06 Ekim 2006 Sayı: 2006/39 (39)
  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen ordusunun dizginleri ele almaya
yönelik çıkışları
  Türkiye'nin gerçek anayasası ya da
kontrgerilla devleti gerçeği!
  Egemenlerin utanç verici Amerikancılık
yarışı
  Erdoğan'ın ABD ziyaretinden yansıyanlar
  PKK'nin yeni ateşkes süreci ve ötesi
Üniversitelerde sertleşen süreç ve
büyüyen tepki
Kadın emeğinin istihdama katılımı
çalışmaları ve kapitalist düzen gerçeği
Yasaların dili ve
sendikaların tututumu/ Yüksel Akkaya
Darbe şakşakçıları vazife başında!
 Gelişen saldırıları göğüslemek için
Devrimci birleşik mücadelenin artan
önemi / Orta sayfa
  Ulucanlar anmalarından
  Emekli-Sen Kartal Şube Başkanı Emir
Babakuş'la 7 Ekim mitingi üzerine
konuştuk
  Ders din kültürü ve ahlak bilgisi... Konu
Kneipp kürü!
  Türkiye Sosyal Forumu
etkinliklerinden
  Genel-İş Sendikası işyeri temsilcisi Göker
Şahin ile sınıf hareketinin durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı’nı konuştuk
  Gürcistan: NATO-Rusya çekişme arenası
  Ortadoğu'da savaş cephesini genişletme
tehditleri!
  Meksika'da öğretmenlerin grevi sürüyor
  Brezilyaída başkanlık seçimleri ikinci
tura kaldı.
  Sorgulanan Doğu
  ESP ile dayanışma eylemlerinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Erdoğan'ın ABD ziyaretinden yansıyanlar

AKP hükümetinin başı Erdoğan, bir kez daha ABD yolunu tutarak Bush'un huzuruna çıktı. Kendisi daha önce de birçok kez bu yoldan geçmişti. Hatırlanırsa bunlardan ilki henüz milletvekili dahi değilken, dahası düzenin derin yönetici çekirdeği tarafından yasaklanmışken gerçekleşmişti. Böyle bir ziyaret, onun geleceği ve ABD'nin kendisine biçtiği rol hakkında da yeterince açıklayıcı olmuştu. Zira bırakalım ülkesinde yasaklı bir parti başkanını, daha sonra bizzat kendi başına geleceği gibi başbakanların dahi ABD Başkanı'nın karşısına çıkması tamamen ABD emperyalizminin niyet ve tercihlerine bağlıdır. Bu da oldukça katı kurallara ve kriterlere bağlanmıştır. Fakat Erdoğan henüz yasaklı bir parti başkanı iken Beyaz Saray'da ağırlanıyordu. Bu, esasında düzen içi siyaset kanallarını sonuna kadar açmaya muktedir ABD vizesinin alınması anlamına gelmekteydi. Öyle ki, Beyaz Saray'da kabul edilmesinin ardından Ordunun kendisine koyduğu yasaklar bir bir kaldırılarak kısa sürede Başbakanlık koltuğuna oturtulacaktı. Belli ki, ABD'nin Ortadoğu'da içerisine girdiği yeni saldırganlık ve savaş döneminde ciddi bir seçmen desteğine sahip olarak tek başına hükümet olma şansını yakalayan partisinden çok şeyler beklemekteydi. Nitekim Erdoğan ve hükümetinin önüne konulan ilk iş, Irak'a yönelik ABD saldırganlığına suç ortaklığı yapmak ve Türkiye'yi bir saldırı üssü haline getirmekti. Fakat bu amaçla gündeme getirilen 1 Mart tezkeresi kazaya uğradı ve böylelikle Erdoğan ve hükümeti bu büyük sınavdan geçemedi. Bundan dolayı, ABD yönetimi tarafından son derece alçaltıcı biçimde aşağılandı ve burnu defalarca sürtülerek cezalandırıldı.

