06 Ekim 2006 Sayı: 2006/39 (39)
  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen ordusunun dizginleri ele almaya
yönelik çıkışları
  Türkiye'nin gerçek anayasası ya da
kontrgerilla devleti gerçeği!
  Egemenlerin utanç verici Amerikancılık
yarışı
  Erdoğan'ın ABD ziyaretinden yansıyanlar
  PKK'nin yeni ateşkes süreci ve ötesi
Üniversitelerde sertleşen süreç ve
büyüyen tepki
Kadın emeğinin istihdama katılımı
çalışmaları ve kapitalist düzen gerçeği
Yasaların dili ve
sendikaların tututumu/ Yüksel Akkaya
Darbe şakşakçıları vazife başında!
 Gelişen saldırıları göğüslemek için
Devrimci birleşik mücadelenin artan
önemi / Orta sayfa
  Ulucanlar anmalarından
  Emekli-Sen Kartal Şube Başkanı Emir
Babakuş'la 7 Ekim mitingi üzerine
konuştuk
  Ders din kültürü ve ahlak bilgisi... Konu
Kneipp kürü!
  Türkiye Sosyal Forumu
etkinliklerinden
  Genel-İş Sendikası işyeri temsilcisi Göker
Şahin ile sınıf hareketinin durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı’nı konuştuk
  Gürcistan: NATO-Rusya çekişme arenası
  Ortadoğu'da savaş cephesini genişletme
tehditleri!
  Meksika'da öğretmenlerin grevi sürüyor
  Brezilyaída başkanlık seçimleri ikinci
tura kaldı.
  Sorgulanan Doğu
  ESP ile dayanışma eylemlerinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Gelişen saldırıları göğüslemek için

Devrimci birleşik mücadelenin artan önemi

Ortadoğu'yu kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda şekillendirmek öteden beri ABD'nin başlıca politik amaçlarından biri olmuştur. Fakat bu konudaki çabaları son 5-6 yıldır çok daha sistematik ve yoğun bir saldırganlık halini almıştır. 11 Eylül saldırıları bahane edilerek önce Afganistan'ın, ardından da Irak'ın işgali bunun somut ifadeleri olmuştur. Gene bilindiği gibi siyonist İsrail devletinin Filistin ve Lübnan'da uyguladığı politikalar da ABD'nin bölgeye ilişkin egemenlik planlarından bağımsız değildir.

Fakat bütün bu saldırılar umulduğu gibi başarıyla sonuçlanmamıştır. İşgal orduları Irak'ta direnişin yarattığı bir batağa saplanmış durumdadır. Afganistan'da benzer bir direniş gün geçtikçe etkisini arttırmakta ve ABD ile birlikte işgalci konumda bulunan NATO güçlerini çaresiz bırakmaktadır. Yıllardır Filistin halkının onurlu direnişini ezme konusunda başarısız kalan İsrail siyonizmi ise yakın zaman önce işgal ettiği Lübnan'da hedeflerine ulaşamamış ve direnişin gücü karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bütün bu ülkelerde yaşayan halklar, çektikleri onca acıya, yaşadıkları onca büyük yıkıma ve ödedikleri büyük bedellere rağmen teslim olmamışlardır. Sergiledikleri direnişle emperyalizmin planlarını önemli ölçüde sonuçsuz bırakmışlardır.

Fakat ne karşı karşıya kalınan direnişin gücü, ne de planlarının önemli oranda boşa çıkması, ABD emperyalizmini ve ortaklarını Ortadoğu'ya ilişkin planlarından vazgeçirmiş değildir. Zaten böyle bir lüksleri de yoktur. Zira artık insanlığa olumlu anlamda verebilecek hiçbir şeyi kalmamış emperyalist kapitalist sistemin kendi ömrünü uzatabilmesi için, işçi sınıfını, emekçi yığınlarını ve ezilen halkları baskı ve zorbalıkla denetim altında tutmaktan, kapitalist sömürüyü bu sayede yoğunlaştırmaktan başka bir çaresi kalmamıştır. Yaşanan başarısızlıklara rağmen emperyalizm daha fazla saldırmaya, daha fazla kan dökmeye mahkumdur. ABD emperyalizminin tüm bu yenilgilere rağmen halen de saldırganlık politikalarında ısrar etmesinin, başta İran ve Suriye olmak üzere yeni bazı ülkeleri de hedef tahtasına yerleştirmesinin mantığı bu büyük zorunlulukta gizlidir. 11 Eylül'den sonra ABD Başkanı Bush'un çok uzun sürecek bir savaşa hazırlandıklarını söylemesi ve bu savaşı “haçlı seferlerine” benzetmesi bir yerde bunun ifadesidir.

