9 Mart 2007 Sayı: 2007/09(09)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kuşatmayı yarmak için devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  Irkçı-şoven histeriye karşı işçilerin birliği,
halkların kardeşliği!
  Kamu TİS’leri hükümetin ve sendika
ağalarının seçim taktiklerinin gölgesi altında
Darbeci Evren’in yeni çıkışının anlamı
Türkiye’de ve dünyada metal işçilerinin
ücretlerinin satın alma gücü - Yüksel Akkaya
Ticari Eğitime Karşı Gençlik koordinasyonu’nun 4. toplantısı…
 Ekim Gençliği’nin 100. sayı etkinliği...
  “Geleceğimiz hakkında söz söylemek
bizim için acil bir ihtiyaç!..”
  13-14 Nisan “GATS, AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye? Sempozyumu...”
  İşçi sınıfının kurtuluşunun kadınların da kurtuluşu olduğunu gören, bunun için
çarpan bir yürek…
  Kadınlar emperyalizme, şovenizme, sömürüye ve ezilmeye karşı alanlardaydı!
  8 Mart etkinliklerinden.
  8 Mart faaliyetlerinden...
  Grev tüm Airbus işletmelerinde!
  Dünyadan kısa kısa...
  ÖSS’ye karşı mücadeleye!
  Özgürlük ve gelecek mücadeleyle
kazanılır!
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu görev ve sorumlulukları
  Etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Asıl tehdit ve tehlike, bizzat sermaye düzeninin yarattığı çürütücü toplumsal ve siyasal ortamdır... Suçu üreten sömürü düzenidir, suçlu sermaye iktidarıdır...

Kuşatmayı yarmak için devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Sınıf ve kitle hareketinin dibe vurduğu dönemler, her türden toplumsal yozlaşma ve çürümenin hızla boy attığı dönemlerdir de. Aralarında yalnızca bir paralellik değil, aynı zamanda köklü bir içsel bağlantı da sözkonusudur.

Öte yandan böylesi dönemler, sermaye gericiliğinin savaş ve saldırılarda pervasızca hareket ettiği dönemlerdir. Bir başka ifadeyle, bir ülkede ya da toplumda ezilen ve sömürülen yığınlar sınıf mücadelesinden geri duruyorsa, sınıf çatışması elle tutulur, gözle görülür bir olgu olarak kendisini dayatmıyorsa, saflaşma ve çatışmalar bu temelde yaşanmıyorsa, o ülkenin egemenleri o topluma ve ülkeye kendi gerici savaşlarını ve egemenliklerini daha şiddetli bir biçimde dayatırlar. Faşizm, emperyalist paylaşım savaşları, halklar arası boğazlaşma, katliamlar, soykırımlar böylesi dayatmalardır. Bir başka ifadeyle, işçi ve emekçilere ödetilen bedellerdir. Demek ki sınıf mücadelesinden geri durmanın bir diğer bedeli, daha büyük yıkımlardır.

Böylesi bir dönemden geçiyoruz. Daha açık söylersek, Türkiye’de işçi ve emekçiler, şimdiye değin hiç olmadığı kadar kabarık bir faturayla karşı karşıyadır. Dile getirdiğimiz iki tarihsel öncülden hareketle, bu faturanın ortaya çıkardığı sonuçları daha somutta ifade etmek gerekirse, birincisi; Türkiye’de toplumsal yoksullaşmaya paralel olarak, çürüme ve yozlaşma had safhadadır. Tüm toplum adeta bir bataklıkla kuşatılmış bulunmaktadır.

İkincisi; “bölünme”, “artan iç ve dış tehditler”, (“güvenlik”), “irtica” vb. gerekçeler öne sürülerek içerde ve dışarıda (Ortadoğu’da) emekçi yığınlara ve halklara karşı savaş ve saldırganlık, bir tehdit ve tehlike olmaktan çıkıp, sonuçları günlük yaşamda bile gözlenebilecek denli açık bir olgu haline gelmiştir. Şovenizmin dozu gitgide artan bir kampanya biçiminde tırmandırılması, bu saldırıların ne denli yakın ve yakıcı hale geldiğinin somut bir işareti ve zeminidir.

