2 Ağustos '03
Sayı: 30 (120)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi sermaye iktidarı ABD'nin kirli savaş jandarmalığına soyunuyor
  İşbirlikçiler gençlerimizin kanını pazarlıyor!
  Sermaye devleti suç ortaklığına hazırlanıyor!
  AB uyum yasalarının gerçek yaşamda geçerliliği yok!
  Terör devletinin tahkimatı "ince" yöntemlerle sürüyor...
  Özelleştirilmesi planlanan KİT'ler en kârlı ve verimli sanayi kuruluşları...
  TEKEL işçileri özelleştirme saldırısına karşı mücadele ediyor...
  İşçi eylemlerinden...
  Deprem öldürmez devlet öldürür...
  Toplu görüşme değil toplusözleşme!..
  Avrupa Birliği daha fazla işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri/2
  Yeni bir soygun fonu: İşsizlik sigortası
  Irak direnişi emperyalist işgalcileri cephe gerisinde zorluyor
  "Yol haritası" aldatmacasıyla Filistin halkı teslim alınamayacak!
  Almanya'nın Kongo çıkartması...
  Latin Amerika: Amerikan emperyalizmi için büyüyen sorunlar
  Küba'ya boyun eğdiremiyorlar!
  Sağlık-İş Genel Başkanı'nın incileri ve sendika ağalarının gerçeği
  Faaliyetlerden...
  İşbirlikçi olmak istemedim
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İşbirlikçi olmak istemedim

(...) Bağdat’a, Saddam Hüseyin’in devrilmesinden birkaç hafta sonra, Mayıs’ta döndüm; 25 yıllık sürgünün ardından ülkem adına büyük umutlar besliyordum. Amerikan hükümetinden, 140 başka Iraklıyla birlikte savaş sonrası Irak’ta geçici bir hükümetin zeminini oluşturacak yeniden inşa ve bakanlıkların rehabilitasyonu faaliyetlerine katılmak üzere aldığım daveti kabul etmek, hayatımda verdiğim en zor kararlardan biriydi. (...)

Biz konsey üyeleri olarak dünyanın dört bir köşesinden gelsek de, hepimiz Iraklıydık. Yenilmiş bir ülke olduğumuz gerçeğini kabul ediyordum ve ABD ile çalışmakta bir sakınca görmüyordum. Fakat sonradan, koalisyonun, ülkenin geleceğinde Iraklı danışmanlardan yararlanmaya pek niyetli olmadığını anladım. Rolümüz çok sınırlıydı. Bizi ziyaret eden gazeteciler bile, başkanlık sarayı içine kurulan yeniden inşa konseyinin üyelerinin, e-posta mesajlarını okumak dışında hiçbir iş yapmadıklarını yazıyordu.

Bağdat’ın düştüğü ilk günlerde bir duygu patlaması yaşandı, fakat Amerikalılar saldırganca davrandı. Başta Saddam’ın gitmesinden dolayı ferahlayan ve düzeni sağlayacak yegâne gücün ABD olduğunu kabul eden birçok Iraklı, bugün Amerikan güçlerinin işgalci gibi davrandığını düşünüyor.

Wolfowitz tarafından konulan geçiş hükümeti ve demokratik seçim vizyonu, savaş sonrası Irak’ta her gün artan sorunlar karşısında ne yazık ki unutulmuş gibi görünüyor. (...)

Bugün Irak neredeyse topyekûn kargaşa içinde. Kimse ne olup bittiğini bilmiyor. İdeal bir siyasi sisteme nasıl ulaşacağımız üzerine hiç konuşmuyoruz. İnsanlar, bütün bu askeri gücü Irak’a yığabilen bir süper devletin, nasıl olup da elektriği geri getiremediğini anlayamıyor. Iraklılar Saddam’ın 1991 savaşı sonrasında elektriği geri getirme kabiliyeti ile Amerika’nın bariz beceriksizliğini kıyaslıyor. Dört yanda her türden komplo teorisi konuşuluyor.

