30 Mart 2007 Sayı: 2007/12(12)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrgerilla katliamının 30. yılında Taksim yasağı kırılmalıdır!..
  Sermaye devleti kendini tahkim ediyor
Düzen siyaseti keskin bir çatışmanın arifesinde!
Dink cinayetinde yeni ipuçları da devlete uzanıyor
Hüsnü Mübarek-Necdet Sezer buluşması...
 Newroz Türkiye’nin dört bir yanında coşkuyla kutlandı...
  Gençlik’ten Newroz kutlamaları...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu 3. hazırlık toplantısı…
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu ve İstanbul TMMOB yöneticilerinin tutumu üzerine kamuoyuna zorunlu bir açıklama…
  İddialı, etkili ve başarılı bir kampanya çalışması örneği...
  Gençlik hareketi...
  Birleşmiş Milletler savaş kundakçılarının güdümünde!
  Emperyalist güçler Filistin sorununa
çözüm mü arıyor?
  Sınıf hareketi...
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları / IV
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ortadoğu’da yoğunlaşan trafik...

Emperyalist güçler Filistin sorununa çözüm mü arıyor?

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplanan Arap Birliği Zirvesi’ni önceleyen günlerde Ortadoğu adeta “önemli konuk” akınına uğradı. Son aylarda bölgeyi “özel iş” edinen ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban ki Moon aynı günlerde Arap ülkeleri ve İsrail’de görüşmelerde bulunuyordu. Ban ki Moon, Arap liderlerin Riyad’da toplanan zirvesine de katılıyor.

Sermaye medyasında yer alan haberlere bakılırsa, “Arap Barış Planı” ile birlikte anılan bu diplomatik trafikten bölgedeki sorunların, ama özellikle Filistin sorununun çözümü konusunda olumlu gelişmeler beklemek gerekiyor. Bu söylemden, ABD, BM ve AB Arap halklarının sorunlarına çözüm arıyor sonucu çıkar ki, bu iddia kaba bir riyakarlıktır.

Tüm tarafların Filistin sorununu gündemlerine aldıkları doğrudur. Ancak bir sorunu gündeme almakla o soruna gerçek çözüm üretmeye çalışmak bambaşka şeylerdir.

“Uluslararası toplum”un temsilcisi sayılan ABD-BM-AB üçlüsünün temsilcileri, Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert’le ayrı ayrı görüşmelerde bulundular. Hem siyonist rejimin temsilcileri, hem de Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas bu ilgiden memnun görünüyor. Bir süre önce Abbas’la önemli konularda görüşmeyeceğini ilan eden siyonist başbakan ise, Amerikalı bakanla görüştükten sonra yaptığı açıklamada, Filistin lideriyle kalıcı barış için yüzyüze görüşmelere devam edeceğini belirtti. Yapılan açıklamaya göre taraflar, iki haftada bir düzenli şekilde görüşecekler.

Condoleezza Rice de, İsrail’de düzenlediği basın toplantısında, Olmert ile Abbas’ın siyasi konuları ve güvenliği tartışmak üzere düzenli olarak biraraya gelme konusunda anlaştıklarını belirtti. Savaş kundakçısı Rice Arap liderlerini, “İsrail’le iletişimi sağlama ve Ortadoğu barış süreci’ne aktif şekilde dahil olma”ya çağırdı. BM şefi ile AB temsilcisi de bu çağrıyı kendi üsluplarıyla yinelediler.

Filistin sorununa “çözüm” üretmek iddiasıyla görüşmeler devam ederken, İsrail ordusu “rutin” işlerini sürdürüyor, yani Filistinli gençleri katlediyordu. “Büyük güçler”in temsilcileri ise Filistin halkının acılarının dindirilmesi ya da açlık ve sefilliğe yol açan ekonomik ambargonun kaldırılmasıyla ilgili bile değillerdi.

“Uluslararası toplum”un önde gelen temsilcilerinin bu ikiyüzlülüğü şaşırtıcı değil, zira bu güçler nezdinde sorunun çözümü yönünde atılacak ilk adım, Filistin halkı ile örgütlerinin direnme hakkından vazgeçtiğini ilan etmesidir. Ancak bundan sonra bir şeyler “lütfedebilir” dünyanın büyük haydut şebekesi. Oysa bu tür uğursuz girişimlerden lehine bir şey çıkmayacağını deneyimleriyle öğrenen Filistin halkını aldatmak kolay olmayacaktır.

