2 Ağustos '03
Sayı: 30 (120)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi sermaye iktidarı ABD'nin kirli savaş jandarmalığına soyunuyor
  İşbirlikçiler gençlerimizin kanını pazarlıyor!
  Sermaye devleti suç ortaklığına hazırlanıyor!
  AB uyum yasalarının gerçek yaşamda geçerliliği yok!
  Terör devletinin tahkimatı "ince" yöntemlerle sürüyor...
  Özelleştirilmesi planlanan KİT'ler en kârlı ve verimli sanayi kuruluşları...
  TEKEL işçileri özelleştirme saldırısına karşı mücadele ediyor...
  İşçi eylemlerinden...
  Deprem öldürmez devlet öldürür...
  Toplu görüşme değil toplusözleşme!..
  Avrupa Birliği daha fazla işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri/2
  Yeni bir soygun fonu: İşsizlik sigortası
  Irak direnişi emperyalist işgalcileri cephe gerisinde zorluyor
  "Yol haritası" aldatmacasıyla Filistin halkı teslim alınamayacak!
  Almanya'nın Kongo çıkartması...
  Latin Amerika: Amerikan emperyalizmi için büyüyen sorunlar
  Küba'ya boyun eğdiremiyorlar!
  Sağlık-İş Genel Başkanı'nın incileri ve sendika ağalarının gerçeği
  Faaliyetlerden...
  İşbirlikçi olmak istemedim
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Toplu görüşme değil toplusözleşme!..

Grev hakkı için grev!

Kamu emekçileri “memur” kimliğini atıp emekçi kimliğini kazandıktan sonra başta grevli-TİS’li sendika hakkı talebiyle ve fiili-meşru eylemlerle sendikalarını kurdular. KESK yönetimi izlediği uzlaşmacı mücadele çizgisi ile 4688 sayılı yasakçı yasaya zemin hazırladı.

KESK yönetiminin tabanın tepkisiyle karşılaştığı her durumda, umutlarının “kırıldığı” her dönemde kullandığı “yasaya rağmen” ifadesinin ne anlama geldiğini pratik sürecin son bir yıllık tablosu göstermektedir. Kamu emekçilerinin son bir yılda uğradığı ekonomik, sosyal, demokratik hak kayıplarına rağmen KESK yönetiminin izlediği mücadele yöntemi değişmemiştir.

KESK yönetiminin 2002 TİG değerlendirmesi

KESK yönetiminin ‘02 yılı toplu görüşme (TİG) değerlendirmesi “yasaya rağmen” ile “yasa aslında bir kazanımdır” çelişkisini ortaya seren ifadelerle dolu. Elbette bu KESK yönetiminin “deneyimsizliği”nden kaynaklanmıyor. Taslak henüz yasalaşmadan KESK yönetimi tarafından “kabul” görmesinden, kapıldıkları boş hayallerden kaynaklanıyor. Uzlaşmacı yönetim, güç olmak için sahte bir yasaya değil de emekçilerin öz gücüne yaslanmış olsaydı bugün yaşananlar çok farklı olurdu.

2002 TİG değerlendirmesinde, “yetkiyi” alan KESK olmasına rağmen üye bildirimlerinde sendikaların ifadesi dikkate alındığı ve Çalışma Bakanlığı’nın verileri de sağlıksız olduğu için mahkemeye başvurulduğu belirtiliyor. Sonrasında ise KESK’in görüşme sürecine katılması şu şekilde gerekçelendiriliyor: “Toplu görüşmelere katılacak sendika ve konfederasyonlar, yasada da açık biçimde ifade edildiği gibi, mahkeme sonuçlanınca kesinleşecekti. Ancak, işveren, mahkeme sonuçlanmadan toplu görüşme sürecini başlattı. Çalışma Bakanlığı’nın sağlıksız verileri esas alınarak Yüksek İdari Kurul toplandı. KESK’in ve üye sendikalarının bugüne kadar sürdürdüğü mücadele çizgisi ve meşruluğuyla, çalışanlar gözünde zaten ‘yetkili’ olduğu gerçeğinden hareketle, görüşmelere katılmamanın kamu emekçileri açısından olumsuz noktalarını da görerek toplantılara katılma kararı alındı.”

