22 Eylül 2006 Sayı: 2006/37 (37)
  Kızıl Bayrak'tan
   Özgürlüğün yolu emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı birleşik devrimci mücadeleden geçer
  Diyarbakır halkı devlet terörüne boyun eğmedi
  Uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanmalıyız
  Sendikacılar Miami'ye, askerler Lübnan'a!
  İMF-TÜSİAD patentli sosyal yıkım programlarına geçit vermeyelim!
"Laik Cumhuriyet" düzeninde tarikatlar cirit atıyor
"Meşru ve fiili mücadele" bir söz kalıbı olmaktan çıkarılmalıdır!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
 "Tarihin sonu"ndan "post demokrasi"ye... / Orta sayfa
  Ulucanlar katliamının 7. yılında; Direniş öğretmeye devam ediyor!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği açıldı!
  TMMOB mecliste görüşülen yasalara karşı yürüdü
  Siyonistler savaşı yeniden başlatma tehdidi savuruyor
  14. Bağlantısızlar Zirvesi Havana'da gerçekleşti
  Dünya'dan kısa kısa
  Büyük tekeller rekabetin faturasını işçilere kesiyor
  Diyarbakır katliamını lanetliyoruz! / Sosyalist Şoreşger
  Eylem ve etkinlik haberleri
  Bir-Kar Gençliği "Enternasyonal Gençlik Buluşması"na hazırlanıyor!
  Sermayeyi okullardan, emperyalizmi Ortadoğu'dan kovacağız!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İMF-TÜSİAD sosyal yıkım programlarına geçit vermeyelim!

Emperyalizmle kölelik ilişkilerini bozalım!

Sermaye devleti, İMF-Dünya Bankası yıllık toplantısının 2009'da İstanbul'da yapılması için başvurmuş. İMF İcra Direktörü Willy Kiekens, yaptığı açıklamada, Türkiye'nin ev sahipliği konusunda bir anlaşmanın olduğunu ve 18 Eylül'de Singapur'da yapılacak guvernörler kurulundaki oylamanın daha çok bir seremoni niteliğinde olacağını duyurduktan sonra, “Türkiye'nin ev sahipliği konusunda başarılı olacağına inanıyorum” demiş.

Emperyalist haydutların Türk sermaye devletine ve işbaşındaki hükümete ne kadar güven duydukları görülüyor. Elbet bu güven boşa değil. Sermaye düzeni ve devletinin bu güveni kazanabilmek için ne kadar çok uğraştığı biliniyor. 1955 yılında İMF'nin 9. yıllık toplantısına ev sahipliği yaptığından beri -en azından o zamandan beri- emperyalizme tam biat kapsamında, Türkiye'nin ekonomi yönetimini adım adım İMF-Dünya Bankası'na devredebilmek için tüm imkan ve güçlerini seferber ettiler. Egemen sınıf ve devleti, emperyalizme kölelik programına karşı işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin direnişini ezmek, saldırı programlarını aksatmadan sürdürmek için kanlı darbelere imza attılar. ‘77 1 Mayıs'ında, Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, Gazi'de olduğu gibi sayısız kontra operasyona imza attılar. Denizler'in, Yusuflar'ın, Hüseyinler'in, Erdallar'ın ve daha onlarca devrimcinin idamına, binlercesinin işkenceden geçirilmesine, onlarca aydının katline imza attılar. Son güven tazeleme operasyonuna imza atanlar da 12 Eylül'ün Türk-İslam sentezci, ırkçı-faşist generalleri oldu. Düzenledikleri kanlı darbeyle Pentagon'un “oğlanları” payesi kazandıkları gibi, kurumsallaştırdıkları darbe rejimiyle de tüm emperyalist devlet ve kurumlarla ilişkileri az-buçuk güvenceye almış oldular.

Ardılları olan kurmaylar ve hükümetler, onların düzlediği yoldan ilerleyebildi. Onların büyük oranda ezdiği sınıf ve kitle muhalefetinin zayıflığından yararlanarak derinleştirdiler kölelik ilişkilerini. Şimdi, işbaşındaki hükümetin yaptığı gibi, pervasızca toplantının İstanbul'da yapılmasını isteyebiliyorlar. Dünkü hükümetin yaptığı gibi, hiç utanıp arlanmadan, kamu çalışanlarının ücretlerine yapılacak zamlar için “İMF'ye söz verdim, beş kuruş fazla ödemem” diyebiliyorlar.