Filistin sorununa “çözüm” arayan güçlerin bir diğer girişimi, temel sorunlardan biri olan Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını içeren maddenin, Arap Birliği zirvesinde görüşülecek “Barış Planı”ndan ayıklanmasıdır. Elbette bu çaba, hem tarihsel hem de güncel planda haksız olan İsrail’in çıkarlarını korumayı amaçlıyor. Öte yandan İsrail’in iğreti bir çözüme ikna edilebilmesi için de, sözkonusu maddenin plandan çıkarılması isteniyor.

Bilindiği gibi ırkçı-siyonist İsrail rejiminin şefleri, gaspettikleri Filistin toprakları üzerinde “kırmızı çizgiler” çekebilecek kadar pervasızlar. Bu çizgilerden biri de “Filistinliler’in dönüş hakkını ne pahasına olursa olsun engellemek” şeklinde ifade ediliyor. Zira ırk-din temelleri üzerine inşa edilen İsrail projesinin/rejiminin şefleri, milyonlarca Filistinli’nin kendi topraklarına dönmesinin demografik yapıyı alt üst edeceğini söyleyerek, bu doğal hakkı engellemeye çalışıyor. Ama bu aynı şefler, dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri İsrail’e çağırmaktan geri durmuyorlar.

Filistin halkının sorunları, maruz kaldığı akıl almaz zulüm, çektiği acılar hiçbir zaman emperyalist güçlerin umurunda olmamıştır. Bu güçlerin uğursuz geleneksel tavrını değiştirmeleri için halihazırda hiçbir neden yok. Onlar her zamanki gibi yine İsrail’in hamileridir. Fakat buna rağmen iğreti bir çözüm de üretmek istiyorlar. Ama bu istekleri de Filistin halkının sorunlarıyla ilgili değil. Onlar bir yandan İsrail’i kurtarmaya çalışıyor, öte yandan ise gerici-Amerikancı Arap rejimlerini İran’a karşı ABD’nin hizmetinde işe koşma hesabı içindeler.

Bu uğursuz plan tutar mı bilinmez, ama tutsa bile ezilen hakların direnişiyle parçalanmaktan kurtulamayacaktır.  



 

Filistin’in “direnme hakkı” “uluslararası toplum”u rahatsız etti

İşgalci İsrail ordusunun pervasız saldırganlığına eşlik eden ekonomik ambargo, iç savaşın kışkırtılması, ABD emperyalizmi ile batılı müttefiklerinin baskısı Filistin yönetimi ve halkını teslim almaya yetmedi. Bunun üzerine ABD’nin etkili taşeronu olarak devreye giren Suudi Arabistan, “Ulusal Birlik Hükümeti”nin kurulması konusunda El Fetih’le Hamas’ı ikna etmeyi başardı.

Şeriatçı Suudi rejimi, Hamas liderlerini belli tavizlere zorlamak açısından biçilmiş kaftandır. Zira Hamas üzerinde etkili olabilen bu rejim, aynı zamanda ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki en sadık uşaklarındandır. Üstelik hem şeriatı temsil edecek, hem de İsrail’le el altından işbirliği yapabilecek kadar da “yetenekli”dir. Nitekim Hamas, El Fetih ve bağımsızlardan oluşan kabinenin kurulması, Suudi Arabistan rejiminin birinci etapta başarılı olduğunu ortaya koydu.

Gerçi güvenoyu alan hükümet Filistinlilerin beklediği düzeyde bir etki yaratamadı. Özellikle ekonomik ambargonun kaldırılması yönündeki beklenti şimdilik boşa düştü. Yeni kabinede de başbakan olan İsmail Haniye’nin, hükümet programını açıklarken “direnişin yasal hakları olduğu” yönünde yaptığı vurgu, hemen “uluslararası toplum”un tepkisini çekti.

Bu arada Filistin enformasyon bakanı Mustafa Barguti de BBC’ye yaptığı açıklamada, sivillere yönelik herhangi bir saldırıya karşı olduğunu, ancak işgale karşı direnme hakkının da reddedilemeyeceğini söyledi.

