2 Ağustos '03
Sayı: 30 (120)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi sermaye iktidarı ABD'nin kirli savaş jandarmalığına soyunuyor
  İşbirlikçiler gençlerimizin kanını pazarlıyor!
  Sermaye devleti suç ortaklığına hazırlanıyor!
  AB uyum yasalarının gerçek yaşamda geçerliliği yok!
  Terör devletinin tahkimatı "ince" yöntemlerle sürüyor...
  Özelleştirilmesi planlanan KİT'ler en kârlı ve verimli sanayi kuruluşları...
  TEKEL işçileri özelleştirme saldırısına karşı mücadele ediyor...
  İşçi eylemlerinden...
  Deprem öldürmez devlet öldürür...
  Toplu görüşme değil toplusözleşme!..
  Avrupa Birliği daha fazla işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri/2
  Yeni bir soygun fonu: İşsizlik sigortası
  Irak direnişi emperyalist işgalcileri cephe gerisinde zorluyor
  "Yol haritası" aldatmacasıyla Filistin halkı teslim alınamayacak!
  Almanya'nın Kongo çıkartması...
  Latin Amerika: Amerikan emperyalizmi için büyüyen sorunlar
  Küba'ya boyun eğdiremiyorlar!
  Sağlık-İş Genel Başkanı'nın incileri ve sendika ağalarının gerçeği
  Faaliyetlerden...
  İşbirlikçi olmak istemedim
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kastro AB emperyalizminin ikiyüzlülüğünü mahkum etti...

Küba’ya boyun eğdiremiyorlar!

Avrupa Birliği Haziran ayı başında aldığı bir kararla Küba’ya karşı bundan böyle ekonomik ve politik yaptırımlar uygulayacağını açıkladı. Bu karara neden olarak Küba yönteminin rejim karşıtı kişilere karşı uyguladığı baskı ve reformlara karşı katı tutum gösterildi. İnsani yardımların devamının ancak bu adımlar atıldıktan, belli ekonomik-politik koşullar yerine getirdikten sonra hayata geçirileceği duyuruldu.

AB ilk kez ABD’nin Küba politikasını onaylarcasına bu kararı aldı. Bu kararın alınmasında en önemli etkenin ABD’ye uşaklığıyla tanınan emperyalist dünyanın en aşağılık simalarından İspanya devlet başkanı Aznar ve İtalyan başbakanı Berlosconi olduğu biliniyor. Bu kararın hazırlık sürecinde Fidel Kastro AB Parlamentosu’nu birkaç kez uyarmıştı. Bu karar, ekonomik boyutundan öte, Küba’yı politik olarak köşeye sıkıştırmayı, içerdeki ajan şebekesini cesaretlendirmeyi amaçlıyor.

Bu çerçevede daha önce Küba dış temsilciliklerine karşı çeşitli provokasyon girişimlerinde bulunulmuştu. Bunun en bariz örneği Fransa’da yaşandı. Sınır Tanımayan Gazeteciler üyeleri, Küba’da yargılanın bazı rejim karşıtı “meslektaşları”nın durumuna sözde dikkat çekmek için Küba konsolosluğu önünde gösteri yaparak bir kavganın çıkmasına neden oldular. Emperyalist haydutlar Doğu Bloku’nun çöküşünden sonra Küba’nın uzun süre dayanamayacağını hesaplıyor, açık müdahale gerekmeksizin kendiliğinden pes edeceğini düşünüyorlardı. Ama bu özlemleri kursaklarında kaldı. Küba halkı emperyalist haydutlara inat insan iradesinin gücünü sergileyerek, Latin Amerika kıtasında çekim merkezi olma konumunu korudu. Emperyalist sabotaja, ekonomik ve politik ablukaya rağmen, duuml;nyada güç dengelerinin aleyhlerinde olduğu bir dönemde Fidel Kastro devrimin en önemli silahını kullandı, kitleleri harekete geçirmeyi başardı.

Fidel Kastro 26 Temmuz günü, AB’nin aldığı bu kararı, devrimin başlangıç tarihin sayılan Monca da kışlasına saldırının 50. yıldönümünde onbinlerin önünde yaptığı bir konuşmayla net bir dille teşhir etti.

“Avrupa Birliği politik diyaloğun süreceğini iddia ediyorsa, hayal görüyordur. Bir halkın iradesi ve onuru hiçbir kimseyle tartışılamaz, özellikle de eski sömürgeci bir grupla...”

Bu sözler AB’li emperyalistlerin suratına bir şamar gibi patladı. Bu yılın Mart ayında AB Havana’da bir temsilcilik açmış ve AB’nin ekonomik gelişmeden sorumlu Danimarka komiseri Paul Nielson Küba ile ilişkilerde “yeni bir dönem” den sözetmişti. Ancak Başkan Fidel boyun eğmeyen tavrıyla emperyalist Avrupa’nın şimdiki “yeni dönem” politikasını boşa çıkarttı. İçişlerine müdahale olarak nitelendirdiği yaptırımları hain, aşağılık ve ben merkeziyetçilik olarak adlandırdı. Fidel Kastro devrimin kazanımlarını, sağlık, konut, eğitim alanında son 50 yıldır elde edilen başarıları saydıktan sonra, Latin Amerika ve dünyanın diğer kıtalarında vahim boyutlara ulaşan sefaletin baş sorumlusunun emperyalistler olduğunu, demokrasi havarisi kesileceklerine bu durumun sorumluluğunu üslenmeleri gerektiğini vurguladı.

Fidel Kastro, Aznar ve Berlusconi’yi faşist ideolojinin yönlendirdiği figüranlar olarak nitelendiriyor ve Aznar tarafında hazırlanan bu yaptırımların ABD dışişlerinin imzasını taşıdığını söylüyor.