Önce şovenizm cephesinden nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuza bir bakalım.

Gerek içerde gerekse bölgede savaş ve saldırganlığın güncel politikadaki karşılığı, Genelkurmay’ın öncülüğü ve girişimiyle, bizzat onun yönetimi, denetimi ve yönlendirmesiyle son iki yıldır şovenizmin tırmandırılmasıdır. Hrant Dink cinayetine kadar uzanan onlarca linç girişimi, onlarca provokasyondur. Bütün dökülmüşlüğüne rağmen, onlarca gerici-faşist yasada olduğu gibi 301’de gösterilen ısrardır. Başta AKP olmak üzere, tüm düzen partilerinin milliyetçilik sopasıyla hizaya çekilmesidir. Tüm toplumu şovenist bir cendere içine almak için medyasından düzen partilerine, ordusundan onun sivil kılıklı uzantılarına ve TOBB gibi sermaye örgütlerine kadar tüm sermaye kuvvetlerinin el birliğiyle milliyetçiliği pompalamasıdır. Tehdit ve yıldırma operasyonlarının sokaklara taşmaya başlaması ve bazı liberal aydınlara uzanacak kadar artması ve genişlemesidir. Son bir yılda, ama özellikle de son üç yılda, Vatansever Kuvvetler, Kuvayı Milliye, Kuvayı Hukuk gibi, başlarında rütbeli emekli askerlerin ve ırkçı faşistlerin bulunduğu derneklerin -dernek adı altında para-militer, faşist örgütlerin- pıtrak gibi çoğalmasıdır. (Yalnızca son 5 yılda bu türden 40 ayrı dernek kurulmuştur). Faaliyetlerini özellikle de Kürt ve emekçi nüfusun yoğun olduğu kentlerde yoğunlaştıran bu ırkçı-faşist oluşumların oynadığı rol, MHP’yi bile geride bırakan, Hitler ve Mussolini’yle yarışan bir ırkçılık propagandası düzeyini yakalamakla kalmamış, aynı zamanda devlete tetikçi yetiştirmeye, devlet adına cinayet şebekeleri hazırlamaya kadar varmıştır. Kürtler’in halihazırda yasal alandaki en büyük partisi olan DTP’ye karşı 28 Şubat benzeri bir operasyon için düğmeye basılmış olması, PKK’ye karşı geniş çaplı bir imha operasyonu hazırlığı ve arayışıdır. Kerkük’te, orada faaliyet gösteren Demokratik Türkmen Partisi’nin bile tepkisini çekecek denli açık bir kışkırtma ve provokasyon girişimlerinin sürdürülmesidir. PKK’nin üst üste ateşkes ilan ettiği, çatışmaların ve çatışmalarda ölen askerlerin azaldığı bir dönemde, Kürt düşmanlığının alabildiğine tırmandırılmasıdır.

Hepsi bir arada, işçi ve emekçileri zehirlemeye, devrimci ve ilerici gelişmelerin önünü kesmeye dönük çok yönlü, kapsamlı bir şovenizm kampanyasının yürütüldüğünü göstermektedir.

En ince biçiminden en kabasına, aydınından işçisine, sokaktaki insanından esnafına kadar tüm toplumu hedef alan bu ideolojik saldırı fiili biçimler alarak büyümekte, her geçen gün etkisini daha fazla göstermektedir. Sermaye iktidarı emekçi yığınları milliyetçilik, ulusal çıkarlar vb. argümanlarla şovenizmle zehirlerken, yalnızca onları mücadeleden alıkoymakla kalmıyor, aynı zamanda kendi gerici çıkarlarını dayatabileceği, toplumu kendi gerici çıkarları etrafında kamplaştırabileceği, emperyalizmin dümen suyunda milim şaşmadan rahatça hareket edebileceği ve uşakça bağımlılığının üstünü örtebileceği bir imkana da kavuşuyor. Önünü açtığı sözde anti-Amerikancılık ve AB karşıtlığı da buna hizmet ediyor.