Çalışanların gözünde zaten “yetkili” bir KESK gerçeği varken hükümetle görüşmelerde taraf olamama kaygısıyla, hiçbir anlam ifade etmeyen ve yaptırımı olmayan bir görüşme sürecinde KESK yönetimi böylesi bir olanağı kaçırmak istemiyor. Peki kaçırılan ne? İki milyon kamu emekçisinin sınıfsal çıkarları mı? Yoksa KESK yönetiminin dar grup çıkarları mı?

Görüşme sonrası ortada kazanım olarak sunulan, hükümetin öngördüğü 75 milyon ücret artışına “kararlılıkla” karşı çıkılması ve en sonu 100 milyona imza atılması gerçeği var. Böylece 2 milyon kamu emekçisinin çıkarı 25 milyon gibi komik bir rakama indirgenmiş oluyor.

Bu komediyi bir “kazanım” olarak pazarlamak büyük bir maharet gerektirdiği için değerlendirmede bir dolu laf kalabalığına başvuruluyor. Savunulacak bir tarafı olmayan yasanın ne denli kısıtlayıcı ve baskıcı maddelerle dolu olduğundan dem vuruluyor: “Kamu emekçilerinin haklı ve meşru taleplerinin toplu görüşme sürecinin her kademesinde benzer uygulamalarla karşılaşması, yasanın yaptırım gücünün olmayışı ve son sözü bakanlar kuruluna vermesinden kaynaklanmaktadır. Ancak KESK’in toplu görüşme sürecinde bu yasanın sınırlarını zorlayan mücadeleci çizgisi hükümeti zora sokmuştur ve hükümeti kamu emekçilerinin taleplerini kısmen de olsa karşılamaya ve kendilerine IMF tarafından çizilen sınırlar çerçevesinde ama bu sınırları geçmeden olanaklarını zorlamaya itti.”

“Konfederasyonumuzun kararlı tutumu ve eylemlerinin de etkisiyle hükümet, iyileştirme zamlarına yönelik 75 milyon TL olan iyileştirme önerisini 100 milyona çıkarmak zorunda kaldı.”

Daha sonra değerlendirmede yer alan ifadeler ise hayli ilginç: “Toplu görüşmelerde mali haklar dışındaki diğer konuların -işveren heyetinin yetkisi olmadığından hareketle- Bakanlar Kurulu’na ‘temenni’ olarak sunulması benimsendi. Dolayısıyla en az ücretler kadar önem taşıyan izinler, atamalar, yer değiştirme, meslek hastalıkları, kreş, çalışma saatleri gibi birçok konu Bakanlar Kurulu’nun dikkatine sunuldu. Oysa yasa, toplusözleşme hakkına yer vermiş olsaydı; toplu pazarlığın ardından uzlaşılan konularda tarafları bağlayıcı bir metin imzalanacak; ücretlerimiz ve diğer çalışma koşullarımızın belirlenmesinde son söz hakkı işverene bırakılmayacaktı.”

“Oysa yasa...” ile başlayan cümle ibret-i alemlik. Yasa mecliste görülüşürken altı boş eylem kararları alan, kitleleri alanlara “çağırıp-gönderme” taktiği ile yoran, yıldıran aynı yönetim değil miydi? Bu sözler devletten, sermayeden, AB’den kısaca kendi öz gücü dışındaki güçlerden hak dilenen bir anlayışın beklentisini dile getiriyor. “Hak verilmez alınır” şiarını temel mücadele yöntemi olarak benimsediğini iddia eden bir yönetimin “oysa yasa... olsaydı” diye hayıflanması ihanetine bir işaret olabilir ancak.

