9 Mart 2007 Sayı: 2007/09(09)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kuşatmayı yarmak için devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  Irkçı-şoven histeriye karşı işçilerin birliği,
halkların kardeşliği!
  Kamu TİS’leri hükümetin ve sendika
ağalarının seçim taktiklerinin gölgesi altında
Darbeci Evren’in yeni çıkışının anlamı
Türkiye’de ve dünyada metal işçilerinin
ücretlerinin satın alma gücü - Yüksel Akkaya
Ticari Eğitime Karşı Gençlik koordinasyonu’nun 4. toplantısı…
 Ekim Gençliği’nin 100. sayı etkinliği...
  “Geleceğimiz hakkında söz söylemek
bizim için acil bir ihtiyaç!..”
  13-14 Nisan “GATS, AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye? Sempozyumu...”
  İşçi sınıfının kurtuluşunun kadınların da kurtuluşu olduğunu gören, bunun için
çarpan bir yürek…
  Kadınlar emperyalizme, şovenizme, sömürüye ve ezilmeye karşı alanlardaydı!
  8 Mart etkinliklerinden.
  8 Mart faaliyetlerinden...
  Grev tüm Airbus işletmelerinde!
  Dünyadan kısa kısa...
  ÖSS’ye karşı mücadeleye!
  Özgürlük ve gelecek mücadeleyle
kazanılır!
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu görev ve sorumlulukları
  Etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kamu TİS’leri hükümetin ve sendika ağalarının seçim taktiklerinin gölgesi altında

Kamuya bağlı işyerlerinde toplu sözleşme süreci başlıyor. Kamu toplusözleşme görüşmeleri 300 binden fazla işçiyi kapsıyor.

Geçtiğimiz iki yıl boyunca kamu işçisi, başta özelleştirmeler olmak üzere sermayenin çok yönlü saldırılarının temel hedeflerinden biri durumundaydı. Bu saldırılar sonucu onbinlerce kamu işçisi işini yitirdi, gene onbinlercesi, çalıştıkları kurumlardan başka kurumlarda çalışmaya zorlandılar. Ücret ve sosyal haklar planında da önemli kayıpları oldu.

Görüldüğü kadarıyla yeni sözleşme döneminin bir öncekinden en büyük farkı, genel seçimlerin arifesinde yaşanacak olması. Sözleşmenin imzalanmasından üç beş ay sonra milletvekili genel seçimlerinin yapılacak olması hem hükümetin hem de işçiler adına sözleşme masasına oturacak Türk-İş’in tutumunu önemli ölçüde etkileyecek gibi görünüyor.

Hükümetin derdi seçim

Hükümet bir taraftan İMF ve TÜSİAD’ın beklentileri doğrultusunda mevcut “istikrar programı”nı kararlılıkla uygulamak durumunda. Hele de uluslar arası finans piyasalarının bıçak sırtı dengelerde durduğu, ekonomideki bütün dengelerin alt üst olmasına dair korku ve kaygıların önemli oranda yoğunlaştığı bir dönemde sermayenin hükümeti gözden çıkartmaması için buna zorunlu.

Fakat aynı zamanda hükümet yaklaşan genel seçimleri de gözardı edemiyor. İşçi ve emekçileri türlü yalanlarla kandırmak, böylece bir kez daha onların oylarını çalmak için çeşitli taktikleri devreye sokmaya hazırlanıyor.

Bunlardan birincisi asgari ücretle geçinen işçileri etkilemeye dönüktü. Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında yüzsüzlüğün bu kadarına da pes dedirtecek bir konuşma yaptı. Erdoğan, vergi iadesi uygulamasını kaldırıp yerine asgari geçim indirimi sistemini getiren (aslında bir hak gaspı anlamına gelen, üstelik de ancak 2008’de yürürlüğe girecek olan) yeni yasal düzenlemeyi allayıp pulladı ve bunu asgari ücretlilerin sırtındaki vergi yükünün kaldırılması olarak sundu. Hatta hızını alamadı ve hükümetin bahşettiği bu büyük nimetten faydalanabilmeleri için asgari ücretle çalışan bekar işçileri de bir an evvel evlenmeye çağırdı.

