22 Eylül 2006 Sayı: 2006/37 (37)
  Kızıl Bayrak'tan
   Özgürlüğün yolu emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı birleşik devrimci mücadeleden geçer
  Diyarbakır halkı devlet terörüne boyun eğmedi
  Uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanmalıyız
  Sendikacılar Miami'ye, askerler Lübnan'a!
  İMF-TÜSİAD patentli sosyal yıkım programlarına geçit vermeyelim!
"Laik Cumhuriyet" düzeninde tarikatlar cirit atıyor
"Meşru ve fiili mücadele" bir söz kalıbı olmaktan çıkarılmalıdır!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
 "Tarihin sonu"ndan "post demokrasi"ye... / Orta sayfa
  Ulucanlar katliamının 7. yılında; Direniş öğretmeye devam ediyor!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği açıldı!
  TMMOB mecliste görüşülen yasalara karşı yürüdü
  Siyonistler savaşı yeniden başlatma tehdidi savuruyor
  14. Bağlantısızlar Zirvesi Havana'da gerçekleşti
  Dünya'dan kısa kısa
  Büyük tekeller rekabetin faturasını işçilere kesiyor
  Diyarbakır katliamını lanetliyoruz! / Sosyalist Şoreşger
  Eylem ve etkinlik haberleri
  Bir-Kar Gençliği "Enternasyonal Gençlik Buluşması"na hazırlanıyor!
  Sermayeyi okullardan, emperyalizmi Ortadoğu'dan kovacağız!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Diyarbakır katliamını lanetleniyoruz!

12 Eylül akşamı Diyarbakır Bağlar semtinde gerçekleştirilen bombalı saldırıda 7'si çocuk 10 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi ise çeşitli yerlerinden yaralandı. Diyarbakır halkı başta olmak üzere diğer illerdeki halkımız, saldırının adresi konusunda herhangi bir kuşku ve tereddüt yaşamadan katliamı protesto eylemlerini gerçekleştirdi.

Katliam saldırısını Türk İntikam Tugayı (TİT) üstlendi. Yapılan TİT açıklamasında “Batıda öldürülen her Türk için 10 Kürdün öldürüleceği” vurgulanıyordu. Devlet ve hükümet yetkilileri ise bu bombalı saldırının PKK/Kongra-Gel'in eylemlerine benzediğini belirterek olayı onun üzerine yıkmaya çalıştılar.

Kuşkusuz bu son Diyarbakır katliamı ne ilk ne de son katliamdı. Sömürgeci egemenlik ve onun özel savaş rejimi varlığını sürdürdükçe benzer veya daha kanlı katliamlara tanık olacağız. Bu katliamın, 2004 yılından bu yana konulan Kürt halkını yeniden sindirme, teslim alma ve sömürgeci sistemin temellerini güçlendirme konseptinin güncel uygulamasından başka bir şey olmadığı çok açık… Sömürgeci inkar ve imha sisteminin çok yönlü açmazları, çelişkileri, korkuları ve bunlara cevap niteliğinde yönelimleri var. Kısaca özetlemek gerekirse:

Öcalan'ın teslim alınışı ve onun üzerinden PKK'nin İmralı çizgisine bağlanması, başta devleti çok rahatlatmıştı. Geliştirilen İmralı çizgisi ile Kürt sorunu sıradan bir af ve kültürel kırıntılar sorununa indirgenmişti, buna karşılık verilmesi durumunda Kuzey Kürtleri'nin devletin hizmetine koşturulacağı ve devletin Ortadoğu'da bir bölge gücü olarak sivrileceği vurgulanıyordu. Devlet açısından İmralı çizgisi üzerinden Kürtler'in ulusal bilinç, iktidar perspektifi ve mücadele kararlılığının kırılması, çarpıtılması ve çürüme sürecine alınması çok önemliydi. Yine İmralı üzerinden ve onun eliyle bu etkin ve kontrollü güç potansiyelinin hedefsiz, perspektifsiz, ufuksuz bırakılması, enerjisinin boşa akıtılması, denetimde tutulması, başka eğilimlere fırsat tanımaması önemliydi.

Ama bunlar belli bir dönem için anlam ifade edebilirdi, uzun vadeli olarak tek başına yetmezdi. Önlerinde iki yol vardı:

Ya İmralı çizgisiyle çerçevesi çizilen devletin bütünlüğü, Cumhuriyetin temel nitelikleri bağlamında kimi kültürel kırıntılarla af veya benzeri bir yasal düzenleme ile bir “çözüme” gidilecekti;

Ya da devletin inkar ve imha sistemine kararlılıkla, ödünsüz devam edilecekti.

