz konusu metinde şunları söylemiştik:

“Ekim Gençliği yıllardır gençlik alanı içerisinde, işçi sınıfının partisinden aldığı güç ve birikimle sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya mücadelesinin bayraktarlığını yapmakta, enternasyonal komünist kimliğin gereklerini yerine getirmeye çalışmaktadır. 100. sayı ile başlattığımız kampanya yıllardır taşıdığımız misyonun pratik mücadeledeki yeni bir yansımasından ibaret olacaktır.

“Kampanyamız bir çağrı olarak algılanmalıdır. Dünya ölçeğinde halklar arasına çekilmiş olan bütün duvarları yıkma, ezilen halkların ve sömürülen sınıfların özgürlüğünü kazanma, gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerinde sömürülmeyen bir dünya için enternasyonal bir bilinçle proleter sınıf mücadelesine katılma, bu mücadeleyi büyütme çağrısıdır.”

Bu yaklaşım, Ekim Gençliği’nin 100. sayısı vesilesiyle örülen faaliyetin neden salt bir tanıtım kampanyası olarak kurgulanmadığının, tam tersine içeriğinden gündemine, araçlarından yöntemine kadar bütünlüklü bir politik kampanya çalışması olarak ele alındığının özlü bir anlatımıdır. Elbette komünist gençliğin yayın organı olarak Ekim Gençliği’nin tanıtımı, kitlelerle buluşma alanlarının genişletilmesi çabası da ciddi bir ihtiyaçtır ve kendi içinde anlamlıdır. Ancak Ekim Gençliği’nin, bir yayın olmanın ötesinde, gençliğin işçi sınıfı mücadelesinde taraflaştırılmasının temel bir aracı olarak tanımlandığı yerde, 100. sayı üzerinden örgütlenecek bir kampanyanın da aynı temel misyon üzerinden ele alınması tutarlı bir yaklaşımın ifadesidir.

100. sayımızda yer alan “Gençlik içinde devrimci yayın faaliyeti” başlıklı metinde ise Ekim Gençliği’ne ilişkin olarak şu temel önemde noktaya işaret etmiştik:

“Komünist gençliğin gençlik içerisindeki misyonunun bu yalın tanımı Ekim Gençliği yayınının siyasal çizgisini ve misyonunu belirleyen temel noktadır. Komünist gençlik örgütlenmesinin yayın faaliyeti açık ki, komünist ideolojik-politik kimliği gençlik alanına taşıma sorumluluğuna sahiptir. Bu açıdan Ekim Gençliği yayınının öncelikli hedefi gençlik içerisinde komünist politikanın yaygınlaşması, gençliğin emekçi kesimlerinin komünist politikalar çerçevesinde işçi sınıfının devrimci eyleminin ve programının bir parçası haline getirilmesidir. Ekim Gençliği tüm yayın dönemi boyunca bu temel hedefin ve misyonun taşıyıcısı olmanın haklı gururunu taşımış ve gelecekte de bu onurlu misyonu layıkıyla yerine getirmenin çabası içerisindedir.”

Bu değerlendirme, kampanyamızı gerekçelendirmek açısından da oldukça önemlidir.

Bugün durduğumuz yerden baktığımızda, birbuçuk ay içerisinde güçlü bir politik kampanya süreci örgütleyebildiğimizi ve bu kampanya sürecinin belki de en öne çıkan yanını oluşturan kitle çalışması ile Ekim Gençliği’nin misyonunu geniş gençlik kesimlerine taşıyabildiğimizi rahatlıkla ifade edebiliriz.

100. sayı kampanyamızın politik şiarı üzerine…

100. sayı kampanyamızı “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz” şiarı ile sürdürmemiz kuşkusuz bir rastlantı değildir. Bu şiarın dile getirilmesinin gerisinde iki temel neden bulunmaktadır. Birincisi, söz konusu şiarın Ekim Gençliği’nin komünist enternasyonalist kimliğini ortaya koymasıdır. Ekim Gençliği halkların kardeşliğini savunmakla kalmaz, bu savununun sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya gerçeği ile bütünleşmediği ölçüde maddi açıdan olanaksız bir temenniden ibaret kalacağı bilincini taşır.