Kısacası ABD'nin liderliğindeki emperyalist cephe, daha uzun sürecek, daha zorlu geçecek ve çok önemli sonuçlar doğurması muhtemel yeni bir savaşa hazırlanmaktadır. Aynı şey kaderini emperyalistlerin kaderine bağlamış ülkeler için de geçerlidir. Yani hem ABD emperyalizminin, hem de ortaklarının ve uşaklarının gündemindeki başlıca konu, Büyük Ortadoğu Projesi'dir. Bu ülkelerin yaptıkları yasal ve siyasal düzenlemelerden yürüttükleri diplomatik ilişkilere, askeri hazırlıklardan ekonomiye ilişkin tedbirlere kadar bugün attıkları bütün adımlar, başka amaçlardan ziyade Büyük Ortadoğu Planı'na dönük zemin düzleme ile ilgilidir.

Sermaye iktidarı emperyalizme tetikçilik yapmaya hazırlanıyor

Söylenenler, Türkiye'deki işbirlikçi sermaye iktidarı için de fazlasıyla geçerlidir. Türkiye'deki işbirlikçi sermaye iktidarı, emperyalizmin Ortadoğu planları içerisinde aktif bir biçimde rol almaya hazırlanmaktadır. Bu savaşta Türkiye'ye biçilen rol bölgede emperyalizmin tetikçiliğini yapmaktır. Türkiye burjuvazisi Lübnan'a asker gönderme kararı alarak bu tetikçilik misyonuna gönüllü olduğunu ortaya koymuştur. Gerek Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisi sırasında dile getirilenler, gerekse Türkiye'nin içerde ve dışarıda uygulamaya koyduğu politikalar Lübnan'a asker göndermekle yetinilmesinin söz konusu olmadığını, yarın İran ya da Suriye'ye dönük bir saldırı planı içerisinde de aktif rol üstlenileceğini göstermektedir. Sermaye iktidarı adına söz söyleyenlerin özellikle İran konusunda giderek daha açıktan ABD'nin ağzıyla konuşmaları, İran'ın nükleer faaliyetlerinin Türkiye için de bir tehdit olduğundan söz etmeleri, Lübnan'da giriştiği yıkım ve katliamlara rağmen İsrail'le ilişkilerde en ufak bir zayıflamaya dahi izin vermemeleri bunu göstermektedir.

Emperyalizmin Ortadoğu'ya ilişkin saldırı planlarında aktif rol almaya fazlasıyla hevesli olan Türkiye burjuvazisi, bu arada cephe gerisini mümkün olduğunca temizlemesi gerektiğinin de bilincindedir. Kaldı ki bu durum emperyalist efendilerince her vesileyle ona hatırlatılmakta; işbirlikçi sermaye iktidarı, Türkiye'deki artan Amerikan karşıtlığına karşı tedbirler almaya zorlanmaktadır.

Sermaye iktidarının iç sorunları

Kuşkusuz ki sermaye iktidarının tek gündemi dışarıda emperyalizme tetikçiliğe hazırlanmak değildir. O içerde de bir dizi önemli sorunla karşı karşıyadır. Bunlardan biri ve en önemlisi, giderek yoğunlaşan kapitalist sömürünün problemsiz şekilde devamı, bununla da bağlantılı olarak İMF patentli sömürü ve yıkım politikalarının kazasız belasız hayata geçirilmesidir. Sömürü ve yıkım politikalarının selameti için ise işçi ve emekçilerin baskı ve zor yoluyla denetim altında tutulması, örgütlü mücadeleye dönük girişim ve çabaların ezilmesi gerekmektedir.

Düzenin bir türlü üstesinden gelemediği bir diğer temel sorun ise herkesin bildiği gibi Kürt sorunudur. Sermaye iktidarı Kürt halkının meşru hak ve istemlerine inkar ve imha politikasıyla yanıt vermektedir. Kürt halkını istediği kalıba sokamayan, boyun eğdiremeyen sermaye iktidarı, Güney Kürdistan'daki son gelişmelere de bağlı olarak kirli savaşı boyutlandırmaktadır.

Baskı politikalarının hedefinde devrimciler var

Çizmeye çalıştığımız tablodan da görüleceği üzere dışarıda emperyalizme tetikçilik, içerde ise işçi ve emekçilere, Kürt halkına boyun eğdirilmesi, işbirlikçi burjuvazinin başlıca politik amaçları durumundadır. Durum bu olunca da tutarlı bir anti-emperyalist mücadelenin temsilcisi olma, işçi ve emekçileri kapitalist sömürü ve yıkıma karşı örgütlenmeye ve mücadele etmeye çağırma, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesine omuz verme konularında tek potansiyel siyasal güç durumundaki devrimci hareket ile ilerici toplumsal muhalefet, sermayenin başlıca hedefi durumuna gelmektedir. Daha önce de benzer durumlarda dile getirdiğimiz üzere bu bir “öncüsüz bırakma” politikasıdır.

