22 Eylül 2006 Sayı: 2006/37 (37)
  Kızıl Bayrak'tan
   Özgürlüğün yolu emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı birleşik devrimci mücadeleden geçer
  Diyarbakır halkı devlet terörüne boyun eğmedi
  Uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanmalıyız
  Sendikacılar Miami'ye, askerler Lübnan'a!
  İMF-TÜSİAD patentli sosyal yıkım programlarına geçit vermeyelim!
"Laik Cumhuriyet" düzeninde tarikatlar cirit atıyor
"Meşru ve fiili mücadele" bir söz kalıbı olmaktan çıkarılmalıdır!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
 "Tarihin sonu"ndan "post demokrasi"ye... / Orta sayfa
  Ulucanlar katliamının 7. yılında; Direniş öğretmeye devam ediyor!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği açıldı!
  TMMOB mecliste görüşülen yasalara karşı yürüdü
  Siyonistler savaşı yeniden başlatma tehdidi savuruyor
  14. Bağlantısızlar Zirvesi Havana'da gerçekleşti
  Dünya'dan kısa kısa
  Büyük tekeller rekabetin faturasını işçilere kesiyor
  Diyarbakır katliamını lanetliyoruz! / Sosyalist Şoreşger
  Eylem ve etkinlik haberleri
  Bir-Kar Gençliği "Enternasyonal Gençlik Buluşması"na hazırlanıyor!
  Sermayeyi okullardan, emperyalizmi Ortadoğu'dan kovacağız!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Tarihin sonu”ndan “post demokrasi”ye…

E. Bahri

1989 çöküşü eski Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa ülkelerinin kapitalist dünya sisteminin bir parçası haline gelmesiyle sonuçlandı. Tarihsel önemdeki bu gelişme dünya burjuvazisine kapitalizmin yeryüzündeki mutlak ve ebedi egemenliğini ilan etme olanağı vermişti. Öylesine ki kapitalizmin akıl hocaları işi “tarihin sonu”nu ilan etme şarlatanlığına vardırabilmişlerdi.

Son yüzyıl üzerinden tarihinin en güçsüz evresini yaşayan uluslararası devrimci hareket, bu kapsamlı ve gürültülü ideolojik saldırıya karşı durma olanağından yoksundu. Saldırıya karşı durmak bir yana, Türkiye dahil pek çok ülkede dünün devrimci akımları çok yönlü bir tasfiye süreci içine girerek bu süper gerici saldırılara fiilen güç ve destek sağlamışlardı.

Sınıf savaşları ancak sınıflar ortadan kaldırıldığında sona erecek

Tarihi önemdeki bu gelişmelerin sağladığı ideolojik, politik ve moral güçle emperyalist dünya burjuvazisi bir de “Yeni Dünya Düzeni”nin kuruluşunu “müjde”lemişti insanlığa.

“Yeni dünya düzeni” safsatasına göre, sınıf çatışmaları dönemi artık kapanmıştı. Bundan böyle işçi sınıfı, emekçiler, kapitalizm, faşizm, emperyalizm, sömürgecilik, ezen-ezilen sınıflar, ezilen halklar, sosyalizm, komünizm vb. 20. yüzyıla damgasını vuran kavramlar artık literatürden ayıklanmalıydı. Çünkü bunların gerçek hayatta bir karşılığı kalmamıştı. Bu gerici varsayıma göre; dünya işçi sınıfı ile ezilen halkları sonsuza kadar köleliğe boyun eğmeye mahkumdular artık. Bundan dolayı kapitalist emperyalizmin sömürü, baskı, yıkım, talan vb. saldırılarına karşı seslerini çıkarmayacak, çıkaramayacaklardı, çıkarmamaları da gerekirdi. Ne var ki nesnel gerçeği yok saymak, hiçbir biçimde onun ortadan kalkmasına yolaçamaz. Nitekim bu cafcaflı ilanların üzerinden henüz daha 5-10 yıl bile geçmeden (ki insanlık tarihi açısından bir an demektir bu süre), dünyada işlerin gidişatı gerici iddia, umut ve beklentilerden tümüyle farklı bir tablo çıkardı ortaya.