İkinci neden ise, bugün dünya ölçüsünde yükseltilmesi gereken “halkların kardeşliği” çağrısının, coğrafyamız açısından içinden geçilen süreç gözetildiğinde, çok daha acil bir ihtiyaç haline gelmiş olmasıdır. Kürt halkını hedef alan baskı ve zorun son süreçte ulaştığı düzey, Hrant Dink’in katledilmesi, bölge halklarına karşı ABD taşeronluğu yapılması vb., gelişmeler, siyasal sorumluluk taşıyan bütün güçler açısından şoven-milliyetçi dalganın karşısına net bir tutumla çıkabilmeyi bir zorunluluk haline getirmektedir. “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganının “Hepimiz Türküz” nidalarıyla karşılanmaya çalışıldığı bir dönemde “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz” diyerek çıkmak, şovenizm rüzgârıyla kardeşliği, dayanışmayı ve birleşik mücadele zeminini ortadan kaldırmayı hedefleyen düzene gençlik alanından verilmiş cüretli bir yanıttır.

100 sayılık birikime yaraşır bir kitle çalışması…

Bir buçuk aylık kampanya süreci, dünyanın bütün dillerini konuşma çağrısının etkin bir biçimde alanlara taşındığı bir süreç olmuştur. İlk elden kampanya kapsamında “Bu davet bizim” başlıklı 20 bin bildiri çıkartılmış ve bu bildiriler üniversitelerden şehir merkezlerine etkin bir biçimde taşınmıştır. Yine aynı dönemde ana şiarın yer aldığı 4 bin afiş çıkartılmış ve bu afişler de yine şehir merkezlerinde ve üniversitelerde kullanılmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da bütün bu araçlar oldukça yoğun kullanılmıştır. Çalışmanın asıl anlamlı yanını (kampanya sürecinin sonuna doğru bu alanlardaki faaliyette çeşitli kesintiler yaşanmasına karşın) çevre illere de bu araçların etkin bir tarzda taşınabilmesi oluşturmaktadır. Kocaeli’nde yaygın bir afiş çalışması yapılması, Eskişehir ve özellikle de son süreçte şovenizmin kalesi haline dönüşmüş olan Trabzon’da yaygın bildiri dağıtımlarının gerçekleşmiş olması bu konuda anlamlı örnekler oluşturmaktadır.

Yine kampanya sürecinin kendisi yayın satış faaliyetlerimizin etkinleştirildiği, bu çerçevede militan satışların süreklileştiği bir süreç olmuştur. Adana, Ankara, İstanbul ve İzmir’de militan satışlar örgütlenmiş, bütün bu yerellerde yayın satış sayıları geçmiş sayıların neredeyse iki katına çıkartılabilmiştir.

Bu çerçevede temel bir eksiklik alanı olarak, kampanya çalışması çerçevesinde yürütülen kitle çalışmasının üniversite ve liselerde örgütsel bir takım mekanizmalarla buluşturulmamış olması tartışılabilir. Bu alanlarda yürütülen faaliyetler güçlü ve etkin olmakla beraber, ajitasyon ve propaganda sınırlarında kalmıştır. Üniversite ve liselerde konuya ilişkin toplantılar ve etkinlikler örgütlenememiş, bu konuda yerel inisiyatiflerimizin çabaları sınırlı kalmıştır. Bunun belki de tek istisnası ODTÜ çalışmamız olmuştur. Sözkonusu gündemin kendisi ODTÜ’de birleşik bir biçimde “Halkların kardeşliği günleri” başlığı altında gerçekleşen eylem ve etkinliklerle ele alınmıştır.

