06 Ekim 2006 Sayı: 2006/39 (39)
  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen ordusunun dizginleri ele almaya
yönelik çıkışları
  Türkiye'nin gerçek anayasası ya da
kontrgerilla devleti gerçeği!
  Egemenlerin utanç verici Amerikancılık
yarışı
  Erdoğan'ın ABD ziyaretinden yansıyanlar
  PKK'nin yeni ateşkes süreci ve ötesi
Üniversitelerde sertleşen süreç ve
büyüyen tepki
Kadın emeğinin istihdama katılımı
çalışmaları ve kapitalist düzen gerçeği
Yasaların dili ve
sendikaların tututumu/ Yüksel Akkaya
Darbe şakşakçıları vazife başında!
 Gelişen saldırıları göğüslemek için
Devrimci birleşik mücadelenin artan
önemi / Orta sayfa
  Ulucanlar anmalarından
  Emekli-Sen Kartal Şube Başkanı Emir
Babakuş'la 7 Ekim mitingi üzerine
konuştuk
  Ders din kültürü ve ahlak bilgisi... Konu
Kneipp kürü!
  Türkiye Sosyal Forumu
etkinliklerinden
  Genel-İş Sendikası işyeri temsilcisi Göker
Şahin ile sınıf hareketinin durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı’nı konuştuk
  Gürcistan: NATO-Rusya çekişme arenası
  Ortadoğu'da savaş cephesini genişletme
tehditleri!
  Meksika'da öğretmenlerin grevi sürüyor
  Brezilyaída başkanlık seçimleri ikinci
tura kaldı.
  Sorgulanan Doğu
  ESP ile dayanışma eylemlerinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Türkiye'nin gerçek anayasası ya da kontrgerilla devleti gerçeği!

“Şurası açıktır ki, Anayasal hak talep etmek için evvela o Anayasayı tanımak ve kabul etmek gerekmektedir. Anayasayı değiştirmek için eline silah almış veya silah alanları desteklemiş olanlar değiştirmeye çalıştıkları Anayasadaki hakları talep edemezler. Aynı şekilde yıkmaya çalıştıkları demokratik düzenin sağlayacağı imkanlardan istifade etme hakları da kesinlikle yoktur.”

Bu “veciz” sözler, yeni Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın Harp Akademileri'ndeki konuşmasından. Yani TSK'nın, “başkan”ının ağzından çıkmış resmi görüşleri. Dolayısıyla bu görüşlere hakettiği önemi vermek gerekiyor.

Görüşlerde özellikle iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi, TSK'nın bakışında - 12 Eylül'den, darbeci Evren'den bu yana- en küçük bir değişiklik yoktur. ‘90'da ve 2000'de darbe olmadı denebilir, ama yukarıdaki sözlerin darbeden aşağı kalır yanı yoktur. Zaten bu kısa alıntı konuşmanın bütünü içinde okunduğunda ve üç kuvvet komutanının bu konuşmayı bir-iki gün önceleyen konuşmalarıyla birlikte ele alındığında, konu daha da açık hale gelecektir.

Kuvvet komutanlarının tehditler savuran ve “TSK'nın yasalarla belirlenmiş vazifeleri”nden söz eden konuşmaları, Genelkurmay Başkanı'nca aynen teyit edilmekle kalmadı, ‘TSK'nın resmi görüşüdür' sözleriyle de vurgulandı ve kendi konuşmasında daha açık ifadelerle, hedef gösterir biçimde tekrarlandı.

İkinci noktaya gelince. Hatırlanacağı gibi, Şemdinli olayları vesilesiyle, o sırada KKK olan Büyükanıt'ın kontrgerillanın önemli bir mevkisini tuttuğu gündeme taşınmış, tartışılmıştı. Yukarıya aldığımız bölüm ve konuşmasının tümü ordunun resmi görüşüdür, ancak yasalarla en küçük bir ilişkisi bulunmamaktadır. Hatta denilebilir ki, yasalar karşısında “suç” teşkil edecek kadar açık ifadeler vardır.