Komünistlerin erken bir zamanda olgulara dayanarak altını önemle çizdikleri gibi, dünyamız yeni bir kitle mücadeleleri ve halk hareketleri dönemine girdi bile. Bugün sosyal huzursuzluklar ve bunun ürünü ve yansıması mücadeleler, denebilir ki tüm dünyamız ölçüsündedir. Kapitalizmin sosyal ilişkiler ve çelişkiler tablosu yerli yerinde durdukça başka türlü de olamazdı zaten. Hayat, sosyal gerçek demek istiyoruz, hükmünü icra etti, çizdiği zigzaglar ne olursa olsun tarihin kesintisiz akışının sürdüğü görüldü. “Tarihin sonu”nu ilan edenler bu katı gerçekler karşısında alayların konusu oldular ve şarlatanlık örneği olarak anıldılar.

Komünistlerin öngörüsü

Fakat bu, bu gerici ideolojik saldırının soldaki tahribatını yine de ortadan kaldırmadı kuşkusuz. Kapitalizmin akıl hocalarının medyanın katkısıyla yürüttükleri boğucu ideolojik saldırı, diğer etkenlerle beraber, düzen karşıtı güçler cephesinde belli gediklerin açılmasına yol açabildi. Bu döneme düzenle bütünleşmeler, sınırlı bir muhalefet hareketi rolü üstlenmek üzere düzen içine kaymalar, ideolojik yalpalamalar büyük ölçüde damgasını vurmuştu. Yine de tablo bundan ibaret değildi. Türkiyeli komünistler bu toz-duman içerisinde bile berrak bir bilinçle yollarını yürümeye devam etmişlerdir.

Karşı-devrimci propagandanın doruğa çıktığı 1991 yılının ilk aylarında toplanan Ekim I. Genel Konferansı, sadece komünistlerin saldırı karşısındaki net duruşunu değil, aynı zamanda kapitalist emperyalizme karşı devrimci ideolojik saldırısını da belgeler. Konferans Bildirisi'nde, Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'nın düzene eklemlenmesinin, çatışmaları bitirmek bir yana, emperyalistler arası çelişkileri daha da keskinleştireceği, zira ikinci paylaşım savaşı sonrası dönemde bu güç odaklarının, “Doğu Bloku”nun varlığından dolayı aralarındaki çelişkiyi önemli ölçüde kontrol altında tuttukları vurgulanır. Buna, kapitalist bunalımın yıkıcı etkisini nispeten sınırlamaya yarayan güç odakları arasındaki işbirliğinin, artık eskisi gibi kolay olmayacağı da eklendikten sonra, şu tespit yapılır: “Bu etkenler bir arada, Batılı kapitalist ülkelerde işçi sınıfı ve çalışan kitleler için yaşam koşullarının kötüleşmesi, bu temel üzerinde sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi anlamına gelir. On yıllardır kendi işçi sınıfını uysal bir uzantısı haline getirmeyi başarmış emperyalist burjuvazinin önümüzdeki dönemde bunda giderek zorlanması beklenmelidir…” (Ekim I. Genel Konferansı/ Değerlendirme ve Kararlar, s.35, Eksen Yayıncılık)

Konferans belgelerinde berrak bir şekilde vurgulandığı gibi, keskinleşen sadece emperyalist ülkelerdeki sınıf çelişkileri de değildir. Sistemin emperyalist aşamaya damgasını vuran başlıca çelişmeleri bir bütün olarak keskinleşme eğilimindedir. Bu bilinç açıklığı ile kapitalizm karşısındaki bu pürüzsüz devrimci duruşa olanak veren, kuşkusuz ki, kapitalist emperyalizmin biriktirdiği çelişkileri, Marksizm'in bilimsel yöntemiyle irdeleyebilmektir.

Artık iflah olmaz uzlaşmacılar bile kapitalizmin geleceği konusunda umutsuz

“Sol” liberal akımın farklı tonları, özellikle de sendikalarda egemen sınıf işbirlikçisi bürokrat takımı, sınıf çatışması döneminin bittiği yönünde sistemli bir propaganda yapıyorlar. Bunlara göre, sınıflar elbette vardır ama sınıf çatışmaları dönemi artık geride kalmıştır. Bundan böyle temel sorun sınıfları ortak çıkarlar üzerinden uzlaştırarak “dostça” ve barış içinde (buna “sosyal barış” diyorlar) geçinmelerini sağlamaktır. Yaşam biçimleri ve çıkarlarıyla gerçekte burjuvazinin bir parçası olan bu bürokratik tabaka, işçi hareketi içinde tuttuğu konumlar sayesinde olası çatışma potansiyellerini de boşa düşürmeye çabalayarak bir parçası olduğu sermaye sınıfına büyük hizmetlerde bulunmaktadır.