Hükümetin işçileri kandırmaya dönük politikalarının diğer bir hedefi kamuda çalışan işçiler. Hükümet bir seçim yatırımı olarak kullanabilmek için geçici işçilere kadro verilmesiyle ilgili yasal düzenlemeyi şimdiye kadar türlü bahanelerle geciktirdi. Son gelen haberler, seçim atmosferine girilmesiyle birlikte bu yönde de adımlar atılacağı, ilgili yasanın önümüzdeki haftalarda meclisten geçirileceği yönünde. Bu yasanın geçici işçilerin çok büyük bir kısmının derdine derman olmayacağı, az sayıda işçinin kadroya geçirileceği büyük çoğunluğu ise sözleşmeli personel statüsünün dayatılacağı biliniyor. Dolayısıyla geçici işçilere kadro söylemi de esasta bir balondan ibaret.

Hükümetin kamu TİS’lerine ilişkin somut politikası üzerine ise şu an kayda değer bir bilgi yok. Bundan bir süre önce İMF ve Merkez Bankası kaynaklı açıklamalarda kamu işçisine verilecek “yüksek bir zammın enflasyonla mücadeleyi zaafa uğratabileceği”, ekonomik dengelerde sıkıntıya yol açabileceği vurgulanmıştı. Öte yandan büyüdükçe büyüyen cari açık ve ekonomideki son çalkantılar nedeniyle sıcak para girişinin azalması gibi etkenler hükümeti temel mal ve hizmetlerin fiyatlarına zam yapmaya zorlayabilir.

Bütün bunlar gözetildiğinde hükümetin toplusözleşme görüşmelerinde bonkör davranması, kamu işçisine ekonomik ve sosyal hak mahiyetinde bazı rüşvetler dağıtması oldukça güç görünüyor. Fakat hükümetin derdinin bir şeyler vermek değil ama verir gibi görünmek olduğu bilindiğine göre, toplusözleşme sürecinde neleri ön plana çıkartacağını şimdiden kestirmek mümkün değil. Kesin olan bir şey varsa o da seçimleri bir kez daha kazanmaya kararlı olan AKP’nin kamu toplusözleşmelerini bundan bir önceki gibi hafife almasının pek de kolay olmadığı.

Türk-İş yönetimi ve kamu toplusözleşme süreci

Türk-İş cephesinde TİS hazırlıkları başlamış durumda. Türk-İş bünyesinde bir “Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu” oluşturuluyor. Bu kurul görüşmeler sürecinde hükümetle muhatap olacak ve çerçeve anlaşmanın sağlanmasından sorumlu olacak. Şimdilik pek rakam telaffuz edilmese de TİS sürecinde Türk-İş’in taleplerinin kazanılmış hakların korunması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücret ve sosyal hakların geliştirilmesi gibi temel başlıklar altında toplanacağı ifade ediliyor.

Bilindiği üzere Türk-İş yönetiminin artık klasikleşmiş bir toplu sözleşme taktiği var. Başlangıçta talepler ortaya konulur, şundan aşağı zam verirseniz yer yerinden oynar, gök kubbeyi aşağı indiririz türünden söylemlerle işçiler beklentiye sokulur. Diğer yandan hükümetle al takke ver külah görüşmeler yürütülür. Sonunda da sermayenin istediği olur. Sendikacılara da ne yapalım ülke zor durumda, bu şartlarda en iyisi bu minvalinden yalanlarla işçileri satış sözleşmelerine ikna etmek kalır.