İMF-TÜSİAD sosyal yıkım programlarıyla işçi sınıfı ve emekçi kitleleri soyup soğana çevirdikleri yetmedi, şimdi de toplantısı için saçıp savuracaklar. Üç yılda bir İMF ve Dünya Bankası'nın merkezlerinin bulunduğu ABD'nin başkenti Washington dışında bir şehirde yapılan İMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantısı'nın 53'üncüsüne ev sahipliği yapacak İstanbul'a, 184 ülkenin ekonomiden sorumlu bakanları ve merkez bankası başkanları katılıyor. Ancak katılım bu resmi davetle sınırlı değil. Toplantı süresince uluslararası finans şirketleri ülkemizde cirit atacak. Toplantılara paralel olarak düzenledikleri seminerler ve konferanslar aracılığıyla reklamlarını yapacaklar. G-7, G-20 ülkeleri bakanları da yine kendi aralarında yıllık toplantı sırasında biraraya gelecekler vb... Bütün bu büyükbaşların doluştuğu bir kente, haliyle, CİA başta olmak üzere katılan tüm ülkelerin casusları da doluşacak. Kısacası, toplantı süresince İstanbul yine işçi ve emekçiler için cehenneme çevrilecek.

İMF'nin en son direktifleri doğrultusunda hazırlanan yeni saldırı paketlerini bir an önce görüşüp yasalaştırabilmek için, işbaşındaki hükümet meclisi erkenden göreve çağırmış bulunuyor. Bu yeni pakette yeni vergiler bulunduğuna dair haberlerin Maliye Bakanı Unakıtan tarafından yalanlanmış olması ise, ne kadar doğru olduklarının güvencesi kabul edilmeli. Bu Demirel'in başbakanlığı dönemlerinden beri Ankara'da bir hükümet klasiği haline gelmiştir. ‘70'li yıllarda Demirel herhangi bir ürün için “zam yok” açıklamasını yaptığı anda, halk o ürüne saldırırdı. Çünkü akşam yapılan açıklamayı, sabah zamların takip edeceğini öğrenmişti. O zamanlar emekçi kitlelerin gayet iyi bildiği bir diğer gerçek ise, burjuva politikasının yalan üzerine kurulu olduğudur. Darbeciler de, düzen partilerini kapatıp politikacılarını suçlayarak, halkın bu bilincinden yine onu bulandırmak üzere yararlanmaya çalıştılar. İyice gözden düşmüş düzen partileri ve politikacılarını bu yolla aklama hilesine başvurdular.

Ancak bunda çok fazla başarı şansları bulunmuyordu. Çünkü ister kapatılanın devamı olsun isterse yeni kurulmuş, tüm düzen partileri İMF-TÜSİAD sosyal yıkım programlarını uygulamak zorunda olduğu sürece; politikada ister eski isterse yeni olsun, emperyalizme kölece hizmete gönüllü olduğu sürece, hiçbir düzenbazın işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin gözüne girme şansı bulunmuyor.

Fakat, işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından, düzen partilerini desteklememek, politikalarını onaylamamak, hatta oy kullanmamak yetmiyor. En kötü seçim sonucunda dahi, üç-beş partinin oylarını biraraya getirip bir koalisyon hükümeti kuruyor, yine alınterimizi emperyalist yağma sofralarına taşıyorlar. Hayır, artık gönülsüzlük değil, beğenmemek, onaylamamak değil, engel olmak gerekiyor.

Kurdukları yağma sofrasını dağıtmak, tıkındıkları etimizi, içtikleri kanımızı boğazlarında bırakmak gerekiyor. İMF-TÜSİAD toplantısının yapılacağı 2009'da, ya emperyalistler ve uşakları İstanbul'u bize dar edecek, ya da biz onlara... Başka yolu yok

-------------------------------------------------------------------------------------

Sendikal korucuların ikiyüzlülüğü!

İsrail siyonizmi öteden beri Filistin halkına kan kusturuyor. Filistin halkının direnişini bertaraf etmek için zalimlikte sınır tanımıyor. Yakın zamanda ise benzer saldırı ve yıkım politikalarını Lübnan halkına karşı hayata geçirdi. Bütün bunları yaparken de arkasında hep ABD emperyalizminin desteği vardı. ABD'nin sadık uşağı Türkiye'deki sermaye iktidarı da siyonist İsrail rejimine kimi zaman üstü örtülü olsa da hep onay verdi, destek sundu.