Kitle çalışması alanında merkezi materyallerin kullanımı açısından sağlanan başarının yanına yerellerin kendi ürettikleri materyallerin eklenmesi de gerekmektedir. Etkinliğin gerçekleştirildiği tüm illerde etkinliklere ilişkin ek materyaller çıkartılmıştır. Bu konuda İstanbul’da yürütülen çalışma özel olarak önemli ve örnek alınması gereken bir çalışmadır. İstanbul Ekim Gençliği merkezi materyallerin dışında İstanbul’da kampanyanın bitiminde gerçekleşen etkinliklerin ön çalışması kapsamında 4 bin afiş ve 20 bin el ilanı kullanmıştır. Faaliyet, İÜ Edebiyat Fakültesi, İÜ Avcılar Fakültesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi’ne taşınabilmiş, bunların yanısıra onlarca lise ve dershanede gündemleştirilmiş, Bakırköy, Avcılar ve Kartal’da stantlar açılmış, Taksim ve Kadıköy’de ise etkin bir el ilanı dağıtımı ile sokak sokak, kafe kafe gezilerek davetiye satışı gerçekleştirilmiştir. İstanbul Ekim Gençliği tarafından hayata geçirilen bu etkin çalışma, yaygınlığı ve yoğunluğu ile örnek bir çalışma olarak ele alınabilmelidir.

Yine İstanbul Ekim Gençliği tarafından gerçekleştirilen bu başarılı çalışmanın özel olarak önemsenmesi gereken yanı, geçmiş dönemler kampanya süreçlerinde yaşanan kilitlenmenin/daralmanın bu kez yaşanmamış olmasıdır. Geçmiş süreçlerde de defalarca belirttiğimiz gibi, kampanya sürecinde çok yönlü bir faaliyeti örgütleyebilmek büyük bir önem taşımaktadır. İstanbul Ekim Gençliği bütün bir kampanya süreci boyunca, tartışmalarının bir parçası olduğu sempozyum çalışmasının da alanlarda etkin bir yürütücüsü olabilmiştir.

Merkezi bir kampanyanın materyaller planında yerelleştirilebilmiş olması kadar, farklı araçlar çerçevesinde yerelleştirilebilmesi de önemlidir. Bu noktada geçmişte yaşadığımız sıkışmayı belirli ölçülerde aştığımızı ifade edebilirsek de, bu kampanya sürecinde de açığa çıkan ciddi sorunlar oldu. Trabzon Ekim Gençliği’nin gerçekleştirdiği etkinlik ise merkezi bir kurgunun bir çevre il tarafından ısrarcı bir biçimde hayata geçirilmeye çalışılmasının ve merkezi belirlemelerin yerelin imkanlarına uyarlanmasının anlamlı bir örneğini oluşturdu.

Ancak bu noktada çevre illerdeki bütün çalışmalarımız açısından aynı başarıya ulaştığımızı ifade etme olanağımız yok. Birçok ilimizde çalışmamız maalesef bildiri dağıtımları ile sınırlı kalmış, hatta yer yer kampanya süreci yayın kullanımının ötesinde alanlara taşınamamıştır. Bunun anlamı mesafe kat etmekle beraber hala yerellerimizi merkezi politikalarımız ekseninde harekete geçirmekte zorlanıyor olduğumuzdur.

Kampanya sürecinin lise ayağı ise İstanbul ve İzmir çalışmalarımız dışında neredeyse hiç hayata geçirilememiştir. İstanbul’da liselilerin etkinliğe katılımları görece bir zayıflık içermekle beraber, çalışmanın bu alana yaygın bir biçimde taşınabilmiş olması anlamlıdır. İzmir’de ise etkinlik programı çerçevesinde bir lise sunumuna da yer verilmiş olması, liselilerin süreçle bütünleşmesi yönündeki sistematik yaklaşımın anlamlı bir ifadesi olmuştur.

5 ayrı ilde “dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz” etkinlikleri…

Kampanya süreci 5 ayrı ilde etkinliklerle sonlandırılmıştır.

İlk etkinlik 3 Mart’ta Ankara’da gerçekleştirildi. Özellikle üniversitelilerin etkinliğe ilgi göstermiş olması ve aktif katılımı oldukça anlamlıydı. Etkinliğin içeriği ve vurgu noktaları oldukça güçlüydü. Etkinliğin temel zayıflığını lise katılımı oluşturuyordu.

17 Mart’ta ise İzmir’de bir etkinlik gerçekleşti. Etkinlikte liselilerin de söz hakkının ve örgütlü katkısının alınmış olması oldukça anlamlıydı. Aynı zamanda İzmir’de gerçekleşen etkinlik diğer illerdeki etkinliklerden farklı olarak gençliğin temel gündemlerinin kürsüden dile getirildiği ve bu başlıklara ilişkin de sunumların gerçekleştiği içeriği ile bir özgünlük taşıyordu.