Sınıf çatışmalarının bittiğini vaaz etmek, burjuvazinin sonu gelmeyen saldırılarını ciddi bir engelle karşılaşmaksızın gerçekleştirmesine yönelik gerici bir çabadır. Ancak sermaye sınıfının saldırganlığındaki pervasızlık, bu uğursuz misyonun yerine getirilmesini giderek daha çok zora sokuyor. Olayların akışına paralel olarak işleri giderek daha da zor olacaktır. İşçi sınıfı kitleleri günden güne bu ihanet şebekelerinin gerçek kimliği ve misyonu konusunda daha çok bilinç ve deneyim ediniyorlar, bu onları zora sokacak bir başka önemli gelişme eğilimidir.

Liberallerin yazar-çizer ve akademisyen kesimden oluşan bölüğünün durumu da pek iç açıcı değildir. Bunlar kamuoyu önünde bol bol demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden dem vurup dururlar. Kapitalist düzene toz kondurmayan sözkonusu kesimler, kimi zaman düzenin vahşi icraatlarını sert üsluplarla yererler de. Ancak düzenin giderek saldırganlaşması, dahası kapitalist dünya sisteminin emperyalist metropollerinde bile polis devletine doğru peş peşe atılan büyük adımlar, düzenin inanmış liberallerini düş kırıklığına uğratacak türdendir. Kamuoyu önünde kullanabilecekleri cephaneleri tükenmek üzere olduğu halde, yerine koyacak bir şey bulmakta güçlük çekmektedirler. İkinci emperyalist savaş sonrasını “demokrasi dönemi” olarak gören bu liberallerden bir kısmı bugün ABD'de ve AB ülkelerinde peş peşe faşizan yasaların çıkması, işkencenin ve yargısız infazların açıktan savunulması gibi icraatlar karşısında “demokrasi sonrası (Post demokrasi) döneme mi giriyoruz?” sorusunu gündeme getirmek zorunda kalıyorlar.

“Güvenlik devleti” dönemine giriş

Artık ne düzenin akıl hocaları, ne de medya tekelleri “tarihin sonu”ndan söz ediyor. “Yeni Dünya Düzeni”ne terfi ettiği vaaz edilen kapitalizmin insanlığa daha iyi, daha güvenli bir yaşam veya gelecek sunacağını iddia edebilen kimse de kalmadı. Bunun yerini artık; hayatta kalmak istiyorsanız küresel-dinci teröre karşı verilen mücadeleye katılın; bunun için tüm demokratik kazanımlarınızdan vazgeçmeye hazır olun; bu amaçla askeri harcamaların arttırılmasına sesinizi çıkarmayın; teröre karşı savaş için “güvenlik devleti”ne acilen ihtiyaç var; önce uygarlığımızı kurtaralım ki sonra özgürlüklerimizi kullanabilelim; ama bu hayale hemen kapılmayın, zira bu “süresiz savaş”ın ne zaman biteceğini kimse kestiremez vb., vb. türünden uzayıp giden bir retorik almıştır.

Burada “terör” söylemi, emperyalist burjuvazinin dört elle sarıldığı emekçileri sersemletme aracı işlevi görüyor. Düzenin egemenleri, kapitalizmin derinleştirdiği çelişkilerin kaçınılmaz çatışmalara yol açacağını tarihsel deneyimlerinden biliyorlar. Militarist güçlerin sürekli tahkim edilmesine “polis devleti” uygulamaları eşlik etmektedir. Dışa karşı saldırgan, içe karşı faşizan politikaların yansımadır bu hazırlıklar.

ABD'de başlayan, ardından İngiltere'ye sıçrayan, oradan da diğer emperyalist ülkelere yayılan faşizan hazırlıklar, Bush liderliğindeki neo-faşist şebekenin temsil ettiği çizginin giderek yaygınlaştığını gösteriyor. Aradaki fark; neo-faşistlerin bu projeyi küresel çapta uygulamaya çalışmalarına karşın, diğerlerinin daha dar (ülke veya bölge) bir alanda bunu yapmaları. Burada dikkat çekici olan, dünyanın yağmalanması konusunda yer yer çatışan emperyalist güç odaklarının, içe dönük polis devleti hazırlığı konusunda birbirlerini örnek göstermeleridir.

“Polis devleti”ne yönelişi zorunlu kılan çok sayıda etken sayılabilir. Yine de bu etkenlerin başında, artık emperyalist ülkelerin de kapısını çalan sınıf çatışmalarına hazırlanmak gelmektedir.

Gelinen yerde emperyalist burjuvazi için çok yönlü bir hazırlık kaçınılmazdır.

