2 Ağustos '03
Sayı: 30 (120)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi sermaye iktidarı ABD'nin kirli savaş jandarmalığına soyunuyor
  İşbirlikçiler gençlerimizin kanını pazarlıyor!
  Sermaye devleti suç ortaklığına hazırlanıyor!
  AB uyum yasalarının gerçek yaşamda geçerliliği yok!
  Terör devletinin tahkimatı "ince" yöntemlerle sürüyor...
  Özelleştirilmesi planlanan KİT'ler en kârlı ve verimli sanayi kuruluşları...
  TEKEL işçileri özelleştirme saldırısına karşı mücadele ediyor...
  İşçi eylemlerinden...
  Deprem öldürmez devlet öldürür...
  Toplu görüşme değil toplusözleşme!..
  Avrupa Birliği daha fazla işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri/2
  Yeni bir soygun fonu: İşsizlik sigortası
  Irak direnişi emperyalist işgalcileri cephe gerisinde zorluyor
  "Yol haritası" aldatmacasıyla Filistin halkı teslim alınamayacak!
  Almanya'nın Kongo çıkartması...
  Latin Amerika: Amerikan emperyalizmi için büyüyen sorunlar
  Küba'ya boyun eğdiremiyorlar!
  Sağlık-İş Genel Başkanı'nın incileri ve sendika ağalarının gerçeği
  Faaliyetlerden...
  İşbirlikçi olmak istemedim
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Latin Amerika: Amerikan emperyalizmi için büyüyen sorunlar

ABD Irak’a karşı savaş hazırlıklarını sürdürürken, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika ülkelerinde “huzursuzluk” yaşanmaması için “teröre karşı mücadele” adı altında ortak bir cephe oluşturmaya çalıştı. Zira Latin Amerika, emperyalist egemenlik için hayati öneme sahip bir bölge.

Uzun yıllardan beridir neo-liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu, gelinen yerde bütün kıta bir iflasla yüzyüze gelmiş, toplumsal eşitsizlikler uç noktaya varmıştır. 2001 yılı verilerine göre Latin Amerika’da 214 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu, Latin Amerika nüfusunun %43’ü demektir. Yaygınlaşan sosyal çatışmalar, “uyuşturucuya ve teröre karşı mücadele” adı altında bastırılmaya çalışılmaktadır.

Neo-liberal politikaların iflası ve bölgede ABD aleyhine yaşanan gelişmeler üzerine, ABD, ‘70’li yıllarda desteklediği askeri faşist rejimler yerine sivil yönetimleri iş başına getirme yolunu izlemişti. Fakat ABD’nin bu manevrası umduğu gibi sonuçlanmadı.

Teslim alınamayan Küba ve
Venezuella’da yaşanan hezimet

Doğu Bloku’nun çöküşüyle varlığının son bulacağı umulan Küba, büyük bir inatla ayakta kalmayı başarabildi. Fidel Kastro ve Küba Komünist Partisi, “çıkmaz görünen” bir durumda, birçok bedeli göze alarak halkın enerjisini harekete geçirdi. ABD bölgede de Küba karşıtı bir cephe oluşturmayı başaramadı. Ambargo ve açık tehditlere rağmen birçok ülke bu kampa katılmayı reddetti. Böylece ABD’nin bu politikası da çıkmaza saplandı.

Bu gelişmeyi Venezuella olayları izledi. Petrol ve diğer doğal zenginlikleri bakımından ABD için stratejik öneme sahip bu ülke, “süper gücü” izlediği politikalarla dünya kamuoyu önünde gülünç duruma düşürdü. Pentagon Hugo Chavez’i darbeci olarak niteledi ve düşürülmesi için açık bir darbe girişimde bulundu.

Venezuela tam anlamıyla bir sistem krizi yaşıyordu. Klasik sosyal demokrat ve hıristiyan partiler tam bir çöküşü yaşıyorlardı. Chavez, Simon Bolivar’in bağımsızlık savaşından ilham alarak ülkenin bir ucundan diğer ucuna dolaştı, ulusal ve siyasal bağımsızlığın propagandasını yaptı. İlk seçimlerde oyların %65’ini topladı. Chavez, uygulamaya koyduğu ilk reform adımlarında, ABD’nin şimşeklerini üzerine çekmemek için dikkatli davranıyor ve Latin Amerika toplumunun ortak özelliklerini öne çıkarıyordu. İç gericilik, tekelci sermaye grupları ve ABD emperyalizmi, Chavez’i ortadan kaldırmada kararlı görünüyordu. Ne var ki, sermaye grupları halk nezdinde işbirlikçi bir kesim olarak tanınıyordu, toplumsal dayanakları da oldukça zayıftı.

Dışardan gelen dolarlarla bazı sendikalar fiili olarak satın alındı. Ülke medyası Chavez karşıtı en önemli silaha dönüştü ve karşı-devrimin güçlerini harekete geçirme rolünü üstlendi. Gerici blok Nisan 2002 tarihinde bir darbe yaparak Chavez’i tutukladı. Başbakanlığa Sanayi Birliği Başkanı getirildi ve parlamento feshedildi. ABD bu gelişmelerin ardından “hürriyetin yeniden inşa edildiğini” dünya kamuoyuna duyurdu.