İşte bu durum, Erdoğan ve AKP'nin ordu merkezli yönetici çekirdek karşısındaki konumunu da büyük ölçüde zayıflatmaktaydı. Her ne kadar alternatifi olmadığı ölçüde düzenin efendileri, AKP'den vazgeçemese de, bu durumu onun üzerindeki kontrolü arttırmak için kullanmaktaydı. AKP ve Erdoğan açısından ise bu süreç, düzenin derin yönetici odaklarıyla zamansız bir hesaplaşma içerisine girmek yerine, bu hesaplaşmayı ertelemek ve güç dengesini yeniden lehine çevirmek amacıyla ABD ile ilişkileri onarmak amaçlı faaliyetlerle geçirilecekti. İşte bu dönem içerisinde 1 Mart kazasının sonuçlarını telafi etmek amacıyla yeni tezkereler hazırlandı ve meclisten geçirildi. İncirlik üssü, Irak'taki işgal kuvvetlerinin kullanımına açılırken, Türkiye toprakları işgal kuvvetlerinin lojistik üssü haline getirildi. Beraberinde AKP yetkililerinin ABD yönetimi karşısında yalvar yakar vaziyette durumu düzeltme çabaları izlendi. Bu amaçla AKP yönetimi tarafından iman tazelemek için Erdoğan'ı Bush'un huzuruna çıkarmak yönünde bir dizi girişimde bulunuldu. Fakat ABD yönetimi ona bu şansı ancak 2004'te verdi. Bu görüşme sırasında da Erdoğan'a kulağı çekilen uşak muamelesi yapıldı. Bu dönem içerisinde Türkiye-ABD ilişkilerinin bir “bunalım” evresinden geçtiği genel olarak kabul edilen bir görüştü.

2005 yılında Erdoğan bir kez daha Beyaz Saray'ın yolunu tuttu. İlişkilerde artık “yeni bir dönem”e girildiği biçiminde sonuçlar çıkarılan bu ziyarete damgasını vuran, Türkiye-ABD ilişkilerindeki “stratejik derinlik”, yani efendi-uşak ilişkisinin köklü sınıf temelleri olmuştu. Erdoğan ve ekibi, eğer düzen içerisinde sahip oldukları konumu en azından bir süre daha korumak istiyorsa bu ilişkinin gereklerini koşulsuz olarak yapmakla mükellef tutuldu. Zira, düzenin yönetici çekirdeği olan güçler de AKP'yi, ABD desteğini yitirmesi bir yana seçmen tabanı nezdinde de itibar kaybetmeye yüz tutması nedeniyle artık daha fazla sıkıştırmaktaydılar. Sonuçta varılan bu nokta, ABD yönetiminin işbirlikçi sermaye iktidarı ve AKP üzerindeki denetimini sıkılaştırdığı ve onun direncini alabildiğine zayıflattığı bir yeni dönemi ifade etmekteydi. Erdoğan, bu görüşme sonrasında yaptığı açıklamada ABD'nin BOP'una sadakatlerini ilan etti ve bu uğurda çalışma kararlılığını ve samimiyetini sundu. ABD yönetimi ise ondan ve hükümetinden samimiyetini lafla değil somut iş yaparak kanıtlamasını istiyordu.