18 Mart’ta Trabzon’da gerçekleşen etkinliğin merkezini ise “Ekim Gençliği’nin misyonu” başlığı ile gerçekleşen bir seminer oluşturdu. Seminer dışında metinlerin ve şiirlerin okunduğu, müzik dinletisinin gerçekleştiği etkinlik, Trabzon yereli açısından gerek katılım gerekse içerik açısından oldukça başarılı idi.

24 Mart’ta ise Adana’da bir şenlik gerçekleşti. Adana’daki şenliğe yine ağırlığını üniversitelilerin oluşturduğu bir katılım vardı. Adana’da üniversite dışında gerçekleştirdiğimiz ilk etkinlik oluşu, bu etkinliğe üniversitelileri taşıyabilmiş olmamız ancak bütün bunlardan önemlisi üniversitede faaliyeti çevremizdeki unsurlarla birlikte örgütleyebilmiş olmamız büyük bir başarıydı.

Aynı gün İstanbul’da bir panel gerçekleşti. Haluk Gerger ve Kayuş Gavrilof’un katıldığı panelin kapsamını da “ulusal sorun, halkların kardeşliği ve enternasyonalizm” oluşturmaktaydı. Panelde ilgi oldukça güçlüydü. Seminer sonrası soru bölümünde onlarca soru soruldu. Oldukça güçlü bir içeriği olan panel, kampanyamızın güçlü bir gerekçelendirmesinin yapılmasına vesile oldu.

25 Mart’ta ise yine İstanbul’da bir şenlik gerçekleştirdik. Katılımı beklenenin altında olan şenliğin programı oldukça güçlü ve akıcıydı. 10’a yakın sanatçının katıldığı etkinlikte katılım açısından var olan sonuç, kitle çalışması ve örgütlenme sorunlarının bir tekrarı niteliğindeydi.

Yüzlerce katılımcıyı kapsayan bütün bu etkinliklerde güçlü bir biçimde halkların kardeşliği çağrısı yapılmış olması, faaliyetimizin bütünü açısından bir başarıdır. Gençlik alanındaki ilerici-devrimci siyasal grupların neredeyse bir bütün olarak atalet içinde olduğu bir dönemde, hem gençlik gündemleri ile ilişkili faaliyetlerimizi etkin bir biçimde sürdürüp, hem de ek bir yoğunlaşma sürecini hayata geçirebilmiş olmak, çalışmamız açısından gözle görülür bir gelişmeye işaret etmektedir.

Önümüzdeki süreçte aynı yoğunlaşmış enerji ile, etkili bir ajitasayon propaganda faaliyeti ile çalışmalarımızı kesintisiz sürdüreceğimiz açıktır. Ancak yapılması gereken, bu sürecin açığa çıkarttığı sorun alanlarının üzerine gitmek, özellikle ele aldığımız her gündemde yüzümüzü üniversitelere dönmek ısrarımızdan, üniversitelerde öğrenci gençlikle buluşabilecek kanallar yaratma çabamızdan vazgeçmemektir.

Bizler büyük emekler ve bedellerin ürünü olarak devrimci bir çizgide ve devrimci ilkelerden taviz verilmeden yaratılmış bir tarihin mirasçılarıyız. Gençlik kitleleri içindeki çalışmamıza ve kurulu düzene karşı mücadelemize bunun bilinci ve sorumluluğu ile devam ediyoruz, edeceğiz.

Ekim Gençliği


 

Dünyanın bütün dillerini konuşma ve halkların kardeşliği mücadelesini büyütme çağrısı...

“Ezgilerimiz halkların kardeşliği için!” şenliği

Ekim Gençliği’nin 100. sayısı vesilesiyle başlattığımız “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!” kampanyasının son etkinliği 25 Mart günü gerçekleştirildi. Farklı dillerde müzik yapan toplulukların yer aldığı şenlik, oldukça coşkulu bir atmosferde gerçekleştirildi.