Değerlendirmede görüşme süreci üzerine kaleme alınan şu ifadeler can alıcı noktalardan birini oluşturuyor: “Teknik hazırlıkların tamamlanmasından sonra 26.08.2002 tarihinde yapılan 2. toplantıda da işveren tarafı mali haklara ilişkin hazırlıksız geldi. Bu hükümetin toplu görüşmeye yüklediği anlamı gösteriyordu. Bu süreci sadece bir görüşmeden ibaret olarak gördükleri açıktı.” KESK yönetiminin yaşadığı hayal kırıklığı bu satırlarda kendini tümüyle dışa vuruyor. Devlet, sahte yasayı çıkarmak için reformist yönetimin ağzına bir parmak bal çalmış, “artık sizi muhatap kabul edeğiz, sizinle görüşeceğiz” demişti. Havuç-sopa taktiğini kullanan devlet, kamu emekçilerini alanlarda devlet terörüyle ezmeye çalışırken reformist yönetime karşı ise “sahte yasa”yı kullandı. Devlet terörüyle yüzyüze kalan kamu emekçileri militanlaşırken, uzlaşmacı yönetim sahte yasanın gereklerini yerine getirmek için tümüyle hizaya girdi. Elbette bu tek başına devletin becerisinden kaynaklanmıyor. Bunun arkasında KESK yönetiminin uzlaşmacı tutumu, hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek yerine ücret sendikacılığını benimsemesi yatıyor. Zaten yasa hükümetle “gouml;rüşme yetkisi”nden öte bir anlam taşımıyordu. Yasanın doğal bir sonucu olarak hükümetin “görüşme”yi “görüşme”den ibaret olarak görmesinde ne şaşılacak ne de hayıflanacak yeni bir durum yok.

Metinde “Toplu görüşmeleri nasıl değerlendiriyoruz” başlığı altında ifade edilenler ise sahte yasanın KESK yönetimi tarafından hala kabul gördüğünü, “yasaya rağmen” şeklinde kullanılan ifadelerin göz boyamadan başka bir anlam ifade etmediğini gösteriyor: “KESK ve üye sendikaların yıllardır sürdürdüğü sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinin sonucunda, siyasi iktidar kamu emekçilerinin ‘sendikalaşma’ hakkını kabul etmek zorunda kaldı.”

Değerlendirme bildik ama somutlanmayan ifadelerle devam ediyor: “İşverenin, önümüzdeki dönemde KESK ve üye sendikalarımıza rağmen tek yanlı karar alması ya da taleplerimize kulak tıkamasının engellenmesi, izleyeceğimiz mücadele hattıyla ve örgütlü gücümüzün büyümesiyle doğrudan ilintilidir. Konfederasyonumuzun toplu görüşmeleri fiilen toplusözleşmeye çevirme perspektifi de bunu gerektiriyor.”

Toplu görüşmenin fiilen nasıl toplusözleşmeye çevrileceği yeterince açıktır. Sendikaları “dernekleştiren” yasa eğer fiilen boşa düşürülmek isteniyorsa, fiili grev ve direnişlerle kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal ve demokratik hakları kazanılıncaya kadar mücadeleye devam edilerek. Tabii ki bunun için devrimci bir mücadele programı oluşturulmalı ve buna uygun bir pratik sergilenmeli. İşyerleri “yetki yarışı” kaygısıyla üye yapmak için değil grev ve direnişleri örgütlemek için gidilen alanlar olarak görülmeli.

“Mücadelelerle dolu bir yıl...”

TİG değerlendirmesinden sonra KESK yönetiminin toplu görüşmeleri fiilen toplusözleşmeye çevirmek için nasıl bir mücadele yöntemi izlediğine bakmak gerekiyor. KESK’in Sesi gazetesinin 56. sayısında “2002 yılı Mücadelelerle dolu bir yıl...” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda 11 Ocak’tan 30 Aralık’a geçen sürenin dökümü yapılmış. Sayfalar süren metin kamu emekçilerinin mücadelesini değil Sami Evren ve KESK yönetiminin nasıl bir mücadele yöntemi izlediğini anlatıyor. Birkaç basın açıklaması dışta tutulursa tüm metin TBMM Başkanı’na verilen imza metinlerinden, S. Evren’in Cumhurbaşkanı ve dönemin başbakanı Ecevit ile yaptığı görüşmelerden, yine S. Evren’in uluslararası ve ulusal düzeyde katıldığı toplantı ve etkinliklerin dökümünden, kokart takma eylemlerinden, hük&uul;met yetkilileri ile yapılan görüşmelerden ve onlara gönderilen faks metinleri ve mektuplardan vb. oluşuyor. 1 Mayıs, 8 Mart gibi tarihsel anlamı ve önemi olan eylemlerde ise yine S. Evren’in ne yaptığını öğreniyoruz: “1 MAYIS: Konfederasyonumuz Emek Platformu bileşenleriye birlikte 1 Mayıs etkinlikleri düzenledi. Genel Başkanımız, İstanbul’da yapılan 1 Mayıs mitinginde bir konuşma yaptı.”

