30 Mart 2007 Sayı: 2007/12(12)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrgerilla katliamının 30. yılında Taksim yasağı kırılmalıdır!..
  Sermaye devleti kendini tahkim ediyor
Düzen siyaseti keskin bir çatışmanın arifesinde!
Dink cinayetinde yeni ipuçları da devlete uzanıyor
Hüsnü Mübarek-Necdet Sezer buluşması...
 Newroz Türkiye’nin dört bir yanında coşkuyla kutlandı...
  Gençlik’ten Newroz kutlamaları...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu 3. hazırlık toplantısı…
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu ve İstanbul TMMOB yöneticilerinin tutumu üzerine kamuoyuna zorunlu bir açıklama…
  İddialı, etkili ve başarılı bir kampanya çalışması örneği...
  Gençlik hareketi...
  Birleşmiş Milletler savaş kundakçılarının güdümünde!
  Emperyalist güçler Filistin sorununa
çözüm mü arıyor?
  Sınıf hareketi...
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları / IV
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Düzen siyaseti keskin bir çatışmanın arifesinde!

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı günler kala, düzen siyasetindeki gerilim de her geçen gün artıyor. Her an alevlenmesi muhtemel olan bu gerilim bugün için daha çok ikinci ya da üçüncü dereceden aktörler aracılığıyla dışa vuruluyor. Fakat görünen o ki, AKP’nin Cumhurbaşkanlığı konusunda kendi tercihlerinde (özelde Erdoğan) ısrar ettiği takdirde silahlar çekilecek ve çok daha doğrudan bir çatışma içerisine girilebilecek. Bunun işaretleri bugünden verilmektedir.

Bugün için mecliste CHP, medyada Cumhuriyet gazetesi ve Kanaltürk televizyonu, sokakta ADD’nin başını çektiği “ulusalcı güçler” AKP’ye yönelik oldukça sert ve dozu giderek de artan bir mücadele yürütüyorlar. Bu sert mücadele sadece protesto mahiyetindeki eylemlerle sınırlı da kalmıyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrar etmesi halinde fiziki müdahalelerde bulunulacağı biçiminde tehditler savruluyor. Bununla, ordunun her ne olursa olsun duruma müdahale edeceği, izin vermeyeceği anlatılmak isteniyor.

Doğrusu, düzen siyasetindeki bu bölünmenin çatışmalı bir hal kazanması uzak bir ihtimal değil. Eğer AKP ve arkasındaki güçler Erdoğan’ın adaylığında ısrarı sürdürür ve sonuna kadar gitme yönünde bir kararlılık gösterirlerse, ordu merkezli düzen güçleri, tarihte sıklıkla tanık olunan türden kirli ve kanlı provokasyonlara başvurmaktan kaçınmayacaklardır. Danıştay gibi kanlı provokasyonlar, olabileceklerin muhtevasına ışık tutmaktadır. Sonuçta, kendisini devletin kurucu, koruyucu ve kollayıcı gücü olarak lanse eden ordu, sahip olduğu konumu zayıflatacak böyle bir girişim karşısında tüm kozlarını oynayacak, cephaneliğindeki her türden silahı kullanmaktan çekinmeyecektir.

Zaten CHP’nin meclis meydanında yürüttüğü “göğüs göğse” muhalefete her gün tanık olunmaktadır. Cumhuriyet gazetesi ve Kanaltürk TV ise yürüyen mücadelenin militan propaganda aygıtları olarak etkili biçimde kullanılmaktadır. Diğer taraftan, genel başkanlığını yakın zamanda emekli olan Şeref Eruygur adındaki orgeneralin yaptığı ADD ise sokağı hareketlendirmeye çalışmaktadır. Bu amaçla örgütlenen bir dizi eylemin yanında ADD, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine endeksli bir eylem takvimi çıkarmış bulunmaktadır. Bu takvimde şu an somut olarak tarihi ve yeri belli olan bir eylem kararı netleştirilmiştir. Eylem 14 Nisan’da, yani Cumhurbaşkanı adaylığı için resmi başvuru süresinin başladığı 16 Nisan’dan iki gün önce Ankara merkezli olarak yapılacak. Bir gövde gösterisine dönüştürülmek istenen bu eylemle AKP yönetimine açık bir gözdağı verilmesi planlanıyor.

ADD yönetimi bu eyleme yönelik hazırlıklarını tam bir seferberlik havasında sürdürüyor. Öyle ki, yerel şubelerine eyleme yoğun bir hazırlık yapmak için derhal kollarını sıvamalarını buyuran talimatlar yollanmış durumda. Diğer taraftan, bu eylem, AKP karşısında bir toplumsal cephenin şekillendirilmesi için kullanılmaya da çalışılıyor. Örneğin bu amaçla yürütülen çalışmalarda öne çıkan ODTÜ Mezunları Derneği adındaki kuruluş tarafından 500’den fazla dernek ve kişiye ADD’nin eylemine destek vermeye çağıran davetiyeler gönderildiği ortaya çıktı. Bu davetiyelerde, “Cumhurbaşkanlığı seçimlerine karşı en büyük tepki içerikli etkinlik” olarak gösterilen eyleme katılmanın bir borç olduğu belirtilerek, AKP karşıtı büyük bir cephe oluşturmak üzere muhataplar göreve davet ediliyor.

