2 Ağustos '03
Sayı: 30 (120)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi sermaye iktidarı ABD'nin kirli savaş jandarmalığına soyunuyor
  İşbirlikçiler gençlerimizin kanını pazarlıyor!
  Sermaye devleti suç ortaklığına hazırlanıyor!
  AB uyum yasalarının gerçek yaşamda geçerliliği yok!
  Terör devletinin tahkimatı "ince" yöntemlerle sürüyor...
  Özelleştirilmesi planlanan KİT'ler en kârlı ve verimli sanayi kuruluşları...
  TEKEL işçileri özelleştirme saldırısına karşı mücadele ediyor...
  İşçi eylemlerinden...
  Deprem öldürmez devlet öldürür...
  Toplu görüşme değil toplusözleşme!..
  Avrupa Birliği daha fazla işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri/2
  Yeni bir soygun fonu: İşsizlik sigortası
  Irak direnişi emperyalist işgalcileri cephe gerisinde zorluyor
  "Yol haritası" aldatmacasıyla Filistin halkı teslim alınamayacak!
  Almanya'nın Kongo çıkartması...
  Latin Amerika: Amerikan emperyalizmi için büyüyen sorunlar
  Küba'ya boyun eğdiremiyorlar!
  Sağlık-İş Genel Başkanı'nın incileri ve sendika ağalarının gerçeği
  Faaliyetlerden...
  İşbirlikçi olmak istemedim
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İşbirlikçiler gençlerimizin kanını pazarlıyor!

İzin vermeyelim, engel olalım!

Henüz resmen ilan edilmemesine ve ayrıntıları halka açıklanmamasına rağmen, Irak’a asker gönderme kararının çoktan verildiği herkesçe kabul ediliyor, tartışmalar bu kabul üzerinden yürütülüyor.

ABD jandarmalığına “meşruiyet”
kılıfı aranıyor

Hatırlanacağı gibi karar süreci ABD’li generallerin Ankara’da meslektaşlarıyla yaptıkları görüşmelerle başlamış, Dışişleri Bakanı Gül’ün ABD’ye gönderilerek kararın siyasallaştırılmasıyla sonuçlandırılmıştı. Ancak, ordu ve hükümet cephesinden ortaya konan bu kararlılık gösterisine rağmen, hem Türk sermaye devleti ve hem de efendisi ABD, kararın uygulamasına ilişkin kaygılarını gizleyemiyorlar. Ya yine bir tezkere krizi yaşanırsa ikirciğiyle, TBMM’yi devre dışı bırakabilecek formüller üzerinde çalışıyorlar. Tek “yasal” gerekçeyi BM kararı oluşturacak, ancak buradan doğru bir umut ışığı görünmediği için, şimdilik NATO şemsiyesiyle idare edip-edemeyeceklerini hesaplıyorlar.

Emperyalizme uşaklığı artık katıksız kölelik derekesine inmiş bulunan işbirlikçi Türk sermaye devletinin tüm bu “ince” hesapları, doğal olarak, efendisi ABD’nin kâr hanesini kabartmaktan başka bir amaç, bir işlev taşımıyor. ABD, Vietnam’dan ve girdiği diğer bataklıklardan aldığı derslerle, giderek derinleşen Irak bataklığından boğulmadan çıkmanın yolunu arıyor. Bunun için de kendisine tarihsel uşaklık bağlarıyla bağlı güçleri öne sürmek istiyor. Güzellikle olmazsa zorla, itekleyerek, dipçikleyerek, gerektiğinde başına çuval geçirerek Irak bataklığına göndermeye çalışıyor.

Amerikan uşaklarının aldığı karar, işgalci yankileri av sahasından ve günübirlik avlanmaktan kurtaracak. Bu da, Beyaz Saray’daki katillere, yaklaşan seçimlerde avantaj sağlayacak propaganda malzemesi işlevi görecek. Ama aynı karar, yankinin yerine mehmetçiğin günübirlik avlanmasına yolaçacağı için, iktidardaki işbirlikçiler payına da dört dörtlük bir ihanet belgesi olacak.

Halkımıza, ülkemize ve kardeş bölge
halklarına ihanet onların bütün bir tarihidir

Fakat onlar, zaten “vesikalı” hainler oldukları için, ihanetlerinin hesabını sormak için yeni belgeler beklemek gerekmiyor. Hiç zaman geçirmeden karşılarına dikilmek, yeni ihanetlerini ve işlemeye hazırlandıkları yeni suçları (ki onları bize karşı işleyecekler) engellemek gerekiyor. Bu çok açık.

Bir bu kadar açığa çıkması/çıkarılması gereken bir öteki nokta da, ABD’ye hizmet/halka ihanet suçlarının çocuklarımızı ölüme sürmekle sınırlı kalmadığı ve kalmayacağıdır. ABD emperyalizminde bu aç gözlülük, Ankara’daki uşaklarında da böylesine rezilce kölelik hali sürerken, ne efendinin istekleri sona erer, ne uşağın hizmetine sınır çizilir. Ülkenin iktisaden sömürgeleştirilme süreci zaten çoktan bitme aşamasına getirilmiş durumdaydı. Ve bir ülke ekonomisinin denetimini ele geçirmenin o ülkeyi sömürgeleştirmede ilk ve zorunlu adım olduğu çok iyi bilinir.

İşte bu çok iyi bilinen gerçeğin, son günlerde yaşanan kimi gelişmeler üzerinden ve Türkiye için bir kez daha altı çizilmiş bulunmaktadır. Abdullah Gül Türk devleti adına Irak’a asker gönderme sözü verir vermez, daha ayağının tozunu silmeden, Türkiye’nin kredi notu yükseltildi haberleri yayınlandı.