Bugün asıl tehdit ve tehlike budur. Emperyalizmin hizmetinde bölgesel bir savaşa giden yolların taşları bugün Kürtler’e ve Ermeniler’e karşı tırmandırılan şovenizmle döşenmektedir. Yarın tüm işçi ve emekçilerin boynuna daha sıkı biçimde geçirilecek olan halkanın da ana malzemesidir bu.

İlkinin, yani toplumsal çürümenin ortaya çıkardığı tablo ise bizzat burjuva medya tarafından son birkaç yıldır istatistikler ve özel dosyalar biçiminde düzenli bir tarzda gündemleştirilmektedir. Fikir vermesi açısından bu istatistiklerden bir kesit sunalım:

“Emniyet Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 2006 yılında asayiş suçları yüzde 61, şahsa karşı işlenen suçlar yüzde 62, mala karşı işlenen suçlar yüzde 60 arttı. Başka bir deyişle; her 40 saniyede bir birilerinin canına ya da malına kastedildi...

2006 yılında polis sorumluluk bölgesinde 321 bin 676’sı şahsa, 463 bin 834’ü mala karşı toplam 785 bin 510 asayiş suçu işlendi. 2005 yılındaysa 197 bin 996’sı şahsa, 289 bin 765’i mala karşı olmak üzere toplam 487 bin 761 asayiş suçu işlenmişti.

2006’da 2 bin 66 kasten, 826 ihmal sonucu veya kazaen adam öldürme, 563 öldürmeye teşebbüs, 40 bin 1 kasten yaralama, 11 bin 446 ihmal ve kazaen yaralama, 71 bin 564 darp, 7 bin 130 kız-kadın-erkek kaçırma, 546 çocuk kaçırma, 48 rehin alma, 28 bin 88 tehdit, 17 bin 64 aile fertlerine kötü muamele...1300 ırza geçme, 2 bin 329 kumar oynama ve oynatma ve 1932 fuhşa teşvik-kadın ticareti-aracılık suçu işlendi.

1647 intihar, 8 bin 527 (intihara) teşebbüs yaşandı.

Rakamlar kapkaçın neredeyse ikiye katlandığını gösterdi. 2005’te 7 bin 168 kapkaç olurken; bu sayı 2006’da 12 bin 154’e fırladı.

2006’da 85 bin 964 evden, 55 bin 967 işyerinden, 4 bin 307 resmi kurumlardan, 202 bankadan, 31 bin 522 oto, 68 bin 855 otodan hırsızlık olayı yaşandı. 27 bin 612 yankesicilik, 1200 hayvan hırsızlığı, 64 bin 166 diğer tür hırsızlık, 7 bin 770 şahıstan gasp-yağma, 192 evden gasp-yağma, 428 işyerinden gasp-yağma, sekiz bankadan gasp-yağma, 95 adam kaldırma, 316 zorla çek-senet tahsili, 2 bin 210 kasten yangın çıkarma, 12 bin 651 dolandırıcılık suçu işlendi.

2006’da toplam 17 bin 196 mali, 11 bin 747 uyuşturucu kaçakçılığı, 1742 organize suç, 84 toplu kaçakçılık ve sekiz nükleer kaçakçılık polise yansıdı.” (Radikal, 23 Şubat 2007 )

Bunlar yalnızca devletin “suç” olarak tasnif ettiği resmi rakamlar. Gerçekte diğer boyutlarıyla beraber toplumsal çürüme ve yozlaşma, çok daha yakıcı bir hal almış bulunmaktadır. Örneğin uyuşturucu kullanma yaşının düşmesi, uyuşturucu tüketiminin artması, kadına yönelik şiddetin diğer biçimleri (töre cinayetleri, resmi rakamlara girmeyen dayak vb.) ve rüşvet, rakamlara girmeyen fuhuş ve resmi fuhuş bataklığı, milyonlarca insana sahte umutlar pompalayan resmi kumar (loto, toto, idda vb.) bu tabloya eklenmesi gereken diğer unsurlardan bazılarıdır. Sefaletin yol açtığı ruhsal, bedensel ve sosyal-kültürel çürümenin vardığı boyutları görmek için ise apayrı bir başlık açmak gerekir.

