22 Eylül 2006 Sayı: 2006/37 (37)
  Kızıl Bayrak'tan
   Özgürlüğün yolu emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı birleşik devrimci mücadeleden geçer
  Diyarbakır halkı devlet terörüne boyun eğmedi
  Uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanmalıyız
  Sendikacılar Miami'ye, askerler Lübnan'a!
  İMF-TÜSİAD patentli sosyal yıkım programlarına geçit vermeyelim!
"Laik Cumhuriyet" düzeninde tarikatlar cirit atıyor
"Meşru ve fiili mücadele" bir söz kalıbı olmaktan çıkarılmalıdır!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
 "Tarihin sonu"ndan "post demokrasi"ye... / Orta sayfa
  Ulucanlar katliamının 7. yılında; Direniş öğretmeye devam ediyor!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği açıldı!
  TMMOB mecliste görüşülen yasalara karşı yürüdü
  Siyonistler savaşı yeniden başlatma tehdidi savuruyor
  14. Bağlantısızlar Zirvesi Havana'da gerçekleşti
  Dünya'dan kısa kısa
  Büyük tekeller rekabetin faturasını işçilere kesiyor
  Diyarbakır katliamını lanetliyoruz! / Sosyalist Şoreşger
  Eylem ve etkinlik haberleri
  Bir-Kar Gençliği "Enternasyonal Gençlik Buluşması"na hazırlanıyor!
  Sermayeyi okullardan, emperyalizmi Ortadoğu'dan kovacağız!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Laik Cumhuriyet” düzeninde tarikatlar cirit atıyor...

Çünkü düzenin ihtiyaçlarına cevap veriyorlar

İsmailağa Camii'nde yaşanan iki cinayet (ikincisi katilin linciydi), tarikatlar konusunu bir kez daha gündeme taşımış oldu. Düzen medyası tarikat konusunu oldukça üstünkörü geçip linç kültürü üzerinde durmayı yeğlese de, gerek cinayetlerin işleniş tarzı, gerekse de polisin iki cinayetin işlendiği mekandaki tutumu ve cinayetlere getirdiği yorum, tarikat örgütlenmelerinin üstünden atlanamayacak düzeye ulaştığını gösteriyordu.

Hatırlanacağı gibi, polis, tarikat şefini öldüren katilin cemaat tarafından linç edilmesi olayının üstünü örtmeye çalışarak, “kafasını mihraba vurdu da öldü” açıklamasını yapmıştı. “Kafasını çarptı”, “sandalyeden düştü” türünden açıklamalar gerçi bir polis klasiği olsa da, bu tür açıklamalar bugüne kadar işkencede ellerinde kalan devrimciler için yapılıyordu. Bu olayda görüldü ki, sadece kendi öldürdükleri için değil, öldürülmesini caiz gördükleri herkes için yapabileceklerdir bunu. Bu açıklama olayının gösterdiği bir başka gerçek de, tarikatların polis içindeki örgütlenmelerinin geldiği düzeyin ürkütücü boyutlarıdır.

Bu çapta bir örgütlenmenin, sadece tarikatların kendi gayretleriyle olmadığı da açıktır. Kendisi de bir tür tarikat kabul edilebilecek AKP'nin, hükümet olmasının güç ve olanaklarını da kullanmasıyla elde edilmiştir bu sonuç. Bunu, hükümete karşı girişilen yıpratma operasyonu kapsamındaki komploların -Atabeyler çetesinin de kanıtladığı gibi bu komploların merkezinde yine kontrgerilla, dolayısıyla ordu yer alıyordu- polisin imkanlarıyla boşa çıkartılmasında izlemiştik ilk olarak. Şimdi de bu cami cinayetleri vesilesiyle görmüş olduk.