Bugünün dünyasında bir yanda tüm hızıyla devam eden neo-liberal saldırılar, bunların yolaçtığı çok boyutlu sosyal ve kültürel yıkım, diğer yanda ülkeleri yakıp yıkan, yağmalayan, yüzbinlerce insanın katledilmesine, milyonlarca insanınn acılarına neden olan emperyalist saldırganlık ve savaş olgusu var. Günde bir ya da iki dolarla yaşamaya mahkum edilmiş üç milyarı aşkın insanın varlığı bu yıkım ve dehşet tablosunun veciz bir başka boyutudur.

Emperyalist burjuvazinin yaptığı hazırlık, kendi ürünü olan bu tablo konusunda çok açık bir bilince sahip olduğunu gösteriyor. İnsanlığın geleceği açısında önemli olan ise, bu saldırının muhatabı olan işçi ve emekçiler ile ezilen halkların da aynı bilinç açıklığı ile çatışmaya hazırlanabilmeleridir. Elbette bu hazırlıkta temel önemde sorumluluk, saldırıya maruz kalanların siyasi öncüsü konumunda bulunan devrimci partilere düşmektedir.

--------------------------------------------------------------------------------------

‘89 yıkılışı sonrasında kapitalist dünya sistemi: Görüntü ve gerçek

Görünüme bakılırsa bugün bir sistem olarak kapitalizm dünya ölçüsünde gücünün doruğundadır.

Doğu Avrupa'daki gelişmelerden sonra, bir-iki önemsiz istisnayla kayıplarını artık gidermiş durumdadır. Yine bir kaç istisna sorun dışında milli kurtuluş devrimlerinin sarsıcı evresi atlatılmış, ulusal bağımsızlıklarını büyük fedakarlıklar pahasına kazanan ülkeler bile yeniden ve tümüyle sisteme dahil edilmişlerdir.

Dünya komünist hareketi son derece güçsüzdür, devrimci güçler zayıf ve dağınıktır. Zaman zaman hoşnutsuzluk belirtileri gösterse de emperyalist ülke işçi sınıfları düzenin uysal eklentileridir. Orta kuşak ülkelerdeki devrimci hareketliliklerin önü alınamıyor olmakla birlikte, bu potansiyeli iktidar mücadelesine yöneltecek öncü kuvvetler ya yoktur, ya çok zayıftır.

Yeni bir dünya düzeni şekillenmektedir. Emperyalist kamp iktisadi alanda sert bir rekabeti yaşıyor olsa bile, siyasal ve askeri planda hâlâ iç birliğini korumaktadır. Bu sayede, bölgesel planda zaman zaman ortaya çıkan geçici anlaşmazlıklar ve statükoyu bozan sistem içi eğilimler kadar, sistem karşıtı devrimci gelişmeler de kolayca denetim altına alınabilmektedir, vb., vb.

Bu görünüm bugünkü biçimiyle belli bakımlardan gerçeklik yönleri taşımıyor değil. Ama yine de sözkonusu olan aslında yalnızca görüntüdür. Bu görüntünün gerisinde ise kapitalizmin keskinleşen tüm temel çelişkileri üzerinde beliren ve olgunlaşan başka gerçekler yer almaktadır.

Özetle;

1) Kapitalist dünya ekonomisinin savaş sonrasında girdiği uzun süreli genişlemenin nefesi çoktan, daha ‘60'lı yılların sonunda kesilmiştir ve nerdeyse yirmi yıldır durgunluk ve daralmalarda ifadesini bulan bir bunalım içindedir.

2) Kapitalizmin emperyalist aşamada kendini daha da şiddetli bir şekilde gösteren eşit olmayan gelişme yasası, doğal olarak savaş sonrası dönemde de işleyerek, emperyalist sistemin bir zamanlar sağlam ve sürekli görünen iç birliğini dönülmez bir biçimde bozmuştur. Daha ‘70'li yılların başında ABD'nin mutlak görünen hegemonyası çözülmeye başlamış, sahneye AET ve Japonya çıkmıştır. Varşova Paktı'nın varlığı karşısında yavaş bir gelişme gösteren emperyalist kampın iç çelişmeleri, bugün artık bu dizginleyici engelden de kurtulmuş, serbest kalmıştır. Doğu Avrupa'daki yıkılış, aynı zamanda, emperyalist sistemin savaş sonrasında yaşadığı iç birliğin de bitiş çanı olmuştur.