Bremer, Irak Hükümet Konseyi’ni kurmuş durumda. Irak’ın geleceğini tartışmak için masaya oturanlar 25 temsilciden ibaret ve hepsi ABD öncülüğündeki koalisyonun kendi eliyle seçtiği isimler. Konseyin bileşimi kötü değil, fakat üyelerinin pek azı ülke içinde güçlü ilişkilere sahip. Konseyin etkili olup olmaması, üyelerinin herhangi bir uzlaşmaya varıp varmayacaklarına bağlı. Birbirlerinin kuyusunu kazmalarından korkuyorum.

Başarı için, sorunlara yönelik ortak tutum almaları ve Bremer’den Washington’a gidip “Iraklıların istediği bu” demesini istemeleri gerek. En nihayetinde hükümet konseyi şunu söylemeli: “Bize tam yetki verin, biz gerek duyduğumuzda size danışacağız.”

İstifamın altında bu nedenler yatıyor. Bazıları kalıp umut etmenin en iyisi olduğunu söylese de, istifaların arkası gelebilir. Kendi payıma, ne zaman Irak halkını düşünsem (onların nasıl güçlü olduklarını, nasıl zorluklarla başa çıktıklarını), ülkem adına orta vadede yine de iyimserim.

Iraklıların, etnik çatışmalara sürüklenmeksizin, omuz omuza çalıştıklarına dair pek çok işaret var. Bu Irak’ın geleceği adına iyi bir gelişme. Ne var ki kısa vadede, Iraklıların ve Amerikalıların kanına mal olacak başka çatışmaların patlak vermesinden korkuyorum.

İsam el Hafajİ (25 yıl sürgünde yaşayan Iraklı muhalif, Amsterdam Üniversitesi’nde ekonomi politik profesörü, 28 Temmuz 2003)
(Radikal, 31 Temmuz ‘03)



Harika azizim, harika

Bir ara Amerikan tv dizilerinden etkilenen herkesin diline yerleşmişti sözcük; olur olmaz her yerde, akla gelecek gelmeyecek her gelişmeye, “Harika” tepkisi verir olmuştuk. Şimdi o kadar kullanılmıyor, ama bazı yetkili ağızların son değerlendirmelerini dinleyip okudukça, “Maşallah” demeyi kabullenmeyen dilim “Harika” sözcüğüne sığınıveriyor...

Son ‘harika’ şu: “Biz Irak’a savaşa değil barışa gidiyoruz...” Ne kadar ‘harika’ bir züğürt tesellisi değil mi? Züğürt tesellisi oluşu, Irak’ta esas savaşın ‘savaş’ diye sunulan göz boyamanın bitmesinden hemen sonra başlaması gerçeği yüzünden... ‘Savaş’ düzenli güçler arasında olur; Irak’ta ülkeyi savunmakla görevli silâhlı güç, savaşmak yerine ortalıktan kaybolmayı tercih etti. En fazla korkulan ‘Cumhuriyet Muhafızları’ denilen özel yetiştirilmiş birliklerdi; onlar da –büyük ihtimalle bir pazarlık sonucu– direnmediler. ‘Savaş’ sırasında ölen az sayıda müttefik askerinin sonunu getiren ya uğradıkları bir kaza, ya da ‘dost ateşi’ oldu...

Buna karşılık, George W. Bush’un, “Savaş bitti” açıklamasını yaptığı 1 Mayıstan bu yana geçen üç ay içerisinde, ‘savaş’ sırasında hayatını kaybedenlerden daha fazla insan can verdi. Her iki taraftan da... Sadece son 10 gün içerisinde Iraklıların açtığı ateş sonucu ölen Amerikalı asker sayısı 16... (ABD’nin toplam insan kaybı: Saldırıya uğrayarak ölen 50, kazaya uğrayan 60). ABD Genelkurmay başkanı Gen. Richard B. Myers, önceki gün, “Irak’ın ortası savaş bölgesi” açıklamasını yaptı. Irak’taki işgal ordusu komutanı Gen. Abizaid karşılaştıkları direnişin adını doğru koydu: ‘Gerilla savaşı’...