Hazır tarikatlar tartışmaya açılmışken, Köşk'ten de konuyla ilgili bir açıklama geldi. Fakat bu öyle bir açıklama ki, sanırsınız sokaktaki vatandaş yakınmaktadır. Polis gibi temel bir devlet kurumuna ilişkin gerçekler böylesine ortadayken, Köşk'ten yapılan açıklamada sadece okul ve kurslardaki örgütlenmelerden söz ediliyor. Fakat sadece söz ediliyor. Devlet katındaki en üst makamı, Cumhurbaşkanlığı'nı yürüten sanki o değildir. Sanki elinde hiçbir yetki yoktur…

Elinde hiçbir yetki bulunmadığını biz komünistler elbette biliyoruz, ancak sokaktaki vatandaş bilmiyor. En tepede oturduğu için devletin en yetkili şahsı zannediyor onu. Bu durumdan en iyi yararlanan ise AKP hükümeti. Bir televizyon kanalında, Sezer'in bu açıklamaları üzerinden Diyanet'ten bir yetkiliyi sıkıştırmaya çalışan spiker, “Devlet Denetleme Kurumu Cumhurbaşkanı'na bağlıdır. Harekete geçirsin, böyle okul veya kurs varsa kapatsın” içerikli bir yanıt üzerine görevliyle daha dikkatli konuşmak zorunda kalıyordu. Hükümet Cumhurbaşkanı'na yetkilerini hatırlatırken, aslında “kullanabiliyorsan kullan” demeye getiriyor. Ancak buradaki kastedilen hükümete karşı kullanması değildir. “Ben hükümetim, yaparım, dokunamazsın” demek istemiyorlar. Onlar da biliyor ki, Türkiye'de hükümetlere son derece pervasızca dokunulabilmektedir ve kendilerine de defalarca dokunulmuştur. Hükümetin kastı, kendilerini aşan bir duruma ilişkindir.

Türkiye'de dinsel-gerici örgütlenmeler, bizzat ordu eliyle, özellikle ve en yaygın biçimde de 12 Eylül rejimi tarafından beslenip palazlandırılmıştır. Bu artık çok iyi bilinen ve sadece komünistler, devrimciler, demokratlar tarafından değil, düzen cephesinde de yazılıp çizilen bir gerçektir. Kendisi de ABD-CİA tarafından kotarılan 12 Eylül darbesinin ardından, ABD'nin “yeşil kuşak” projesi çerçevesinde yürütülen bir operasyondur ve gelinen noktada oldukça başarılı olduğu da açıktır.

Ordu cephesinden ikide bir yapılan laiklik uyarıları, “dinci” AKP ve hükümetine karşı söylemler, balans ayarları ve benzerlerine bakıp, ordunun dinci örgütlenmelere, faaliyetlere karşı olduğunu düşünmek en büyük hata olacaktır. Bunu böyle göstermeye çalışan “laikçi cephe”den, örneğin CHP'nin laikliğinin de dinle ne kadar bulaşık olduğu bilinmektedir. Ordu açısından önemli olan işlerin kendi denetiminde yürümesidir. ABD'nin arzusu da buydu ama, Taliban'dan Hizbullah'a, yarattığı tablo ortaya koydu ki, CİA karargahında hazırlanan planlar Ortadoğu haritasına bire bir uymamaktadır. ABD için genelde bu yaşanırken, Türkiye'deki ortakları da, denetimden çıkan cinayet şebekesi Hizbuldevlet, palazlanan dinci partiler ve şimdi de poliste bile örgütlenen tarikatlar gerçeğiyle karşı karşıya kaldılar. İşte, ordu üzerinden izlediğimiz laiklik vurguları, “balans ayarları” vb., bu denetim dışılığa bir son verme gayretinden ibarettir.

Dinin egemen düzen tarafından ezilen sınıflara karşı kullanıldığı gerçeği, soyut olarak emekçilerin uyuşturulması amacının çok ilerisinde, somutta, tarikatlar tarafından eğitilip yönlendirilmeleri, Hizbullah türünden cinayet şebekeleri tarafından terörize edilmeleri gibi yöntemleri de anlatmaktadır. Sermaye düzeni ayakta kaldığı sürece ve ayakta kalabilmesi için, dinin işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı çok amaçlı kullanımı da sürecektir.