Sermaye iktidarının işçi ve emekçileri, ezilen halkları öncüsüz bırakma politikası yeni bir şey değil. Fakat başta ABD olmak üzere bir çok ülkede polis devleti uygulamalarının arttığı, demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı, teröre karşı mücadele bahanesiyle sermayenin geleceğin sert sınıf mücadelelerine hazırlandığı son dönemlerde, bu politikaya da daha bir işlerlik kazandırıldığı kesindir. Bu çerçevede sermaye devleti son iki yıldan bu yana bir dizi yeni yasal düzenleme ile bu politikanın zeminini döşemiştir. Cezaları arttıran, ceza infaz sistemini ağırlaştıran, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma gibi hak ve özgürlüklerini iyiden iyiye göstermelik hale getiren bu yasal düzenlemelerin son halkası, Terörle Mücadele Yasası'nın yenilenmesi olmuştur.

Yeni çıkan Terörle Mücadele Yasası'nın temel amacı devrimci hareketi her alanda ezmek ve etkisizleştirmek, bu sayede devrimci örgütlenme ve mücadele eğiliminin önüne geçmektir. Yasanın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra devrimci harekete dönük saldırılar artmış, devrimci kurumlar üzerindeki baskılar yoğunlaşmıştır. Aynı şekilde hemen her türden protesto ve hak arama eylemi kolluk güçlerince saldırıya uğramış, gözaltı ve tutuklamalar artmıştır.

Bunun son örneği ESP'ye ve onunla aynı politik çizgideki kurumlara yönelik saldırılar olmuştur. Pek çok kentte eş zamanlı gerçekleştirilen saldırılarla pek çok kurum basılmış, yüzden fazla devrimci gözaltına alınmış, gözaltına alınanların önemli bir kısmı tutuklanmıştır.

Bugün ESP/Atılım çevresi ile sınırlı görünmekle birlikte bu operasyonun asıl hedefinin devrimci hareketin bütünü olduğu açıktır. Amaç devrimci iddiasını sürdüren bütün örgütlenmelerin tasfiye edilmesi, devrimcilerin denetimi ya da etkisi altındaki bütün kurum ve örgütlenmelerin etkisizleştirilmesidir.

Saldırı devrimci birleşik mücadele ile püskürtülebilir!

Saldırı bir bütün olarak devrimci hareketi hedef almaktadır. Bütün devrimci yapılar ve kurumlar, tek tek bütün devrimci bireyler bu saldırının hedefindedir. Doğal olarak bu saldırıya karşı mücadele de birleşik devrimci bir karakterde olmak durumundadır. Sermayenin bu saldırısını püskürtmenin başka bir yolu da yoktur.

Hemen bütün devrimci yapılar, doğru bir refleksle saldırıya uğrayan ESP/Atılım çizgisindeki devrimcilerle belli bir dayanışma içerisine girmişlerdir. Yetersiz de olsa bir destek ve dayanışma örgütlenmiştir. Bu destek ve dayanışma bu haliyle bile son derece anlamlıdır ve daha da büyütülmek durumundadır.

Fakat devrimci birleşik mücadele bu türden özel durumların ötesinde bir kapsama sahiptir. Bu türden bir birleşik mücadele, asıl anlamını bizzat sınıfa ve emekçi kitlelere yönelik etkili ve çok yönlü bir devrimci müdahalede kendini gösterebilmelidir. Madem ki sermayenin asıl hedefi devrimci politik faaliyeti sınırlamak ve giderek sıfırlamaktır; madem ki amaç devrimciler ile işçi ve emekçi yığınların aynı mücadele içinde buluşmasını engellemektir, o halde yanıt da bizzat bu alan üzerinden, buna yönelik çalışmalar ve çabalar içinde verilmelidir. Devrimciler saldırıları protesto ile görev savma tutumuyla yetinmek sınırlılığından kurtulmalı, sınıfa ve emekçi yığınlara dönük etkili bir devrimci müdahalenin yol, yöntem ve araçlarını işbirliği ve dayanışma halinde bulma ve uygulama çabası içinde olmalıdırlar.

Kısacası devrime ve devrimci çözümlere dayalı toplumsal muhalefet, bunun her anlamda motor gücü olabilecek bir devrimci sınıf hareketinin inşası, bugünkü faaliyetimizde temel eksen ve amaç olmak durumundadır. Bu anlamda bütün bileşenleriyle devrimci hareketin dikkatini ve enerjisini yoğunlaştırması gereken alan, sınıfın ve emekçilerin örgütlenmesi, mücadeleye seferber edilmesi olmalıdır. Sermayenin saldırılarını göğüsleyebilmenin, karşı saldırıyı örgütleyebilmenin ve nihayet yığınların biriken öfke ve tepkisini devrimci temellerde harekete geçirebilmenin başka yolu yoktur.

Şu günlerde andığımız Ulucanlar direnişi sırasında yaratılan siper yoldaşlığı ruhu, devrimci hareketin bu görevin altından kalkmak için ihtiyaç duyduğu esini ve birikimi simgelemektedir.