Etkinlik “Mücadelenin dili birdir” isimli sinevizyon gösterimi ile başladı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden eylem görüntülerinin ağırlıkta olduğu sinevizyon gösteriminin ardından kitle şu sözlerle selamlandı:

“Bir bebekten katil yaratan, milyonları açlık ve sefalet bataklığında yaşamak zorunluluğu ile karşı karşıya bırakan, dünyamıza ve dünyanın ezilen halklarına kan, kıyım ve gözyaşından başka hiçbir şey vaadetmeyen karanlığı sorgulamak için bugün buradayız!

Bu karanlığa inat, bu karanlık düzene inat dünyanın bütün dillerini konuşmak için bugün buradayız!

Dünyanın bütün dillerini konuşma çağrımıza yanıt vermiş olan bütün dostları halkların kardeşliğini büyüteceğimiz şenliğimize başlarken bir kez daha selamlıyoruz!..”

Sınıfsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir dünya mücadelesinde yaşamını kaybeden bütün devrim şehitleri için gerçekleştirilen saygı duruşunun ardından 100. sayı vesilesiyle Ekim Gençliği’nin misyonu anlatıldı. Daha sonra ise Ekim Gençliği adına açılış konuşması yapıldı. Dünyanın bütün dillerini konuşma ve halkların kardeşliği mücadelesini büyütme çağrısı yapıldı.

Programın akışı içinde Üç Deniz Topluluğu adına etkinliğe katılan Sevinç-Ferda Ereren sahne aldı. Etkinliğin içeriğiyle bütünleşen bir program hazırlayan Sevinç-Ferda Ereren, açılışı Kürt-Türk seslendirdikleri Sarı Gelin parçasıyla yaptılar. Ardından Rumca bir Kıbrıs türküsü söylediler. İran, Bulgaristan, Rus, Gürcü, Kürtçe ve Türkçe halk türkülerini seslendirdiler. “Sesini ver sesime, sensiz türkü söylenmez!” şarkısı ise hep beraber söylendi.

Ardından, güzel yarınların müjdecisinin yalnızca türküler olmadığı vurgulanarak sözün ozanlara ve Nazım Hikmet’e getirildiği bir konuşma yapıldı:

“ ... Nazım’ın şiirlerini bedele bağlayanlar unutmasınlar, o şiirlerin her bir sözcüğü için bu topraklarda yüzlerce bedel ödenmiştir. Nazım’dan önce de, Nazım’dan sonra da… Paradan katbekat değerli bedellerdir bunlar. Özgürlük için özgürlüğümüzle ödenmiş bedeller, sevdamız için sevdalarımızdan ödenmiş bedellerdir bunlar… Nazım’ın da size borcu yok, Nazım’ın şiirlerinin güzel insanlarının da…” sözleriyle Toprak Kara sahneye çağrıldı. Toprak Kara Hasan Hüseyin’den ve Nazım Hikmet’ten şiirleri oldukça etkili bir mizansenle birleştirerek okudu.

Etkinlikte yeralan Grup Tanura Lazca türküler seslendirdi. Ebral Aydın ve grubu ise Hemşince ve Lazca türküler söylediler.

Ardından şair dostumuz Ruhan Mavruk sahneye çıktı. Mavruk, kendini eylem alanlarında daha rahat hissettiğini belirttikten sonra, halkların kardeşliği mücadelesini büyütme çağrısında bulundu. Bizlerle bir şiirini paylaşan Mavruk’un konuşması “Yaşasın halkların kardeşliği!” sloganları ile karşılandı.

Ardından yapılan konuşmada şunlar söylendi:

“Hrank Dink’in 19 Ocak’ta katledilmesi, Türkiye’de son yıllarda bilinçli olarak tırmandırılan şoven faşist kudurganlığın ulaştığı noktayı gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Sermaye iktidarı kendi açmazlarını aşmanın yolu olarak bir kez daha Türkiye halklarını birbirine düşürmeyi seçmiştir. Sistematik bir çabayla işçi ve emekçi kitlelere şovenizm zehri enjekte edilmektedir. (...)