O halde, “Biz Irak’a savaşa değil, barışa gidiyoruz” gerekçesi kâğıt üzerinde ne kadar ‘harika’ görünürse görünsün, gerçekleri asla yansıtmıyor... Türk askeri bugünkü şartlarda Irak’a gönderilirse, hiç kuşkunuz olmasın, oraya savaşmaya gitmiş olacak...

Askerin görevi savaşmaktır; ülküleri için gerekirse canını vermek üzere eğitilir asker... Ancak, ‘yalan’ gerekçeler üzerine oturan ‘âdil’ olmayan bir savaşa giden askerin nasıl bir ruh hali içine girdiğini görmek için Irak’ta yaşananlara projektör tutmak bile yeterli. Adı ‘gerilla savaşı’ konduğu için, Amerikan askeri, herkesi ‘düşman’ görüyor ve henüz yürümeye başlamış bebelere bile kelepçe takabiliyor. Dünya basınına yeni yeni sızmaya başlayan ‘savaş manzaraları’ hiç de iç açıcı değil. Orada karşılaşacakları bizim askerlerin görev bilincini bulandıracak ve bundan ülke savunması da olumsuz biçimde etkilenecektir.

Irak’a savaşa değil barışa gidileceğinden söz edenlerin önce kendi vicdanlarına kabul ettirmeleri gereken önemli bir sorun var.

Irak’ta savaş başlamadan önce söylenenler ve yazılanlar, Washington’daki usta savaş propagandacılarının ağız ve kalemlerinden çıktığı için, bayağı etkileyiciydi. 45 dakika içerisinde nükleer başlıklı füzeleri devreye sokacak, kimyasal ve biyolojik silâhlarını komşularına yöneltmekten kaçınmayacak gözü dönmüşlükte, 11 Eylül terörünü dünyanın başına sarmış bir lideri yerinden etmek için yapılıyordu savaş... Amacı da, yıllarca diktatörlük altında ezilen Irak halkına demokrasi götürmekti...

Başta Amerikan ve İngiliz kamuoyları olmak üzere dünya bu gerekçelerle savaşa “Evet” der hale getirildi. BM’nin devreden çıkartılmasına rağmen bazı ülkeler savaşa destek verdilerse aynı propaganda yüzündendir. Ancak, o propagandaların Türkiye üzerinde fazla bir etkisi olmadığı TBMM’nin aldığı tarihî karara yansıdı. Bugün gerçekler olanca çirkinliğiyle görülebilir ve Türkiye’nin böyle bir savaşın dışında kalma kararının haklılığı ortada dururken bizim insanımızın farklı bir tavır alması nasıl beklenebiliyor? Şimdi söylenenlerin akla, havsalaya sığan bir tarafı var mı Allah aşkına?

Bu durumu görüp de, Amerikan tv dizilerinden öğrendiğimiz o tek sözcüğü kullanmamak mümkün mü? ‘Harika’ doğrusu, hem de ne ‘harika’!

Fehmi Koru

(Yeni Şafak, 31 Temmuz ‘03)



Esrarengiz ortak operasyon

Bir iki gündür gazetelerde, tam ne olduğu anlaşılamayan bir haber var. Kaynağı Amerikan AP ajansı olan haberde Türk özel kuvvetleriyle Amerikan 101. Hava İndirme Tümeni’nin Irak - Türkiye sınırında PKK’ya karşı ortak tatbikat yaptığı anlatılıyor. Her iki tarafın asker ve sivil yetkilileri operasyonu ne yalanlıyor, ne doğruluyor, dolayısıyla ne de içeriği hakkında bilgi veriyor.

Yazılan sadece bu; “esrarengiz” ortak tatbikat.