İşgale direniş hakkını reddetmenin; bir kadından, kendisine tecavüz edene direnmemesini istemekle eşdeğer olduğunu vurgulayan Barguti, İsrail’in karşılıklı ve kapsamlı bir ateşkesi kabulü halinde, kendilerinin de her tür şiddete son vermeye hazır olduklarını ifade etti.

İsrail’in ırkçı-faşist zorbalığına destek veren “uluslararası toplum”, Filistin yöneticilerinin direnme hakkına yaptıkları vurgudan duydukları rahatsızlığı zaman geçirmeden ilan ettiler. “Filistin sorunu”nu görüşen ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice ile Avrupa Birliği’nin Dış Politika temsilcisi Javier Solana, Filistin’de yeni kurulan ulusal birlik hükümetine, İsrail’i tanıması ve şiddetten vazgeçmesi yönündeki çağrılarını yinelediler. Rice-Solana ikilisi, güvenoyu alan yeni Filistin hükümetini şimdilik tanımama üzerinde anlaştıklarını da beyan ettiler.

“Uluslararası toplum” elindeki sopa ile Filistin yönetimini tehdit ederken, taşeron Suudi Arabistan ise havuç vaat ediyor. Ancak her iki girişim de ortak noktada buluşuyor; “direnişten söz etmeyi bir kenara bırakın, size ‘bahşedeceğimiz’ kırıntılar karşılığında siyonistlerin dayatmalarını kabul edin.”

Washington-Tel Aviv merkezli bu sinsi planın başarısı için iki cepheden yürütülen girişimlerin önümüzdeki günlerde yoğunlaşması bekleniyor.

İsrail işgalinin dolaysız ürünü olan Filistin sorunu, daha da önemlisi Filistin halkının bu soruna karşı geliştirdiği militan direniş geleneği, ABD, İsrail ve işbirlikçileri üzerinde ciddi bir ağırlığa dönüşmüş durumda. Özellikle Amerikancı Arap rejimlerinin efendileriyle suç ortaklığına daha sıkı sarılabilmeleri için bu yükten kurtarılmaları gerekiyor. İşte son günlerde, bazı kırıntılar karşılığında Filistin halkına dayatılan teslimiyetin altında yatan esas neden de budur.

Bu girişimlerin ne tür sonuçlar üreteceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak pek çok deneyimin de gösterdiği gibi, direnişçi halkların iğreti çözümlerle teslim alınması öyle kolay bir iş değildir.


Basra körfezinde ABD-İngiliz kışkırtmaları

Bölge halklarının başına bela olan ABD-İngiliz emperyalistlerinin İran’ı hedef alan provokatif girişimleri hızlanıyor.

BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yaptırımı ağırlaştıran kararı onaylamak için toplandığı günlerde, içinde 15 İngiliz askeri bulunan iki bot Şattülarap’ta İran karasularına yasadışı giriş yapınca, Basra körfezinde ortamın gerilmesi için uygun zemin oluşmaya başladı.

15 İngiliz’i esir alan İran güçleri, kara sularını ihlal eden askerlerin tutuklandığını duyurdu. Olayın kamuoyuna yansıması üzerine İran’la İngiltere karşılıklı açıklamalar yapmaya başladı. Bush’un “fino köpeği” Tony Blair ise yine tehditler savurmaya başladı.

İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki dahil birçok İranlı yetkili, İngiliz askerlerinin İran kara sularını ihlal ettiğini, bu yüzden yargılanacaklarını dile getiren açıklamalarda bulundu. Mehr Haber ajansına demeç veren İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Muhammed Ali Hüseyni, İran Devrim Muhafızları tarafından tutuklanan İngiliz askerleri ile ilgili normal yasal sürecin başlatılmış olduğunu belirterek, “İngilizler normal yasal sürecin işlemesini beklemelidir, medya propagandalarının ve şamata yapmanın Londra’ya hiçbir yararı dokunmaz” dedi.

Kimi İranlı yetkililer de askerlerin casuslukla da suçlanabileceklerini belirtiyor. İran’da casuslukla suçlananlar ölüm cezasıyla yargılanıyor.