Generaller, “TSK'nın yasalarla belirlenmiş vazifeleri” diyor ama, böyle konuşma cesaretini yasalardan değil, namlulardan aldıklarını cümle alem biliyor. Büyükanıt'ın ordunun başına geçirilmesiyle birlikte, kontrgerilla bakışı TSK'nın resmi bakışı haline gelmiş bulunuyor. Bu konuşmalarla birlikte, üç kuvvet komutanı da aynı kıstasta değerlendirilmeyi hak ettiklerini gösteriyorlar.

Kontrgerillaya “resmiyet” kazandırma operasyonunun geldiği aşama işte budur. Yıllardır, ama Şemdinli'de artık alenen sahiplenilen, düzen medyasındaki kimi kalemlerce reklamı yapılan kontrgerillayı, şimdi TSK ‘resmen' ilan etmiş, aslında dayatmış durumdadır. TSK işte budur, tepesine silahların gücüyle yerleştiği işçi sınıfı ve emekçi kitlelere ilişkin bakışı da böyledir, demeye getiriyorlar. Haklar, özgürlükler, yasaklar konusunda yasalarda ne yazdığı bizi ilgilendirmez, bu ülkede yürürlükte olan gerçek yasa ağzımızdan çıkan sözlerdir diyor, ve bir de ‘kesinlik' vurgusu yapıyorlar. Kaldı ki, tanımadıkları o yasaları ancak cuntanın gücüyle ve kalemlerini devrimcilerin kanına batıra batıra yazmışlardı.

“Anayasal hak talep etmek için evvela o Anayasayı tanımak ve kabul etmek gerektiği”ni söylüyorlar. Peki, vatandaşın o anayasayı tanıyıp tanımadığını, kendi beyanı dışında nasıl anlayacak, nasıl belirleyecekler. Ya, dincilerin yaptığı gibi, bütün vatandaşlar takıyye yapmaya kalkar, hak talep ederken ‘tanıyorum' deyip, sokağa çıkınca vazgeçtim derse!..

Görüldüğü gibi, sözler kendi içinde ele alındığında hiçbir mantık kuralına uymuyor. Fakat, bu ülkenin komünistleri, devrimcileri çok iyi, işçi ve emekçileri az-çok sıradan vatandaşı ise içgüdüyle biliyor ki, bu ülkede yürürlükte olan gerçek yasa, saçma görünen bu düşüncelerdir. General, “yıkmaya çalıştıkları demokratik düzenin sağlayacağı imkanlardan istifade etme hakları da kesinlikle yoktur” diyor. Fakat biz, sadece yıkmaya çalışanların değil, biraz beğenmeyen, eleştiren ve benzerlerinin de ‘imkanlardan' nasıl yararlandırılmadığını çok iyi biliyoruz. Yurtdışına çıkması, dolayısıyla tedavisi engellenen Ruhi Su, hangi “terör örgütü”nün üyesiydi, hangi silahlı eylemde ele geçirilmişti? Yasalarla belirlenmiş örgütlenme haklarını kullanmaya kalktıkları için işten atılan, aileleriyle birlikte açlığa, sefalete mahkum edilen, direnmeye kalktıklarında devlet terörüyle ezilmeye kalkılan işçiler hangi “terör örgütü”nün üyesidirler?

Bu örnekler bu ülkede sayfalar dolusu uzatılabilir, ancak bu kadarı durumu açıklamaya yeterlidir. Generallerin dudakları arasından dökülecek sözleri asıl anayasa kabul eden bu soygun düzeni, ordunun kontracı örgütlenme ve faaliyetini de, sömürü ve soygunlarının devamı için elzem görmektedir. Böyle olduğu içindir ki, “demokratik düzen”in sahipleri, hamilerinin bu konuşmaları üzerine söz söyleme ihtiyacı duymuyor. Demokratik düzenleri devam etsin de, ister silahların gölgesinde etsin, ister minarelerin, lordlar için çok fazla bir şey değişmiyor.