2005'teki bu ziyaretin ardından AKP hükümeti ve Erdoğan, ABD'ye uşaklıkta samimiyetini kanıtlama fırsatını ancak yakın zamanda yakaladı. Lübnan'a asker göndermek konusunda gösterdiği gayretkeşlik ve elde edilen başarıdan söz etmekteyiz. İşte, Erdoğan'ın gerçekleştirdiği bu son ABD ziyareti esasında bundan sonra mümkün olabildi. Öyle ki, başta Erdoğan'ın danışmanı Zapsu olmak üzere hükümet görevlileri uzunca bir süredir ABD yönetiminden destur almak için yoğun girişimde bulunmalarına karşın sürekli yüz geri edilmekteydiler. Fakat ne zamanki Lübnan tezkeresi çıktı, işte o zaman ABD'nin tavrı da değişti. Erdoğan'a hemen bir randevu ayarlandı ve nihayet AKP ve Erdoğan rahat bir nefes alabildi. Zira Bush'un huzuruna çıkmak ve desteğini almak Erdoğan ve partisine, iç siyaset alanında devletin derin çekirdeği tarafından sıkıştırıldığı bir anda durumu dengelemesi ve bu çerçevede önümüzdeki dönemde sertleşmesi kaçınılmaz iç mücadeleye güçlü girmesi bakımından elzem olacaktı.

Nitekim, uzun süredir ordu merkezli derin devletin müdahaleleri karşısında terbiyeli eşek görüntüsü veren Erdoğan, ABD yolundayken ipleri sıkılaştırmak ve AKP'nin ABD desteğiyle güç dengesini lehine çevirmesine engel olmak üzere hamle üstüne hamle yapan orduya anında ve açıktan yanıtlar verme cüretini kendisinde bulabildi. Öyle ki, Büyükkanıt ve ordunun üst kademesi ile Cumhurbaşkanı, Erdoğan ABD yolundayken “irtica tehditi” adı altında doğrudan AKP hükümeti ve Erdoğan'ı hedef gösterip açıktan sopa sallarken, Erdoğan da yine açıktan, hukuktan bahseden TSK yönetenlerinin hukuken kendilerine bağlı olduğunu açıklayarak yanıt vermekteydi.

Erdoğan, ABD yolundayken rakiplerine yönelik yaptığı bu karşı çıkış yanında AKP'nin oy oranının belirgin biçimde gerilemekte olduğu gerçeğini kabul etti. Onun bu gerçeği ayan beyan kabul etmesi, ABD'ye giderken içerisinde bulunduğu koşulların bilincinde olduğunu göstermektedir. Bu durumda, bir tarafta ordu merkezli derin devlet tarafından sıkıştırılırken diğer taraftan ise seçmen tabanı üzerindeki itibarı hızla dibe vuran AKP ve başı Erdoğan'ın Bush'un huzurunda nasıl bir pozisyona sahip olacağı baştan belli olmalıdır. Bu durumdan ancak sınır tanımaz bir sefil uşaklık tavrı çıkabilir. Nitekim Bush-Erdoğan görüşmesinin yansıyan ilk sonuçları tam da durumun böyle olduğunu göstermektedir.

Bush, görüşme sonrasında yaptığı açıklamayla, görüşmenin içeriğini şöyle özetlemektedir: Çok kapsamlı ve önemli bir diyalog gerçekleştirdik. Barışı sağlamak için Türkiye ve ABD'nin birlikte nasıl çalışabileceğini konuştuk. Terörizm ve aşırılıkla mücadeleye ilişkin ortak kararlılığımız konusunda konuştuk. Ortadoğu'ya istikrarı getirme konusunda ortak çabalarımızdan bahsettik. Irak ve İran konusunda önemli görüşmelerde bulunduk. Radikalizm ve aşırılığa karşı beraber çalışma arzumuzu ifade ettik.