Son olarak da bu hizmeti Lübnan'a gönderilecek “barış gücü”ne asker katkısı yapma konusunda sergiledi.

Lübnan'a asker gönderilmesi konusunda pek çok muhalif ses yükseldi. Sonuçsuz kalmış olsa da bir dizi eylem ve etkilik gerçekleştirildi. Ancak işçileri çok yakından ilgilendiren bu önemli konuda, en büyük sendikal örgütlenme olan Türk-İş'in yönetimi sermayenin dümen suyunda kalmayı tercih etti. Süreci uzaktan izlemekle yetindi, dolayısıyla da Lübnan ve Filistin halkının mücadelesine destek anlamına gelen çabaların zayıflamasına büyük katkısı oldu.

Bütün bunlar henüz herkesin hafızasında olanca tazeliğiyle dururken, Ankara'da Türk-İş Genel Merkezi'nde Uluslararası Filistin ve Lübnan İşçi ve Halkı ile Dayanışma Konferansı toplandı. Lübnan ve Filistin'den sendikacıların da katıldıkları konferansta ABD ve İsrail'in işgal politikaları protesto edildi. Değişik ülkelerden işçilerin birliğine vurgu yapıldı.

Bu konferansın açılış konuşmasını ise daha düne kadar Lübnan ve Filistin halklarıyla dayanışma eylemlerinden kaçan, bu konuda suskun kalarak Emek Platformu'nun devre dışı kalmasına neden olan Türk-İş'in Genel Başkanı Salih Kılıç yaptı. Salih Kılıç'ın konferansta yaptığı konuşma tam bir ikiyüzlülük numunesiydi.

Salih Kılıç, sanki kendisi çok farklı bir şey yapmış gibi, uluslararası toplumu İsrail'in Lübnan işgaline seyirci kalmakla eleştirdi, BM'nin de ateşkes kararı almakta geciktiğini ifade etti. İsrail'in işgal ve katliam politikalarını kınayan Salih Kılıç Lübnan ve Filistin işçileri ve halkıyla dayanışma içinde olduklarını kaydetti. Bununla da kalmadı “İsrail askerlerinin geri çekilmesini sağlamak en kutsal görevlerimizdendir. Barış için sendikal dayanışmanın daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Filistin ve Lübnanlı kardeşlerimizle mücadelemiz devam edecek” biçiminde konuştu.

Aslında bu tescilli sermaye uşağının ilk kez ortaya koyduğu bir tutum değil. Salih Kılıç ve onun gibileri, sermayenin işçi ve emekçileri hedefleyen hemen her saldırısında benzer ikiyüzlülüğü bir biçimde sergiliyorlar. Bir taraftan sermayenin saldırılarının başarıyla hayata geçmesi için ne gerekiyorsa yaparken bir taraftan da süslü laflar etmekten, mücadele çağrıları yapmaktan geri durmuyorlar.

Salih Kılıç'a sormak gerekir; madem “İsrail askerlerinin geri çekilmesini sağlamak” senin en kutsal görevlerinden biridir, o halde Türk-İş olarak İsrail'in Filistin'deki zulmüne karşı bugüne kadar ne yaptın diye. Sormak gerekir, Lübnan İsrail tarafından işgal edildiğinde niye hiç sesini çıkartmadın diye. Ve sormak gerekir, madem Filistin ve Lübnan halklarını kardeş görüyorsun, neden mecliste Lübnan'a asker gönderme tezkeresi gönderilirken sokaklarda değildin, neden eylemlere katılmaktan, mücadeleyi daha da güçlendirmekten geri durdun diye.

Ne Salih Kılıç'ın ne de ona benzer diğer sendikal korucuların bu gibi sorulara verecekleri yanıtları vardır. Zaten dürüstlük, tutarlılık gibi bir dertleri de yoktur. Onların tek derdi her koşulda sermayenin gemisini yürütmektir.

Emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmenin, kardeş halklara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmenin bir önemli boyutu da işçi sınıfı içindeki bu sermaye ajanlarına kanmamak, onları sırtımızdan söküp atmaktır.