Fakat yalnızca bu sınırlardaki bir tablo bile, toplumun nasıl bir “suç” ve şiddet bataklığı içine çekildiğini, çürümenin aldığı boyutları yeterince gözler önüne seriyor. Bu tablo işsiz ve geleceksiz bırakılan işçi ve emekçi kökenli milyonlarca insanın lümpenleşerek bu bataklığa saplandığını gösteriyor.

Ama toplumsal çürümenin yarattığı tehdit ve tehlike yalnızca bununla da sınırlı değil. Sırf bu suç tablosunu öne çıkararak sermayenin işçi ve emekçilere, devrimcilere karşı saldırılar yöneltmesi, işin bir yanı. Diğer yanı ise, sokakların giderek yaşanamaz bir hal alması, her gün onbinlerce emekçinin büyüyen bu suç makinesinin bizzat hedefi haline gelmesiyle yaratılan korku atmosferidir. Tablonun kendisi bile bu korkunun hiç de temelsiz olmadığı göstermektedir. Böyle bir kirli atmosfer sayesinde sermaye iktidarı, hem “güvenlik tedbirleri” adı altında baskılarını artırma zemini yakalamakta, hem de toplumsal muhalefete karşı her türden şiddeti meşrulaştırma imkanı sağlamaktadır. İşte bu yüzden, bu suç şebekelerini bizzat kollamakta, önünü açmaktadır. Çünkü çürüyen düzenin çürüyen bataklığından beslenen, sermaye iktidarı tarafından kollanıp gözetilen adi suç çeteleri, mafya örgütlenmeleri, grev ve direnişleri bastırmak, devrimci ayaklanmaları ezmek için kullanılan para-militer, karşı devrimci çetelerin fidelikleridir. Bu ayak takımı Avusturya devriminin ezilmesinde önemli bir rol oynadı. İtalya ve Almanya’da faşizmin iktidara gelmesinde kritik bir yer tuttu. Kısacası, sermaye yarın ihtiyaç duyacağı vurucu yedek güçlerini buralardan toplamaktadır. Faşizm bu bataklıktan beslenmektedir. Böylece şovenizmle birlikte toplumsal çürüme ona, toplumsal dinamikleri köreltme imkanı sağlamaktadır.

Adi suç çeteleri ve devlet terörünün saldığı korku nedeniyle işçi ve emekçilerin sokağa çıkmaktan çekindikleri, şovenizmin alabildiğine tırmandırılması nedeniyle ezilen yığınların taleplerini dile getirmekten, sözünü söylemekten korktuğu bir siyasal atmosfer! Sermaye böyle bir toplumsal ve siyasal ortamı kendi elleriyle yaratmak için çırpınıyor.

Özetle, gerek şovenizm gerekse toplumsal çürüme ve yozlaşma birbirini bütünleyen, birbirlerine kökten bağlı bir ve aynı gerçekliğin iki farklı yüzüdür. Her ikisinin gerisinde de çürüyen sermaye düzeni ve sermaye iktidarının bilinçli politikaları var. Her ikisi de sermayenin, işçi ve emekçilere mücadeleden geri durması nedeniyle ödettiği bedellerdir. Ve her ikisi birden işçi ve emekçilere, bölgede yaşayan halklara karşı işleyen, iki yüzü keskin bir bıçak anlamına geliyor. Ve eğer bu bıçak kırılmazsa, keskinleşerek çok daha büyük yıkımlara ve bedellere yol açacaktır.

Mücadele yoksa, yalnızca yoksulluk değil, çürüme, şovenizm, savaş da kaçınılmazdır.

Ezenle-ezilen, sömürülenle-sömüren arasındaki savaş, bir hesaplaşmadır. Toplumlar, bu savaşı ezilenler ve sömürülen sınıflar kazandığı ölçüde arınır, ilerler ve gelişirler.