Dikkat edilirse düzen medyası ile Erdoğan ve ekibinin yansıtmaya çalıştığı gibi görüşmeler, Türk devletinin özelde PKK, AB ve Kıbrıs konularındaki istemlerinin değil ABD dayatmalarının Erdoğan'ın önüne konulması biçiminde gerçekleşmiştir. Sonuçta Erdoğan da görüşme sonrasında ABD yönetimiyle tam bir uyum içerisinde olduklarını beyan ederek ABD'nin isteklerini, yani Ortadoğu politikaları uğruna uşaklık ve taşeronluk görevini üstlendiklerini kabul etmiştir. Bu, sadece Bush-Erdoğan görüşmesinden yansıyan sınırlı bilgilerden değil, aynı zamanda Beyaz Saray'ın kapısında sıraya girenlerden de çıkarılabilecek bir gerçektir. Öyle ki, Erdoğan'dan önce Bush'un huzuruna sırasıyla, ABD saldırganlığının Afganistan cephesindeki saldırı üssü konumunda olan Pakistan'ın darbeci başkanı Müşerref, onun arkasından da Irak'a yönelik ABD savaşının temel dayanağı durumundaki Talabani çıkmışlardır. Ayrıca Erdoğan Bush'un huzurundan ayrıldıktan sonra soluğu onun fino köpeği Blair'in huzurunda almakta; diğer taraftan Rice da aynı saatlerde Ortadoğu turuna çıkmaktadır. Besbelli ki, saldırı ve savaş cephesi hummalı bir hazırlık içerisindedir. Savaş cephesindeki yerini kesinleştirmiş olan sermaye iktidarı cephesinden de Erdoğan ziyareti bu çerçevede uşaklığın tescil edilip rol taksiminin ilk elden yapıldığı bir işlev taşımıştır.

Diğer taraftan yapılan açıklamalardan da anlaşılıyor ki, sermaye iktidarı bu uğurda üstlendiği görevi yaptığı ölçüde düzen siyasetindeki ABD'nin rolü de çok daha çıplak ve dolaysız bir hale gelecektir. Bu şu haliyle, düzen içi çatışmanın taraflarının, özellikle de Erdoğan ve partisinin bir ihtiyacı olduğu gibi, ABD'nin Ortadoğu'daki saldırı ve savaş planları içerisinde sermaye iktidarına biçilen rolün gereğidir de. İçerisine girdiğimiz dönemde, ABD'nin tarihsel ve sınıfsal temellere sahip olan ABD-Türkiye ilişkilerine yeni boyutlar kazandıracağını ve ülke siyasetine daha doğrudan ve alanen taraf olacağını söyleyebiliriz. Ki zaten Erdoğan'ın bahse konu ziyareti ve düzen içi çatışmanın aldığı düzey, bunun böyle olacağını şimdiden net biçimde ortaya koymuş bulunmaktadır.

Burada son olarak belirtmek gerekir ki, her ne kadar düzen içi mücadele damgasını vursa da verilen sözler ve altına girilen görevler, Erdoğan ve hükümeti adına değil bir bütün olarak sermaye devleti adınadır. Öyle ki, Erdoğan ve partisine yönelik bayrak açan generaller, irticadan PKK'ye ve oradan AB'ye kadar bir çok güç ve kişiyi hedef alırlarken, ABD'ye ilişkin tek kelime söz etmekten özenle kaçınmaktadırlar. Bu, generallerin Amerikancı kimlikleri düşünüldüğünde son derece olağan bir tutumu ifade etmektedir. Besbelli ki generaller AKP ile mücadele ederken esasta ABD'ye uşaklıkta onunla yarışmaktadır. Öyle ki, Erdoğan Bush huzurunda iken Beyaz Saray'da lobi yapan Ertuğrul Özkök'ün bildirdiğine göre, Erdoğan'dan sonra Yaşar Büyükkanıt da en yakın zamanda ABD'nin yolunu tutacaktır. Dahası, kendisi geleneksel teamüller aşılarak Bush yönetiminin huzuruna alınacaktır.

ABD yönetimi düzen siyasetindeki iç çatlaklardan da yararlanarak sermaye iktidarını avucunun içerisine almış ve ona istediğini yaptırabilme olanağı kazanmıştır. Aralarındaki husumet ne olursa olsun, hükümetiyle ordusuyla bir bütün olarak düzen kurumları, ABD'nin tam hizmetinde ve halklara karşı Amerikan planlarının piyonu olmakta birbirleriyle yarışmaktadırlar.