Borç köleliğine dayalı dayatma mekanizmaları

Bu yöntem kuşkusuz emperyalizm için hiç de yeni değil. Emperyalist devletlerin doğrudan tehdit ve müdahalelerinin yanı sıra İMF, Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşlar üzerinden yönelttikleri tehdit ve şantajlar, üç kuruş borca muhtaç işbirlikçi burjuva sınıf iktidarlarını dünyanın dört bir yanında emperyalizme kul köle hale getirmiştir. Emperyalist devletler ve kuruluşlar ile emperyalizme bağımlı ülkeler arasındaki bu ilişki, Türkiye Masası şefliğini yürüttüğü 1978 Kasım’ında, Woodward’ın, dönemin İşletmeler Bakanı Kenan Bulutoğlu’na söylediği şu sözlerde tüm açıklığıyla ortaya konmuştur:

“...Hiçbir hükümet kalkıp size belli bir politikayı doğrudan önermez. Ama, bu önerileri gelip bize söylüyorlar, gidip şunları söyleyin, diyerek. Bize empoze edilen politikaları da, biz size ve anlaşmaya oturduğumuz ülkelere empoze etmek, aktarmak zorundayız.”

İMF’nin Türkiye Masası şefinin andığı “hükümet”ler, açık ki, emperyalist dünyanın -bu arada İMF ve DB türünden kuruluşların da- çetebaşı konumundaki hükümetlerdir. Bu da, ‘78’lerdeki liderlik konumunu bugün de sürdüren (sürdürme uğruna dünyayı kana bulamaya devam eden) ABD’dir. Düne ait bu kayıtlar ve günün gelişmeleri, ABD’ye elini uzatanın kolunu, kolunu uzatanın kafasını kaptırdığının açık kanıtlarıdır.

Emperyalistlerin ayakları altına serilen
bizim emeğimiz ve kanımızdır

Amerikancı Türk devletinin tutumu ise daha ibretliktir. Onun için “kaptırmak” söz konusu bile değildir. Çünkü iktidar erkini nöbetleşe kullanan bir hainler güruhu eliyle, ülkenin tüm değerleri emperyalist efendilere adeta altın tepside sunulmaktadır. Bu aşağılık uşak takımı için “kaptırmak” deyimi, olsa olsa “gönül kaptırmak” için kullanılabilir. Amerikancılığın bu düzeyini tanımlayabilmekde ancak bu yolla mümkün olacaktır.

Emperyalizme elini kaptıranın kolunu kurtaramaması, kuşkusuz, sadece kaptıranı bağlayan bir haldir. Aslında kaptırma deyiminin de anlamını bozan bir “kurtarmak istememe” halinin tezahürüdür. Yanlışlıkla, farkına varmadan kaptırmış değiller ki kurtarma niyet ve davranışı göstersinler. Onlar, bilerek ve isteyerek, uşaklık görevleri gereği satıyor ülkelerini. Zaten, çoğunun gönlündeki (hatta kimliğindeki) anavatanı Amerika olduğuna göre, ülkelerini satıyor tabiri bile doğru düşmüyor. Sattıkları bizim ülkemiz, işçilerin emekçilerin Türkiyesi. Kurdun kanlı dişlerine uzattıkları bizim kolumuzdur. Bugüne denk düşecek tabirle, altın tepside sunmak istedikleri çocuklarımızın başıdır...

İhaneti durdurmak işçi sınıfı
ve emekçilerin görevidir

Hal böyle olunca, kurtulmak ve kurtarmak istek ve davranışını göstermesi gereken de bizler olmalıyız. Bu bilince ulaşmadığımız, bu isteği duymadığımız ve bu davranışı göstermediğimiz taktirde, çok kısa zamanda kendimizi kendi felaketimizi seyreder bulacağımız açıktır.

İşbirlikçi hükümet sadece asker göndermeye formül aramakla uğraşmıyor. Emperyalistlere pazarlamaya çalıştığı sadece çocuklarımızın kanı değil, hepimizin aşı-ekmeği, alınteri-göznuru, biriktirilmiş değerleri-kazanılmış haklarıdır. Sabık hükümetin İMF direktifiyle zorlandığı “15 günde 15 yasa” çıkarma görevi, işbaşındaki hükümet tarafından “3 günde 13 yasa” şekline dönüştürülmüş; kaşla göz arasında hak gaspları, yeni vergiler, yasaklar meclisten geçirilmiştir.

Çıkarılan bu yasalar, alınan bu önlemler, bizleri açlık ve sefaletten çocuklarımızın tabutlarını karşılayamayacak hale getirmek içindir. Ekonomik tedbirlerle sefaletimizi artırmak, yasaklarla elimizi kolumuzu bağlamak, bizleri uyuşuk, etkisiz ve çaresiz köleler haline getirmek istiyorlar. Böylece ihanetlerinin yanlarına kalacağını, hesap soracak bir kimse bulunmayacağını umuyorlar.

Emperyalizme ve uşaklarına, işçi sınıfını ezmelerinin, sömürmelerinin mümkün olduğunu, ama asla köleleştiremeyeceklerini göstermenin zamanıdır. İşe, çocuklarımızı Amerikan jandarması yapmalarına izin vermeyeceğimizi göstererek başlayabiliriz. Bu mücadeleye gençliğin dünden hazır olduğu açıktır. Anti-emperyalist duygu ve düşüncelerin geniş emekçi yığınları içinde de yankı bulduğu bilindiğine göre, işçi sınıfının başını çekeceği emperyalist savaş karşıtı bir mücadelenin, emperyalist haydutlar ve işbirlikçileri üzerinde ağır bir basınca dönüşecek bir güce ulaşması fazla zaman almayacaktır.

Bu saldırı ve ihaneti engellemenin başka bir yolu ve imkanı da bulunmamaktadır.