Eve Dönüş Yasası çıkar çıkmaz Kuzey Irak’taki PKK’lıların silahlarını Amerikalılar’a bırakıp Türkiye’ye geçmesi ve 100 kadar yönetici PKK’lının İskandinav ülkelerine sürgüne gönderilmesi konusunda Ankara ve Washington’un anlaştığı özellikle Amerikan kaynaklarınca dile getirilirken, pekiyi, bu ne şimdi?

Neyin tatbikatını yapıyor her iki tarafın askerleri ortaklaşa?

Kendini güvende hissettiği tek bölge Kuzey Irak iken bu bölgeyi de ister istemez istikrarsızlaştırması, kendi eliyle oluşturduğu Irak Geçici Konseyi’nde PKK’ya sempati duyduğunu saklamayan isimlerin yer almasına ses çıkarmayan ABD’nin PKK’ya karşı silah kullanmaya karar vermesi pek akla yakın değil. Dolayısıyla ortak tatbikatın silah bırakacak -bu yoldaki haberler doğruysa tabii- PKK’lıların Türkiye’ye topluca geçişini sağlamak için yapıldığını düşünmeye daha yatkın oluyor dışarıdan bakanlar. Türk hükümetinin ve askeri yetkililerin de doğabilecek tepkileri yumuşatmak için işi geçiştirdiğini varsayıyor...

Ama ya böyle değilse?

Ya, yirmi gün arayla, önce Süleymaniye’de Türk timinin başına külah geçirip sonra da o timin düşman saydığı PKK’yı silah zoruyla tasfiye etmeye karar verdiyse ABD?

PKK’nın silah bırakmayacağını düşündüğü ve Irak’ın Sünni bölgesinde verdiği kayıplardan ötürü illallah diyerek bölgeye bir an önce Türk askeri çekmek için, Kuzey Irak’ın istikrarsızlaşması pahasına Ankara’ya “Benim için Bağdat”ta ölürsen ben de seninle birlikte PKK’yı döverim” demişse?

Bu işte, katmerli kaos olur.

ABD’nin bu yola girerek Irak’ta başına alacağı yeni belayı yukarıda aktardık; ülkenin kuzeyi çok kısa sürede yangın yerine döner böyle bir durumda. Çünkü PKK, Ensar-ı İslam gibi tepelenmesine kimsenin ses çıkartmayacağı bir güç değil Kuzey Irak’ta. Tersine siyasi olarak güçlü, askeri açıdan da ötekilerin yaşlı peşmergelerinin boy ölçüşemeyeceği kadar genç ve diri. Talabani de, Barzani de, böyle bir operasyona destek vermek bir yana, tarafsız kalmaları halinde bile siyasi ömürlerinin kısalacağını herkesten iyi bilirler.

Neyse, işin o tarafı ABD’nin bileceği iş.

Ama işin bir de bu tarafı var; böyle bir ortak operasyon Ankara’nın bugüne kadar en korktuğu şeyin başına gelmesi, dört ülke Kürtleri’nin ortak Kürdistan’ına en sağlam çimentonun taşınması demek aynı zamanda.

Çünkü, PKK sadece dört bin silahlı militandan ibaret değil. DEP, HADEP, DEHAP devlet nezdinde otomatik PKK’lı sayıldığı ve bu iki parti Güneydoğu’da her türlü baskıya rağmen oyların yüzde altmışına sahip olduğuna göre, PKK büyük ölçüde Güneydoğu, dolayısıyla ve istese de istemese de, Ankara’nın “kendi Kürt”ü.

Ve kendi Kürt’ünü Amerikan askeriyle birlikte dövmeye kalkarsa Ankara, buna ilk kendi Türk’ü isyan eder. İçine istediği kadar “birlik beraberlik” üflensin, böyle karılan çimento Sivas’ın doğusunda unufak olmaya mahkûmdur.

Böyle bir çimentoyu, mesela PKK bile karmadı.

Alev Er

(gazetem.net, 29 Temmuz 2003)