Bu eylemden bağımsız olarak AKP karşısında oluşturulmaya çalışılan cephenin bileşenleri her geçen gün daha da netleşiyor. Öyle ki, gün geçmiyor ki bir sendika, kitle örgütü ya da kuruluştan AKP’ye ayağını denk alması yönünde bir açıklama gelmesin. Peşi sıra ortaya konulan bu tutumlar, hep benzer sözcüklerle ortaya konuluyor; AKP eğer bildiğini okursa bunun sonunda büyük bir bedel ödemek zorunda kalır. En iyisi yol yakınken bu sevdadan vazgeçip devletin yerleşik geleneklerine uygun bir adayda karar kılsın vb.

Elbette diğer taraftan bazı güçler de AKP’nin safında konumlanmış durumdalar. Bu güçler de demokrasi havariliği yapmakta ve Erdoğan’ın adaylığını bir demokrasi sınavı gibi sunmaktadırlar.

Bugün için işçi ve emekçi kitleler bu iki kutup arasında sıkıştırılmış bulunmakta, sanki birinden birini seçmek zorundaymış gibi, bu iki kutuptan birinden yana saf tutmak zorunda bırakılmaktadır. Sendika bürokratlarına bırakılsa, emekçilerin safı bellidir; zira bu ağa takımı çoktan saflarını belirlemişlerdir ve lanetli bir dille emekçileri bu saflara çağırmaktadırlar. Bu hain takımı, işçi sınıfının o kadar ciddi sorunları varken, dahası işçi sınıfı bugün gerici çıkarları uğruna çatışan düzen güçlerinin elbirliği halinde ezilip, hakları büyük ölçüde gasp edilirken susuyorken, şimdi kalkmış durumdan vazife çıkarıp düzenin iç dalaşına işçi sınıfını alet etmek istiyorlar. Bu durum sendika ağalara açısından tam bir iki yüzlülük örneği olduğu gibi, onların karakterlerini de iyi yansıtmaktadır. Zira, düzen güçlerinin iç çatışmasında konumlanıp bir takım görevler üstlenen bu hainler, düzenin sadık uşağı ve çoğu da onun kadrolu maşalarıdır.

İşçi sınıfı ve emekçiler bu hainlerin tutumuna ortak olmamalı, yalanlarına kanmamalıdır. Onların bu yalanlarına kanarak düzen içi çatışmalarda saf tutmanın işçi sınıfına bir yararı yoktur. Dahası köleliğinin sağlamlaştırılması dışında bir sonucu da olamaz. Öyle ki, 28 Şubat ’97 tarihiyle anılan, ordunun o dönemin hükümeti şahsında çektiği “balans ayarı” sürecinde de TİSK ile el ele veren Türk-İş ve DİSK yönetimleri bu türden bir uğursuz rolü oynamışlardı. İşçi sınıfı bu kirli işbirliğinin sonrasında nice haklarını kaybetti; öncelikle mezarda emeklilik yasası geçirildi, akabinde kölelik yasası hazırlandı ve krizin faturaları işçi ve emekçilere kolaylıkla ödetildi.

Bunun dışında bir ihtimal de söz konusu olamaz. Zira bu düzen esasta sermaye ve emek olmak üzere çıkarları birbirine zıt iki düşman kutba bölünmüştür. Bugün kavgalı görünen güçler, özelde ordu ve AKP, esasta sermaye cephesinin emekçilere yönelik saldırılarının hayata geçirilmesinde kullandığı iki temel unsurdur. Dahası ordu emekçilere yönelik her saldırının arkasında olduğu gibi, bu düzenin kurucusu, kollayıcısı ve temel yönetici gücü olarak 12 Eylül’de olduğu üzere işçi sınıfı ve emekçilere kan kusturacak bir zalimlikle davranabilmektedir. Dolayısıyla, bu kavgada yer almak, işçi sınıfını arkadan hançerlemek dışında bir anlam taşımamaktadır.

İşçi sınıfı, düzenin bu iç dalaşına boğulmak yerine tüm ilgi ve enerjisini bu kölelik düzenini yıkacak bir mücadelenin örgütlenmesine yoğunlaştırmalıdır. Bu yolda güncel görev, 1 Mayıs’tır. İşçi sınıfı 1 Mayıs’ta sermaye dünyasına karşı kavga bayrağını yükselterek kendi sözünü söylemeli, kendi yönünü çizmelidir. Çünkü işçi sınıfının sermayeyi ordusuyla, düzen partileriyle ve diğer güçleriyle birlikte bir bütün olarak karşısına almaktan başka bir kurtuluş seçeneği bulunmamaktadır. İşçi sınıfı için onurlu bir gelecek buradadır.