“Sermaye iktidarının düşmanlaştırma politikalarının giyotininden en fazla geçmiş halk bu coğrafyada Kürt halkıdır. Sermaye iktidarının kanlı tarihine kısa bir göz atıldığında Kürt halkını hedef alan katliamların ne ölçüde büyük bir hacme sahip olduğu görülecektir. Yine henüz geride bıraktığımız Newroz süreci göstermiştir ki, Kürt halkını hedef alan saldırılar şiddetlenerek sürmektedir. Bugün bize düşen Kürt halkının taleplerinin ve özgürlük mücadelesinin aktif bir parçası olmaktır.”

Konuşmanın ardından sahneye Burhan Berken çağrıldı. Berken, hem Kürtçe hem Türkçe parçalar seslendirdi. Grup oldukça coşkulu bir halay parçası ile programını tamamladı.

Etkinlikte yeralan Vedat Sakman’ın seslendirdiği 4 parça ilgiyle izlendi. Sekman şenliğimizi kutladı ve başarılar diledi.

Sahneye son olarak Grup Keops çıktı. Grup Keops’un etkinliğe katılımının özel bir anlamı vardı. Zira söz konusu grupla, Taksim’deki bildiri dağıtımı sırasında tanışmıştık. Bildirimizi aldıktan sonra, Keops grubunun gitaristi gelerek, “Oldukça güzel bir çağrı ve güzel bir program. Ancak Ermenice söyleyen kimse yok. Sorun olmazsa biz gelmek, katılmak ve destek olmak isteriz” dediler. Bizler adına dünyanın bütün dillerini konuşma çağrımıza verilmiş anlamlı bir yanıtı ifade eden bu katkıyı severek kabul ettik. Etkinliğimize -bizlerin haberi olmaksızın- bir sürpriz ile geldiler. Yaşar Kurt’u da etkinliğimize getirdiler.

Sahneye önce Yaşar Kurt çıktı. Hrant Dink için yeni yazdıkları şarkıyı seslendirdi. “Hepimiz Hrantız, hepimiz insanız, nefrete ve kine karşı olanlarız” sözlerinin geçtiği şarkıdan sonra, salonda “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz!” sloganları atıldı. Daha sonra Yaşar Kurt, Grup Keops ile beraber Sarı Gelin’i seslendirdi. Grup Keops Ermenice ezgilerle devam etti. Programın sonunda yine Grup Keops’un etkinliğe sunduğu özgün katkılardan biri olarak, tek kişilik bir tiyatro gösterisi yapıldı.

Ardından programın kapanış konuşması yapıldı:

“Bütün bir gün boyunca egemenlere, bezirganlara, insanı insana kırdıran bu düzene inat, bebeklerden katil yaratan karanlığa inat, türkülerimizle, halaylarımız, horonlarımızla, sloganlarımızla halkların kardeşliğini, insanların kurtuluşunu, gecelerinde aç yatılmayan gündüzlerinde sömürülmeyen bir dünya özlemini haykırdık! Ama dostlar, asıl şimdi, bu özlemimizi, bu iddiamızı, bu salonda açığa çıkarttığımız gücümüzü, irademizi mücadele alanlarına taşımak zorunluluğu ile karşı karşıyayız.

Çocukların fabrika köşelerinde azgın sömürünün pençesinde çocukluklarından olmalarını istemiyorsak,

Kadınların kapitalizmin insanlık karşısında beş para etmez pazarlarında üç kuruşa satılmalarını istemiyorsak,

Uğur Kaymazlar’ın bedeninden 13 kurşun çıkmasını, Hrant Dink’lerin ölmesini, halkların üzerine bombalar yağmasını istemiyorsak,

Bir avuç kapitalistin çıkarları için dünyamızın yok olmasını istemiyorsak,

Ve insan gibi yaşamak istiyorsak eğer,

Ve bütün insanlar insan gibi yaşasın istiyorsak,

Yani dünyanın kurtuluşu sosyalizm diyorsak,

Bu şenlikte açığa çıkan iradeyi büyütmek zorunluluğu ile karşı karşıyayız.

Dostlar,

Biz sizi dünyanın bütün dillerini konuşmaya çağırıyoruz!

Biz sizi bu çağrıyı büyütmeye çağırıyoruz!