Birinci seçenek, belki de kendileri için daha “akıllı”, makul görünebilir. Öcalan'ın ve onun üzerinden PKK'nin teslimiyeti buna çok uygun bir siyasal ve psikolojik zemin sunabilirdi. Ancak bu noktada on yılların şartlanmışlığı, esnemeyi kırılma olarak algılayan siyasal kültürü, bunun ruhlarının derinliklerinde yarattığı büyük korkular esnemenin önünde temel bir engeldi; TC'nin yeniden yapılandırma seçeneğini gündem dışı, hatta tartışma dışı bırakıyordu.

Evet, Öcalan teslim alınmıştı, ideolojik, politik ve askeri açıdan PKK İmralı çizgisine bağlanmıştı, ama bu, kendi başına bir güvence oluşturmazdı. On yılların bilinci, birikimi, değerleri kısa sürede bitirilemeyeceği gibi, bunların ve daha önemlisi Kürdistan sorununun devrimci dinamikleri kendisini yeniden üretme, farklı kanallarda ve biçimlerde dışa vurma gücü, potansiyeli ve olanakları vardı. Bu yakıcı gerçeklik devletin kendisinin geleneksel reflekslerini her zaman harekete geçirmeye yeterliydi. Bunun için bir şeyler yapma, geleneksel özel savaş yöntem ve araçlarını devreye sokma gereğini duydular. Bunu, dış gelişmeler, Güney Kürdistan'daki son durum, Irak işgali ve sarsılan bölgesel dengeler de zorluyordu. Güneyde bir devlet oluşumu ve bunun giderek kabul gören bir gerçeklik haline gelmesi, 1 Mart tezkeresinin rövanşı olarak özel savaş elemanlarının başına çuval geçirilmesi bir an önce harekete geçmeyi dayatıyordu. Türk devleti ve onun özel savaş kurmaylığı uygun ve zamana yayılmış bir süreç başlattılar. Bu sürecin birbirine bağlı iki hedefi, iki ayağı vardı:

Biri, içerde AKP'yi olabildiğince yıpratmak ve bütün iktidar iplerini ellerinde toplamak, siyasal ve psikolojik inisiyatifi ele geçirmek; diğeri de bir yandan ABD ile ilişkileri normalleştirmek ve PKK bahanesi ile Güney üzerinde baskı kurmak, bu baskı aracılığı ile ABD'yi Kürt sorununda kendi çizgisine yakın bir yerde tutmak, böylece Güney'deki gelişmelerin etkisini sınırlandırmak ve bir düzeyde tutmaya çalışmak biçiminde özetlenebilir!

Birinci hedefe ulaşmak için AKP'nin “İslami” kimliğine vurarak laikliği kaşımak tek başına yetmezdi. Daha temelli ve kimsenin itiraz etmeyeceği, içte ırkçı şoven dalgayı yükseltecek başka araçların devreye sokulması gerekiyordu. Bu araç aynı zamanda dış politika amaçlarına, yukarda özetlemeye çalıştığımız ikinci amaçlarına da hizmet etmeliydi. Uygun araç aslında ellerinin altında vardı. Bu, İmralı ve onun denetimindeki Kongra-Gel'den başkası değildi. 2004 yılının ortalarında yapılan 2. Genel Kurul'da “yeniden savaş” kararının nasıl alındığı bugün çok iyi biliniyor. Oysa İmralı savunmalarının en önemli tezlerinden birinin silahlı mücadele devrinin artık kapandığı ve bunun yerine demokratik yasal mücadele yolunun esas mücadele biçimi haline geldiğidir. Yani silahlı mücadele bir taktik olarak değil, teorik ve ilke olarak reddediliyor ve mahkum ediliyordu. O güne kadar söylenenler, alınan kongre kararları hakkında hiçbir şey söylemeden, sanki hiçbir şey söylenmemiş, hiçbir karar alınmamış gibi davranılması boşuna değildir. Yine “yeniden savaş” kararı alınıyor, ama bu savaşın politik programı, askeri stratejisi konulmuyor. “Yeniden savaş”ın gerekçeleri, “Önderliğimiz İmralı'da barış elini uzattı, ama bu dikkate alınmadı, tersine tecrit ağırlaştırıldı. Siyaset yapma hakkının verilmesi, bunun için genel af benzeri düzenlemelerin yapılması ve kimi kültürel hakların tanınması silahların susması için yeterlidir” biçiminde özetleniyor.