Toplusözleşmeler ve genel seçimler arasında oldukça az bir zaman diliminin bulunması, Türk-İş yönetimini de klasikleşmiş satış sözleşmeleri politikasını belli ölçülerde değiştirmeye, daha mücadeleci bir sendikacı görünümü çizmeye, bu sayede işçilerin gözüne girmeye zorluyor. Çünkü bu ihanet çetesi için işçilerin gözüne girmek demek, düzen partilerinin birinin listesinden, daha üst sıralardan milletvekili adayı gösterilmek, dolayısıyla da meclisin ceylan derisi koltuklarına oturma fırsatı yakalamak anlamına geliyor.

Bu politika değişikliğin ilk somut işaretini geçtiğimiz günlerde yapılan Tarım-İş Olağan Genel Kurulu’nda konuşan Salih Kılıç verdi. İMF ve Merkez Bankası’nın kamu toplusözleşmeleriyle ilgili telkinlerine değinen Salih Kılıç, yüzde 9’luk ücret kaybına göz yummalarının mümkün olmadığını vurguladı. Fakat Salih Kılıç’ın konuşmasındaki asıl dikkati çeken şey 15 Mart tarihinin, bir “milat” olduğunu ilan etmesiydi. Bu sözüne açıklık getiren Salih Kılıç, Türk-İş’in 15 Mart’tan sonra politikalarını tabanla bütünleşerek hayata geçireceğini söyledi.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz diye bir deyiş vardır. Türk-İş yönetiminin niteliği ve Salih Kılıç’ın sendikacı kimliği ortadadır. Kirli sicili de açık bir biçimde göstermektedir ki, bu sendika ağasının gerçek anlamda mücadeleyle ve gerçek anlamda tabanla bütünleşmeyle en küçük bir alakası dahi yoktur. Onun bu söyledikleri, işçi ve emekçilerin gözünde itibar kazanmaya dönük sahte çıkışlardan başka bir şey değildir.

Zaten konuşmasının devamında “bizim amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek “ diyerek ne sermaye ile, ne de hükümet ile aslında bir problemi olmadığını özellikle vurgulamıştır. Bir bakıma hükümete “benim işçilere söylediklerimi boş verin, siz bu sözleri üzerinize alınmayın, nasıl olsa hallederiz” mesajı iletmiştir. Sadece bu tek cümle bile kendisinin ikiyüzlülüğünü, sermaye ile işçi sınıfı arasındaki mücadelede aslında nerede durduğunu göstermeye yeterlidir.

Kamu işçisi bu oyunu boşa çıkartmalıdır!

Görüldüğü gibi hem hükümet hem de Türk-İş’in tepesindeki ihanet çetesi, kamu TİS sürecini, kendi seçim planlarıyla bağlantılı bir biçimde ele alacaklar, işçileri kandırma noktasında birbirleriyle yarışacaklardır. Hükümet işçileri ne kadar da düşündüğünü göstermeye, ihanet çeteleri ise aslında ne yaman sendikacılar olduklarını ispatlamaya çalışacaklardır. Her iki taraf da TİS süreci üzerinden kamu işçisini kandırmaya, bu süreci bir seçim malzemesi olarak kullanmaya çalışacaklardır.

Gerçekte ise ne hükümetin ne de ihanet çetesinin kamu işçisini düşündüğü yoktur. Seçimler geride kaldığında kamu işçileri bir kez daha yıkım politikalarıyla, özelleştirme uygulamalarıyla baş başa kalacaklardır. Üstelik bugünkünden daha ağır bir fatura ödemek, daha büyük bir yıkım yaşamak zorunluluğuyla karşı karşıya olacaklardır.

Kamu işçileri toplu sözleşmelerine sahip çıkmalı, bu sürece dönük bir müdahaleyi tabandan ve kendi gerçek talepleri üzerinden örgütlemeye girişmelidir. Ancak bu sayede kendilerine kurulan tezgahı bozabilir, hesapları boşa çıkartabilirler.