Mücadelenin sürdüğü bütün alanlarda, ortak olan dilimizi konuşmaya devam etmek dileğiyle…

Hoşçakalın!”

Ardından kitle “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”, “Marks, Engels, Lenin! Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganlarını coşkuyla haykırdı.

150’yi aşkın kişinin katıldığı etkinliğimiz oldukça canlı, coşkulu ve amacına uygun geçti. Katılımcıların sahnede ses düzeni ile süren hazırlıkları bir miktar dağınıklığa yol açtı. Ayrıca programın uzunluğundan dolayı etkinlikte bir katılımcı sirkülasyonu yaşandı. Ancak bütün bu yönlerine rağmen başarılı ve güçlü bir etkinlik gerçekleştirdik.

Katılımcıların da beğenilerini program bitiminde ifade ettikleri etkinliğin ardından sanatçıların fikirlerini sorduğumuzda, oldukça olumlu yanıtlar aldık. Özellikle Sevinç Ereren’in “Uzun zamandır içinde en olmak istediğim etkinlik” demesi, Ruhan Mavruk’un heyecanla moral verişi, Keops’un kendiliğinden sunduğu katkılar oldukça anlamlıydı.

İstanbul Ekim Gençliği


“Ulusal sorun, halkların kardeşliği ve enternasyonalizm” paneli başarıyla gerçekleştirildi!

“Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!”

İstanbul Ekim Gençliği olarak 100. sayı kapsamında örgütlediğimiz “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!” başlıklı kampanyanın ilk etkinliğini 24 Mart günü Eğitim-Sen 2 No’lu Şubesi’nde gerçekleştirdik. Oldukça yoğun ve kapsamlı bir çalışmanın ürünü olarak gerçekleştirilen “Ulusal sorun, halkların kardeşliği ve enternasyonalizm” başlıklı panel, canlı tartışmalara sahne oldu. Panele Haluk Gerger ve Kayuş Gavrilof katıldı.

Etkinlik saat 15.15’te Ekim Gençliği adına yapılan açılış konuşması ile başladı. Ülke genelinde yaşanan şovenist histeri atmosferinin üniversitelerdeki yansıması anlatıldı. “Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!” başlıklı kampanyanın temel hedefinin toplumda egemen hale getirilmeye çalışılan şovenist histeri dalgasını kırma mücadelesine güç vermek olduğu vurgulandı.

Kayuş Gavrilof konuşmasına panel günü yaşadığı bir olayı anlatarak başladı. Bir “paşa”nın “Ermeniler bugüne kadar konuşmuyorlardı, gül gibi geçinip gidiyorduk” diye bir açıklama yaptığını ifade eden Gavrilof, birlikte yaşamanın bu coğrafyada egemenler tarafından hep “sessizlik” koşuluna bağlandığını ifade etti. Panele gelirken dahi çevresi tarafından “aman başına dert açma” telkinleri aldığını ifade ederek, yıllardan beri bu coğrafyada ezilen, ötekileştirilen kesimlerin hep benzer telkinlerle karşı karşıya kaldığını anlattı. Bir korku toplumunda yaşadığımızı, Ermenilerin tarihsel olarak yaşadıkları düşünüldüğünde bu korkuyu katbekat yaşamalarının doğal karşılanması gerektiğini vurguladı.

Gavrilof konuşmasına Ermeni tarihinin önemli noktalarına vurgu yaparak devam etti. 1915 olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarına değinen Gavrilof, bunların Ermeni toplumu üzerinde yarattığı sosyolojik etkilere değindi. Yine Hrant Dink cinayeti ile beraber gelişen süreçte güvenlik duygusunu kaybetmiş, ötekileştirilmiş bir toplumun bütünleşme noktasında yaşadığı ve bundan sonra da yaşayacağı aşikar olan sorunlara vurgu yaptı.