İran’ın kendinden emin tutumu karşısında hezeyana kapılan İngiltere Başbakanı, 15 İngiliz askerinin İran tarafından gözaltına alınmasını, “çok ciddi bir durum” olarak nitelendirdi. 15 İngiliz askerinin gözaltına alındığı olayın Irak sularında gerçekleştiğini, İran’ın bu hareketinin hiçbir haklı yanı bulunmadığını iddia eden Blair, “İranlılar’ın bu konunun İngiltere için ne kadar önemli olduğunu anlamasını” umduğunu söyledi. Açıklamalarının etkisizliğini gören Blair, üslubunu daha da sertleştirerek, askerlerin salıverilmesine yönelik diplomatik çabaların sonuç vermemesi durumunda, İran ile gerilimin “farklı bir boyuta taşınacağı”nı söyledi.

Fino köpeğinin “farklı boyut” derken neyi kastettiği tartışılırken, bölgede bulunun iki Amerikan uçak gemisi onbin askerin katılımıyla Basra körfezinde tatbikata başladı.

Gözlemciler, iki uçak gemisi, bu gemilere bağlı filolar ve yüz savaş uçağının katıldığı tatbikatın, Irak’ın 2003’teki işgalinden bu yana, bölgede görülen en büyük askeri hareketlilik olduğuna dikkat çekiyor.

Tatbikatın başlaması doğal olarak “İşgalci ABD ordusu İran’a gözdağı veriyor” şeklinde yorumlandı. Bu yorumlara karşı çıkan Amerikan ordusundan bir Amiral, tatbikatın İngiliz askerlerinin İran tarafından gözaltına alınmasına yanıt olarak düzenlenmediğini, İran’ı tehdit anlamına da gelmediğini öne sürdü.

İşgal ordusunun amirali reddetse de, ABD-İngiliz emperyalistlerinin Basra körfezinde kışkırtmalara başladığı yönünde oluşan kanı değişmedi. Zira askeri saldırılardan önce bu tür provokatif girişimlere başvurulduğu pekçok örnekle sabittir.



 

Dünya işçi hareketinden...

Paris’te Peugeot/Citroen Fabrikası’nda grev

Paris’te Aulnay’da Fransız otomotiv devi PSA Peugeot Citroen Fabrikası’nda 28 Şubat’tan beri bantlar çalışmıyor. Son 25 yılın bu en büyük grevi, işçilerin kararlılığıyla sürüyor. Önce birkaç saat makinaları durduran işçiler eylemlerini giderek tüm vardiyalara yaydılar.

Grev toplu iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra başladı. Patron ve sarı sendika arasında varılan anlaşmaya karşı çıkan işçiler, “sadaka istemiyoruz” diyerek greve başladılar.

Grev komitesi kuran işçilerin en önemli talepleri şöyle: Aylık 300 euro ücret artışı, işyeri güvencesi, süreli işe alınanların mukavelelerinin süresiz olarak yenilenmesi, 55 yaşının üzerindeki işçiler için emeklilik ve daha insanca çalışma koşulları.

Patron bu taleplerin pazarda rekabet etmelerini engelleyeceğini iddia ederek umursamaz tutumunu sürdürüyor. Otomotiv devi bu yıl içinde 210.000 işyerinden 10 bininin yok olacağını açıklamıştı

Bir aydır kararlılıkla süren grev PSA’da son 25 yılın en büyük grevi. İşçiler en son 1982’de insanlık onuru ve sendikalaşma talepleriyle direnmişler, 5 hafta süren bir greve gitmişlerdi.