2004 yılının ortalarında başlayan, şiddeti ve çapı artarak süren çatışma sürecinin Kürt halkının ulusal ve toplumsal mücadelesine, politik hedeflerine en sıradan bir katkı sunmak şurada dursun, tersine özel savaş kurmaylığının iç ve dış politika hesaplarına oturan bir işlev görüyor...

Son iki yılın politik gelişmelerine bakıldığında bu çatışma süreci ve “PKK” bahanesinin özel savaş kurmaylığının iç hedeflerini gerçekleştirmede çok önemli bir işlev gördüğü, bunun Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkalığı'na gelişi ile zirveye çıktığı; dış politika bağlamında da Irak ve Güney Kürtler'i üzerinde bir baskı kurulduğu, bunun son dönemde geliştirilen “terörle mücadele koordinatörlüğü” uygulamasıyla belli bir noktaya getirildiği anlaşılmaktadır.

Bombalamalarla Kürt halkını sindirme ve bastırma uygulaması, bu son iki yılda sistematik bir biçimde artırılmış, özel savaş örgütlenmesi ve uygulamaları daha da geliştirilmiştir. Şemdinli'de patlatılan bombaların gerçek failleri cezalandırılmak yerine ödüllendirilmiştir. Bunlar, bütün iktidar iplerini ellerine geçirmişlerdir. Terör yasaları ağırlaştırılmakla kalınmamış, sokaklarda kontrgerilla denetiminde ve yönlendirilmesinde linç güruhları oluşturulmuştur. Bunlar, Kürtler'i ve devrimcileri susturmanın etkili araçları olarak el altında hazır tutulmakta ve gerektiğinde ipleri salınmaktadır…

Gelişmelerin genel eğilimlerine bakıldığında Diyarbakır katliamı nedensiz değildir. Zamanlaması da bilinçli seçilmiştir. Kürt halkını susturma, devrimci dinamiklerini dağıtma, bununla birlikte özel savaş rejimini güçlendirme, bu katliam hareketinin en önemli nedenidir. Bununla birlikte ABD emperyalizmini bu süreçte daha fazla yanına çekmek, Güney Kürdistan yönetimini baskı altıdan tutmak, katliam hareketinin ortaya çıkardığı siyasal ortamdan yararlanmak diğer önemli bir beklentidir. Katliamdan PKK'nin sorumlu tutulması, psikolojik savaşın linç kıtalarını harekete geçirecek düzeyde tırmandırılması bunun sadece birkaç örneğidir.

Açık ki, devlete yalvarma, devletten af dileme, bunun için TC ve kurucusu M. Kemal'e methiyeler dizme çizgisi sayısız kez iflas ettiği gibi, bu son katliam hareketinde de bir kez daha iflas etmiştir. Bu çizgi, Kürtler'e bir şeyler vermek şurada dursun onurunu ayaklar altına alan, her türlü saldırıya açık hale getiren, dolayısıyla mutlaka bir an önce aşılması gereken bir çizgidir.

Aslında belli olaylarda ve kritik noktalarda halkımız bu çizgiyi aşan, onu ayaklar altına alan bir duruş sergiliyor. Bu baharda gerçekleşen Diyarbakır serhıldanı ve her türlü uzlaşıcı ve teslimiyetçi eğilime rağmen son katliama karşı gösterilen tepki ve direniş bunun en somut göstergeleridir. Ancak ne yazık, bu direnişler devrimci bir kanala akmadıkları için, böyle bir kanal halihazırda olmadığı için, ya da bu yönlü çabalar çok yetersiz olduğu için İmralı çizgisini aşan direnişler ve duruşlar devletin bastırıcı şiddeti ve İmralı Partisi'nin bloke edici, devrimci özünü törpüleyici tutumu altında uzun soluklu olamamakta ve etkisizleştirilmektedir…

Bütün bu gerçekler, devrimci bir seçeneğin önemini ve bunu bir an önce inşa etmenin kaçınılmaz zorunluluğunu bir kez daha vurgulamaktadır!

Diyarbakır katliamını gerçekleştiren güç devletin kendisinden başkası değildir.

Devlete yalvarma çizgisi olan İmralı çizgisinin bu katliamlara karşı durma gücü, olanağı ve programı yoktur. Tersine bu çizgisi ile katliamlara çanak tutmaktadır.

Katliamlara ve onun arkasındaki sisteme kafa tutan halkımızın direnişinin yanında olduğumuzu, tek doğru duruşun devrimci bir programa sahip bir çizgi olduğunu bir kez daha vurguluyoruz!

17 Eylül 2006

SOSYALİST-ŞOREŞGER

(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)