TC’nin Ermeniler’i hedef alan politikalarında ayrımcılığın somut örneklerini anlatan Gavrilof’un konuşmasının bu kısmı oldukça etkileyiciydi. Günlük yaşam içerisinden verdiği canlı örneklerle Türk devletinin politikalarını çarpıcı bir biçimde ortaya koydu. İlköğretim sürecinden örnek verdi. Gavrilof, daha birinci sınıftayken ilkokul öğretmeninin “Anadiliniz nedir?” sorusuna verdiği “Ermenice” yanıtı üzerine sınıfta esen soğuk havayı anlattı. Öğretmenin “Hayır, Türkçe” şeklinde verdiği yanıtın kendisinin bilincinde nasıl yer ettiğini ifade etti. Türkiye’deki Ermeni okullarında yaşanan asimilasyon politikalarına örnekler verdi.

Bu toplumun ekonomisinde, sosyal ve kültürel yaşamında Ermeniler’in de harcı olduğunu belirten Gavrilof, düşmanlığı yaratanın devlet olduğunu, bu coğrafyada halkların birbirleriyle kardeşçe yaşayabileceğini, ancak bunun olabilmesi için sistemin değişmesi gerektiğini vurguladı.

Verilen kısa aranın ardından sözü Haluk Gerger aldı. Gerger, güncel planda Türkiye’de ve dünyada yaşananlara, emperyalizmin halkları hedef alan politikalarına değindi.

Gerger konuşmasına Gavrilof’un anlatımından etkilendiğini ifade ederek başladı. “Halkların kardeşliği meselesi bizle ilgili, bizim özgürleşebilmemiz için Kürtler’in, Ermeniler’in bizi kurtarması lazım. Onlar özgürleşecek. Böylece biz de özgürleşeceğiz” dedi. Sunumu sırasında “Bu coğrafyayı halkların mezarlığına dönüştürme eğilimi bu kadar hakimken, ‘Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz’ diyen arkadaşlar büyük bir iş yapıyorlar” diyerek Ekim Gençliği’nin kampanyasını anlamlı bulduğunu ifade etti.

80 yıl önce Türk devletinin kuruluşunda tartışılan şeylerin bugün hala tartışılıyor olduğunu belirten Gerger, Türkiye Cumhuriyetinin toplumuyla, devletiyle, kurumlarıyla hasta olduğunu, bir kör kuyuda çırpındığını, kendi tarihinden, öldürdüklerinden, gerçeklerden kaçışın korkusunu yaşadığını ifade etti. Saldırganlığın bir nedeninin de bu korku yoğunluğundan dolayı olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin bugününü anlayabilmek için tarihin iyi okunması gerektiğini ifade eden Gerger, Türkiye Cumhuriyeti tarihinden örnekler verdi.

Ortadoğu’daki güncel sürece de değinen Gerger, emperyalistlerin böl-parçala-yönet politikası ve bu politikaların sonuçlarına uzun uzun değindikten sonra, Türkiye’deki ulusal soruna yaklaşımın nasıl olması gerektiğinin çerçevesini çizdi.

Sunumların ardından sorulara geçildi. Bu bölümde onlarca soru soruldu. Ermeniler’de hakim olan ülkeyi terketme anlayışının nedenleri, Ermeniler’in sol muhalefette zayıf kalmasının nedenleri, Güney Irak’ta Kürt devleti tartışmaları ve emperyalizmin talepleri ile çakışan bu adımın nasıl değerlendirilmesi gerektiği, Ermeni sorununun bugün emperyalistler tarafından da dile getirilişinin arka planı vb. birçok soru soruldu. Sorunun sınıfsal yönüne vurgu yapan soruların da sorulduğu bu bölümde, her iki panelist de kapsamlı yanıtlar vermenin yanısıra, emperyalizmin rolünün iyi tanımlanması gerektiğine vurgu yaptılar. Toplumdaki yerleşik algı ile hesaplaşılması gerektiğini, hatta sol hareketin de bu noktadaki tutumunu tekrar gözden geçirmesi gerektiğini vurguladılar.

Etkinliğe 80’in üzerinde kişi katıldı. 18.30’da son bulan ve oldukça canlı geçen panelin sonunda bir katılımcının söz alarak “ben hiçbir panelde bu kadar soru sorulduğunu görmedim” demesi, başka bir katılımcının ise “son günlerde kendim için yaptığım en iyi şey bu etkinliğe katılmaktı” sözleri panelin amacına uygun geçtiğini göstermiş oldu.

İstanbul Ekim Gençliği