3) İktisadi bunalım ve başlıca emperyalist güç mihrakları arasında sertleşen iktisadi rekabet, gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfının yaşam koşullarında sürekli bir kötüleşmeye yolaçıyor. Bu durum çelişki ve çatışmaları beslediği ölçüde, emperyalist burjuvazinin kendi işçi sınıfı üzerinde kurduğu kontrolün zayıflaması demektir. Öte yandan, militarizm, müdahale ve saldırganlık, bölgesel savaşlar, aşırı kâr hırsının getirdiği ekolojik yıkım, tekellerin kışkırtıp beslediği ırkçılık ve faşist akımlar, tekelci kapitalizmin bütün bu “yan ürünleri”, bu ülkelerin küçük-burjuva ara katmanlarında ilerici bir tepkiyi beslemektedir.

4) Emperyalist sistem savaş sonrası dönemin milli kurtuluş devrimleri sarsıntısını atlatmıştır. Fakat gerek bu ülkelerin, gerekse bir dizi öteki bağımlı ülkenin yaşadığı kapitalist gelişme, bu ülkelerde, modern sınıf ilişkileri temeli üzerinde yeni bir çatışma zemini yaratmıştır. Çözümsüz iktisadi ve toplumsal sorunlarıyla sürekli bir istikrarsızlık kuşağı oluşturan ve devrim potansiyeli taşıyan bu ülkelerin pek çoğunda genç ve gürbüz bir işçi hareketinin gelişiyor olması, geleceğin devrimci süreçleri için büyük bir tarihsel önem taşımaktadır. Özellikle “orta kuşak” denilen ülkeler, kapitalist dünya sisteminin proleter devrim olanaklarına sahip zayıf halkalarıdır. Öte yandan, bağımlı ülkelerin geniş ezilen kitleleri, Ortadoğu örneğinde de görüldüğü gibi, sisteme karşı gün geçtikçe büyüyen bir öfke ve başkaldırı içindedirler.

5) Doğu Avrupa'nın kapitalist dünya sistemine iktisadi ve politik bakımdan tam entegrasyonu dünya burjuvazisine bir süre için ideolojik-politik bir açık üstünlük vermiş olmakla birlikte, bu ülkelerdeki politik istikrarsızlık ve gitgide şiddetlenen toplumsal çalkantılar, kapitalist dünya sistemi için ciddi sorunlar da yaratacaktır. Bu ülkeler, umulan düzeyde kârlı ve güvenceli pazarlar ve yatırım alanları olamadıkları gibi, yaşadıkları toplumsal çatışma ve hareketliliklerle, Batılı kapitalist ülkelerin emekçi sınıflarını etkilemek potansiyeli de taşımaktadırlar. Bir bütün olarak eski Doğu Avrupa ülkeleri yeni bir işçi hareketinin şekilleneceği öncelikli alanlar arasındadır.

6) Dünya komünist ve devrimci hareketinin zayıflığı açık bir olgudur. Fakat bu yeni bir durum olmadığı gibi, asıl önemli olan, onun bu güçsüzlüğünün en alt noktasını yavaş yavaş geride bırakarak, artık yeni bir güçlenme dönemine giriyor olmasıdır. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki gelişmeler zayıflık yaratmak bir yana, dünya komünist ve devrimci hareketini ağır bir kamburdan ve yılların yanılsamalarından kurtarmış, tarihsel olarak yenilenip gelişmesinin önünü açmıştır. Buna, tam da bu sayede ve bizzat bu ülkelerde gerçek bir komünist hareketin yeniden şekillenmesi olanağı da eklenmelidir. Ayrıca tüm saptırıcı ve kısırlaştırıcı vesayetlerden kurtulmuş olmak, marksist-leninist hareketin özgür teorik gelişmesi ve atılımı için paha biçilmez bir tarihsel ortam ve olanak demektir.

Ayrı bir konu olan bu sonuncu faktör bir yana bırakılırsa, birbirleriyle bağlantılı öteki gerçeklere daha yakından bakıldığında, burjuva propagandanın amaçlı olarak estirdiği iyimser havanın tersine, kapitalist dünyayı girmekte olduğumuz yeni tarihi dönemde fırtınalı olayların beklediği görülecektir.

Mart 1991

EKİM 1. Genel Konferansı'nın “Bugünün Dünyası: Süreçler ve Eğilimler” başlıklı metninin ara bölümüdür... (Metnin tamamı için bkz: Dünya, Ortadoğu ve Türkiye, Eksen Yayıncılık, s. 11-46)