KESK yönetimi ve Genel Başkanı’nın günlük ve rutin işleri konfederasyonun ve kamu emekçilerinin mücadele yılı olarak sunulmuş.

BASK’ın yaptığı bir araştırmada, kamu emekçilerinin maaşının 40 yılda temel gıda maddeleri karşısında ortalama %47 oranında reel kayba uğradığı belirtiliyor. Bu sadece ekonomik hak kayıplarının bir yönü. Sürgünler, soruşturmalar, iş güvencesine yönelik saldırılar, özelleştirmeler vb. düşünüldüğünde kamu emekçilerinin yaşadığı hak kayıpları, yüzyüze kaldığı saldırılar her geçen gün artıyor.

Yine aynı yönetimin 30 Haziran ‘02 tarihli Danışma Kurulu toplantısında yaptığı tespitler var: “Kamunun yeniden yapılandırılması operasyonunda çalışma koşullarında köklü değişikliklerin gündeme getirildiğinin altını çizen atölye sunuşlarında, esnek çalışma biçimleri; taşeronlaştırma, norm kadro vb. uygulamalar, performansa dayalı çalışma biçimi, toplam kalite yönetimi, re’sen emeklilik, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, bölge müdürlüklerinin kapatılması gibi bir dizi alanda yapılan saldırılar vurgulandı.”

Sermaye hükümetinin işçi ve emekçiler için saldırı niteliği taşıyan bir programı ve takvimi bulunuyor. Üstelik bu saldırılar devletin devamlılığı ilkesine dayanıyor. İMF’ye verilen sözler başa gelen her düzen partisinin programında yer alıyor. Kamunun tasfiyesi ve yeniden yapılandırılmasını öngören düzenlemeler mevcut hükümetin de parti programında bulunuyordu. Tıpkı kendinden önceki hükümetlerin programında yeraldığı gibi. Meclis yıl sonuna kadar yasalaşması için bir dizi saldırı yasasının çalışmalarına hız vermiş durumda. Düzen cephesi bunu saklamadığı gibi emek cephesi de durumun farkında.

Emek cephesinin bir bileşeni olan KESK yönetimi süreci göğüsleyecek ne yapıyor? ‘03 yılını bir önceki yıldan ayıran bir hazırlık süreci henüz görünmüyor. KESK yönetimi, kamu emekçilerine “oldu bitti” mantığıyla dayatılan 47 milyonluk ücret artışına itiraz etmek için, “2003 yılı Bütçe Yasası’na aykırı hareket ettiği” gerekçesiyle AKP hükümetine dava açmakla uğraşıyor. Kısaca yine baştan savmacı bir tutumla işyerlerinden kopuk sözde eylemlerle süreç geçiştirilmeye çalışılıyor.

Grev hakkı için grevi örgütleyelim!

Yasa gereği 15 Ağustos’ta başlaması gereken görüşme süreci öncesinde hükümet 47 milyonluk sadakayla kamu emekçilerinin ücretine zam yapmış oldu. Geçen yıl olduğu gibi görüşme gereği dahi duymadı. Bu durum elbette geçen yıl kamu emekçileri hareketi cephesinde yaşanan durgunluk ve dibe vurmuşlukla ilgili. KESK yönetimi 15 Ağustos’ta başlayacak görüşme sürecine yine yönetim düzeyinde aldığı içi boş eylem kararlarıyla hazırlanıyor. KESK yönetimi “söke söke kazanması” gereken grev hakkını hükümetten dilenmeyi planlıyor. 23 Ağustos’ta Ankara’da miting yapacağını duyuran KESK yönetimi, alanlarda açmayı planladığı “grev” çadırıyla “yasayla sınırlı” bir eylem takvimine hazırlanıyor. Kamu alanına dönük ciddi saldırı planları varken KESK yönetminin mücadele yöntemi olarak kullanacağı “grev” hakkını hükümetten talep etmesi reformist-uzlaşmacı politikaların iflasına yeni bir gösterge sayılmalıdır.