Fakat ABD, aradan bir gün bile geçmeden en büyük fiyaskoyu yaşadı. Yoksul halk Chavez’ì yeniden iktidara taşıdı. ABD, Küba’nın yanı başında en acı yenilgisini tattı. Bu durum Chavez’in politikalarıni cesaretle uygulamaya sokmasını hızlandırdı. Savunma komiteleri, yerel işçi örgütlenmeleri güçlendirildi.

Gericilik bu büyük iflasın ardından üç kez daha darbe girişiminde bulundu, fakat hiçbirinde başarılı olamadı.

Diğer Latin Amerika ülkelerinde alınan yenilgiler

Brezilya seçimleri gündeme geldiği için darbeciler acele ediyorlardı. ABD karşıtı programın seçimlerden başarıyla çıkacağı öngörülüyordu.

ABD emperyalizminin yoğun karşı kampanyasına rağmen Lula seçimin ilk turunda oyların mutlak çoğunluğunu topladı. Milyonlarca topraksız köylü, işçi ve aydınların büyük kesimi, ABD tekellerinin baskısı altında ezilen bazı sermaye grupları ve askerler bu cephede birleştiler.

Lula ABD’nin Brezilya’yı “ilhak etme politikasına karşı tutum alacağını” açıklıyor ve ABD’nin öngördüğü “serbest ticaret anlaşması”nı, yani bütün bölgeyi kapsayan sınırsız sömürü ayrıcaklıklarını reddediyordu. Lula’ya karşı utanmazca bir kampanya başlatan Pentagon gülünç bir duruma düştü. Lula’ya oy verilmemesi için açıktan çağrılar yaptı. Ama ABD seçimde tam bir yenilgi yaşadı. Tüm tehdit ve şantaja rağmen Lula oyların %66’sını, yani 51 milyon kişinin oyunu aldı.

Bu dalga Brezilya ile sınırlı kalmadı. ABD’nin baskı ve tehditlerine rağmen Bolivya’da yapılan seçimlerde İMF diktasına açıktan kafa tutan “sosyalist” aday olarak tanınan Eva Morales, yoksulların, Kızılderili köylülerin ve işçilerin desteğini alarak, beklenmedik bir şekilde en çok oy alan ikinci aday oldu. Burada da ABD açıktan Morales’e oy verilmemesi çağrısında bulundu. Fakat başarılı olamadı. Bolivya emekçileri de bu emperyalist haydutların tehditlerine aldırış etmediler.

Benzer bir süreç Ekvador’da yaşandı. Bu ülkede de ABD’nin politik dayanağı olan geleneksel partiler bir dağılma süreci yaşadılar. İMF ülkenin ekonomik krizden çıkması için para birimi olarak doları devreye soktu. Ne var ki dolar ülke ekonomisini değil istikrara kavuşturmak, tam tersine iflasa sürükledi. Bunun üzerine yoksul Kızıldereli köylüler başkent Kioto’ya yürüyerek yönetime fiilen el koydular.

Kısa süre sonra yapılan seçimlerde, miltimilyoner ve ABD’nin açıktan desteklediği Artura Noboa, yoğun bir kampanyaya ve dolar hovardalığına rağmen, yoksulların adayı olarak tanınan Sabay Gutierrez karşısında tam bir hezimete uğradı. Ekvador’da sermaye halen güçlü bir konumda ve yeni iktidarın hareket alanı sınırlı. ABD yeni hükümeti politikalarına boyun eğmeye zorluyor. Fakat emekçi kitleler ABD’nin varlığına tepki duyuyor ve başkaldırıyor.

Kolombiya ise iç savaşın yaşandığı bir ülke. ABD, bütün askeri, diplomatik ve paramilitarist müdahalelerine rağmen, ülkenin önemli bir bölümünü denetimi altında bulunduran FARC gerillalarının etkinliğini kıramadı.

Önümüzdeki yıl Uruguay’da yapılacak seçimlerde de büyük olasılıkla ABD karşıtı cephe, “Frente Amplis” seçimleri kazanacak.

Peru’da Fujimori yönetimi döneminde başlayan kitlesel gösteri ve direnişler devam ediyor.

Paraguay’da topraksız köylü hareketi, burjuva iktidarı tam bir çıkmaz içine itmiş durumda.

Arjantin, emperyalist politikaların her bakımdan iflas ettiği bir ülke örneği oldu. Kurulu düzenin hiçbir kurumu meşruluğunu koruyamıyor. Burada da İMF politikalarını reddeden peronist geleneğin sol kesiminin adayı ikinci turda seçimleri kazandı. Fidel Kastro bu seçim sonucunu ABD’nin bölgedeki son kalesinin düşmesi olarak niteledi.

Bu gelişmeler ABD’nin bölgedeki egemenlik gücünün sınırlarını gösteriyor. Şili dışında açıktan dayandığı, sonsuz destek aldığı tek ülke bulunmuyor.

ABD’nin bölgedeki etkinliği bir çöküş ve çürümeyi yaşıyor. Nitekim bölgede yaşadığı başarısızlık ve gerilemeden dolayı Latin Amerika’dan sorumlu ABD dışişleri temsilcisi Otto Reich görevinden alındı.

Tüm militarist gücüne rağmen emperyalist saldırganlığın da bir sınır var. Bugün “süper gücün” saldırganlığını pervasızca ortaya koyması bundan, yani çürüyen ve gerileyen emperyalist bir güç olmasındandır.

R. Genç