Dayanışma ve ilişki adresleri:

* SUD-Sendikası: Fax 00 33 156 50 31 71

* CGT-Sendikası Fax 00 33 156 50 31 41

* CGT-Secrétaire Philippe Julien, e-mail: philippe.julien@mpsa.com


Avustralya’da tersane işçileri yasaları protesto etti

Geçtiğimiz hafta yüzlerce Avustralyalı tersane işçisi Sydney’de Howard hükümetinin işçi düşmanı yasalarının Fransız silahlanma tekeli Thales aracılığı ile uygulanmaya konulmasını protesto etti. Thales tekeli geçtiğimiz yıl 3.800 işçisiyle birlikte Avusturya Defence Industries şirketini satın almıştı. Tersane işçileri eylemleriyle toplu iş sözleşmesi hakkını talep ederken, ücretlerinin düşürülmesini ve kötüleşen iş koşullarını protesto ettiler. (www.amwu.asn.au)


Quebec’te grev kırıcılığının yasaklanması onaylanmadı

Quebec’te grev kırıcılığının yasaklanması ile ilgili karar Kanada Parlamentosu tarafından 177’ye 12 oy farkı ile reddedildi. Tasarı Bloc Quebecois partisi tarafından verilmişti. Gerici azınlık hükümeti grev kırıcılığının yasaklanmasının Kanada ekonomisi için tehlike olduğunu ve kabul edilemeyeceğini söyledi. Hükümet bu işçi düşmanı karara, Kanada devlet demir yollarında çalışan işçilerin 2 hafta süren grevleri süresinde üretimin ve taşımacılığın durmasını neden gösteriyor.


Airbus ve Boeing rekabeti

Airbus ve Boeing arasındaki rekabet, devlet yardımı nedeniyle Amerikan hükümeti ve AB Komisyonu arasında da krize yol açtı. Her iki tarafta sorunu Dünya Ticaret Örgütü’ne taşıdılar. Avrupa Birliği Amerika’yı Boeing’e 1990 yılından beri 23,7 milyar dolar illegal devlet yardımı vermekle suçluyor. Amerika da, Fransa, Almanya, İngiltere ve İspanya’nın Airbus’un 1970 yılında kuruluşundan bu yana 100 milyar dolar yarar sağladığını iddia ediyor.


İngiliz emperyalizmi Irak’ta işlediği ağır suçları itiraf ediyor

Emperyalist işgalin ardından 655 bin Iraklının katledildiği, 2006’nın Ekim ayında saptanmıştı. Saygın İngiliz tıp dergisi Lancet’ta yayımlanan bir araştırmanın sonuçları, vahşi işgalin ardından günde 500’den fazla Iraklının katledildiğini ortaya koymuştu. Tahminlere göre katledilenler arasında 250 bin civarında çocuk bulunmaktadır.

O zaman Bağdat’taki kukla yönetimle ABD-İngiliz emperyalistlerinin verdiği ölü sayısı, gerçek rakamın ancak onda birine tekabül ediyordu. Nitekim kukla yönetim, Lancet raporunda yer alan rakamların gerçeği yansıtmadığını öne sürmüş, neo faşist çetenin şefi Bush ise raporu ciddiye almadığını belirtmişti.

Bush’un “fino köpeği” Tony Blair’e gelince, sözcüsü aracılığıyla yaptığı açıklamada araştırmada alınan örneklerin nispeten küçük olduğunu, incelenen bölgelerin temsili kabul edilemeyeceğini, bu nedenle de 655 bin rakamının doğru olamayacağını iddia etmişti.

Ancak aradan henüz beş ay geçmişken, Bilgi Edinme Yasası kapsamında açıklanan belgeler, İngiliz hükümet uzmanlarının raporu hafife alan yaklaşımlara katılmadıklarını ortaya koyuyor.

BBC’nin ulaştığı bilgilere göre, Savunma Bakanlığı’nın bilimsel konulardaki baş danışmanı, araştırmanın “özenli hazırlandığını ve gerçeğe en yakın rakamları içerdiğini” belirtti ve bakanları, bu raporu kamuoyu önünde eleştirirken temkinli olmaya çağırdı.

BBC haberinde, üst düzey bir İngiliz yetkilinin, İngiltere hükümetine Irak savaşında 655 bin Iraklının öldüğü yolundaki tahminleri içeren araştırmanın, istatistiksel olarak sağlam olduğu yolunda görüş bildirdiği de vurgulandı.

Emperyalist işgalin yaşamasına izin vermediği bu yüzbinlerce Iraklının rakam olarak bile ifade edilmesini engellemeye çalışan ABD-İngiliz sermayesinin temsilcileri, hala utanıp sıkılmadan Irak’ta “demokratik” bir yönetimin kurulmasına ön ayak olduklarını söyleyebiliyorlar.