Yukarıdaki tablo KESK yönetiminin “yasaya rağmen” iddiasının hiçbir ciddiyet ve gerçeklik taşımadığını özetliyor. 2003 yılının bir önceki yıla benzememesi, gerçek bir mücadele yılı olması için “uzlaşmacı yönetime” rağmen öncü kamu emekçilerinin harekete geçmesi gerekiyor. Öncü kamu emekçileri uzun soluklu mücadele programı ve birbirini aşan eylem biçimleri ile süreci göğüsleyecek bir pratik çalışma sergilemek durumundalar.

İşyerindeki emekçilere, bugüne kadar yapılan yüzlerce basın açıklamasının, hükümet yetkilileriyle yapılan görüşmelerin, sayfalar dolusu faks metinlerinin hak kazandırmadığı gibi hak kayıplarına neden olduğu bıkmadan usanmadan anlatılmalıdır. Sermaye hükümetini daha da cesaretlendiren, kamu emekçilerinin sendikalara ve mücadeleye karşı duyduğu güvensizliğin nedeni olan KESK yönetiminin reformist-uzlaşmacı mücadele anlayışı mahkum edilmelidir. Uzlaşmacı anlayışa karşı geniş emekçi kitlesi sendikalara sahip çıkmaya ve mücadeleye çağrılmalı, “grev çadırı”nın alanlarda değil öncelikle işyerlerinde kurulması gerektiği çeşitli araç ve yöntemlerle anlatılmalıdır.



İşçi ve emekçi eylemlerinden...

Yeni Çeltek Kömür İşletmesi’nde grev...

Yozgat’ta bulunan Yeni Çeltek Kömür İşletmesi’nde çalışan 67 maden işçisi greve çıktı. Maden-İş Sendikası Sorgun Şube Temsilcisi; “Asgari ücretle çalışan arkadaşlarımız var. İşveren %5’lik bir artış öngördü. Bu kabul edilemez teklif karşısında yasal hakkımızı kullanıp greve gittik” açıklaması yaptı ve genel merkez düzeyinde işverenle görüşmelerin devam ettiğini belirtti.

Haber-Sen üyesi emekçiler özelleştirmeye tepki gösterdi...

Haber-Sen üyesi emekçiler 30 Temmuz günü Ankara ve Adana’da yaptıkları eylemlerle özelleştirme saldırısını protesto ettiler.

“Bazı kanunlarda ve Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Kanun Tasarısı”nın iptali talebiyle Kızılay Postanesi’nden milletvekillerine faks çeken emekçiler “Telekom halkındır satılamaz!”, “Bu ülke bu halk satılık değil!” sloganlarını attılar. Burada yapılan konuşmanın ardından Türk Telekom İl Müdürlüğü önünde toplanan üyeler oturma eylemi yaptılar. Eylemde sık sık, “Telekom halkındır satılamaz!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!” sloganları atıldı. Telekom İl Müdürlüğü kapısına, “Telekomu sattırmayacağız!” yazılı afiş asıldı.

Adana Haber-Sen 2 No’lu Şube’de yapılan basın açıklamasında ise “özelleştirmelere karşı seyirci kalma” çağrısı yapıldı.

Eğitim emekçileri özelleştirme politikalarını protesto etti...

30 Temmuz günü Milli Eğitim Bakanlığı önünde toplanan Eğitim-Sen üyeleri AKP’nin özelleştirme politikalarını bakanlığın önüne siyah çelenk bırakarak protesto ettiler. Konuşma yapan Eğitim-Sen Genel Başkanı “İktidara geldiğinden bu yana eğitimi paralı hale getirmeye çalışan, eğitimin kamusal bir hak olduğunu unutturmaya çalışan AKP iktidarını ve onun Milli Eğitim Bakanı’nı protesto etmek amacıyla bu siyah çelengi bırakıyoruz” dedi.

Validebağ Öğretmenler Hastanesi çalışanlarının eylemi...

Validebağ Öğretmenler Hastanesi’nin SSK’ya devredilmesini protesto eden Eğitim-Sen 2 No’lu şubeye üye emekçiler, 29 Temmuz günü hastane bahçesinde toplanarak eylem yaptılar. Hastane çalışanlarının da katıldığı basın açıklamasında, hastanenin önce SSK’ya devredilip sonra sermayeye peşkeş çekilmek istendiği, bu kirli oyuna son vermek için mücadele edileceği vurgulandı. Eyleme 250 kişi katıldı.