-------------------------------------------------------------------------------------

Papa Hıristiyanlığın değil emperyalizmin temsilcisidir

A. Aydın

Papa'nın Almanya'da yaptığı konuşmada bir imparatordan alıntıyla sarfettiği, “Muhammed dini kılıçla yayma emri dışında ne yenilik getirdi” sözleri, Müslüman aleminde yine bir infiale yol açtı. Çeşitli İslam ülkelerindeki dini liderlerin sert açıklamalarını, Pakistan parlamentosunun aldığı kınama kararı ve açıklamasını geri çekmesi talebi izledi. Türkiye'den de hükümetteki AKP'nin bir milletvekili yanıtladı papayı; “sözleri cehaletten değilse hıyanettendir!..”

Tüm dünyada Müslümanlar, bir lafla infiale geliyor, bir çizgiyle infiale geliyor, ama dökülen Müslüman kanı ırmak olmuş, Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da kan gövdeyi götürüyor, her gün onlarca Müslüman katlediliyor, İslam dünyasından çıt yok. Karikatürle, konuşmayla ortaya çıkan infial Filistin'de dökülen kanlar için çıksaydı, emperyalizm ve uşakları böylesine pervasızca saldırılar düzenleyemezlerdi.

Bugün Papa'nın patavatsızlığı, dün Bush'un “haçlı seferi” gafı, Huntington'un “medeniyetler çatışması”, vb... Bunların tümü, yeni emperyalist paylaşım savaşına örtü dışında bir anlam taşımıyor, bir işlev görmüyor. Gelinen noktada Bush'un haçlı orduları, Lübnan'da Müslüman birliklerle takviye ediliyor örneğin. İstedikleri kadar üstünü örtmeye çalışsınlar, halklar bunu görüyor, algılıyor, tutumlarını da ona göre belirliyorlar. Müslüman ya da Hıristiyan, fark etmiyor. Örneğin, bunca yaygaraya rağmen, Ortadoğu'da emperyalizm ve siyonizmin tutuşturduğu savaş ateşinin dumanları arasında, bölgenin Müslüman ve Hıristiyan halkları birbirine girmiş değil. Orada çatışan hiç de Müslümanlık ve Hıristiyanlıkta temsil edilen iki medeniyet değil. Oralarda, emperyalizmin halklara karşı giriştiği kirli bir savaş sürüyor. Ortadoğu halkları, Müslüman'ı, Hıristiyan'ı, dinsiziyle, emperyalist haydutlara karşı savaşıyor. Medeniyet katillerine karşı medeniyeti savunuyorlar. Kültür katillerine karşı kültürü. Hem öyle yerel kültür, yerel medeniyet falan da değil. Bugün Ortadoğu halklarının kan ve can pahasına savunduğu, aslında, tüm dünya halklarıdır, insanlıktır.

Papa'nın gafını düzeltmeye çalışan Vatikan, “Papa İslam'a saygı duyuyor, fakat dinsel motivasyonlu şiddete karşı çıkıyor” açıklaması yapmış. Aslında bir açıklamaya bile gerek yoktu. Papa'nın şiddetin hiçbir türüne karşı olmadığı, hatta desteklediği biliniyor zaten. Ne Afganistan'da, ne Irak'ta, Filistin'de ve ne de Lübnan'da halklara uygulanan emperyalist-siyonist şiddete yönelik tek bir itirazını duymadı dünya. Kendileri güya Hıristiyan aleminin temsilcisidir, fakat tüm hayatı ve eylemiyle emperyalizmi temsil etmektedir. Emperyalizm bugün halklara karşı savaşına ‘İslami terör' kılıfı uydurduğu için, Papa Müslümanları karşısına alabiliyor. Yarın mücadele devrim ve sosyalizm kanalında birleşip, düzenin temellerini tehdit etmeye başladığında, emperyalizm için İslamiyet yine ‘cici' hale gelirse, kimsenin kuşkusu olmasın, Papa hazretleri Muhammed'i öven alıntılar bulup çıkaracaktır.

Emperyalizm insanlığa, barbarlık içinde çöküşü dayatmaktadır. Ortadoğu halkları da tüm dünya halklarının itirazını dillendiriyorlar. Tüm dünya adına tek başlarına direniyorlar.