Berlusconi son altı ay içinde daha önce anlaşmaya varılan 40 milyon Euro tutarındaki ortak projeleri iptal etti. Fidel Kastro “bu ikiyüzlü, aşağlık politikalara boyun eğmiyoruz ve bundan böyle Avrupa Birliği’nin yardımlarını reddediyoruz” diyor ve sadece politik koşullara bağlı olmayan dayanışma kuruluşlarının insani yardımlarına açık olacaklarını belirtiyor. AB tarafından Küba’ya 15 milyon Euro insani yardım vaadedilmesine karşın rağmen, bugüne kadar sadece 400 bin Euro verildi. Küba artan politik dayatmalardan dolayı AB ile bazı ticari anlaşmaları Haziran ayının başında iptal etti.

AB Küba’ya karşı ABD’ye paralel bir stratejiyi gündeme getirmiş bulunuyor. Bu nedenle Fidel Kastro ABD’ye karşı net politikasını AB’ye karşı da açıktan ilan etti. Bu, AB’nin Küba politikasının iflası anlamına geliyor. Fidel Kastro diyalog koşullarını bundan böyle biz belirleyeceğiz diyor ve AB temsilciliklerinin ajanlarla ilişki kurmalarının kabullenilemiyeceğini belirtiyor:

“Onurunu, iradesini savunan bir halkın, devrimin ateşini taşıyan bir bilincin başını eğmek mümkün mü? Bu ‘eski sömürgeci’ gurup hala tarihsel bir yanılgının içinde. Devrimini savunmasını bilen bir halkı yenmek kolay mı? Hem de devrimin ateşinden ölmek varken!”

Küba’nın yaşaması için dayanışmayı yükseltmek görev ve sorumluluğu işçi ve emekçilerin önünde duruyor.



Direnişleri 3. ayına giren Ağartıoğlu
deri işçileriyle konuştuk...

“Direne direne kazanacağız!”

- Direniş sürecinizi anlatır mısınız?

1. işçi: Biz ilk defa böyle bir hak alma eyleminde bulunuyoruz. Burada arkadaşlar arasında kaynaştık. Paylaşmayı, arkadaşlığı öğrendik. İşçi sınıfının başaramayacağı bir şey olmadığını, işçiler birleşirse ancak bunun mümkün olduğunu öğrendik. Organize’de ilk defa böyle bir hak alma eylemi olduğu için biraz tecrübesiziz. Aramızda bilgili insanlar da var tabii. Ama biz o fabrikaya dönerek sendikalı olarak çalışacağımıza inanıyoruz.

2. işçi (bayan): Biz Ağartıoğlu deri işçileri, direnişteki işçiler olarak işyerinde insan muamelesi görmediğimiz, ustalarımızın küfürlerine ve hakaretlerine maruz kaldığımız için, kısaca çok baskı gördüğümüzden dolayı, bunlara dur demek için direnişe başlamamız gerekiyordu. Bundan ötürü sendikaya üye olduk. Biz 65 gündür direniyoruz ve sonuna kadar da direneceğiz. Arkadaşlarımızla birlik, mücadele ve zafer diyoruz. Sonuna kadar götüreceğiz bu işi. Bütün işçi sınıfının desteğini bekliyoruz. Ve “ot geldik saman gitmeyeceğiz” diyoruz. Deri işçisi köle değildir.

3. işçi: 65. günündeyiz direnişimizin. Sendikalı olduğumuz için patron bizi işten attı. Bizim amacımız serbest bölgeye sendikayı sokmak. Sendikacılarımız “direniş her zaman için okuldur” diyorlardı. Şu an burada bir okul havasındayız. Fabrika içinde çalışırken işçiler arasındaki rekabetten dolayı herkes birbirine kötü gözle bakıyordu. Kimse kimseyle samimi değildi. Ama buradaki ortamda arkadaşlar birbirleriyle anlaşmayı öğrendiler. Bu çok önemli bir şey. Ufak tefek sorunlar da oluyor. Emeğini günlük olarak satıyorsun. Çalışırsan evine ekmek götürüyorsun, çalışmazsan yok.

Burada ekonomik koşullardan dolayı bazı sorunlar da oluyor. Bazı sendikalardan yardımlar geldi. Ama bu yeterli değil. İzmir genelinde 48 tane sendika şubesi var. 48 şubeden gelen yardım çok az. Sınıfın daha çok bilinçli olması için sendikaların biraz daha duyarlı olması gerekiyor. Zaten bizim başka dayanacak bir yerimiz yok. Ya sendika olacak ya da işte kamuoyu oluşturmak için basın bir görev üstlenecek. Boyalı basın gelmiyor zaten. Onlardan bir şey beklemiyoruz. Gelenler de belli kesimler. Ne zaman buraya ünlü birini getireceksin, rehin tutacaksın, ondan sonra boyalı basın gelir. Bize destek veren sendikalara, basına, siyasi partilere teşekkür ediyorum.

4. işçi: Bizim burada durmamızın nedeni belli bir kuruluşa üye olmak değil. Bizim tek amacımız sendikalı bir işte çalışmak. Yarınımızı düşünerek bu işleri yapıyoruz. Ve bizim gibi başkalarının da bu işe duyarlı olmasını istiyoruz. Biz burda duruyorsak, sesimizi duyan herkesin dikkatini çekmek istiyoruz. Sizlerin yardımıyla daha fazla durabiliriz, vereceğiniz yardıma göre kazanacağımıza eminiz.

- Bu süreçte ne gibi baskılarla karşılaştınız?

1. işçi: Polis baskısı var. Evlerimize kadar takip ediliyoruz. Amaçlarının bizleri yıldırmak, bu direnişten vazgeçirmek olduğunu düşünüyoruz. Ama sonuna kadar direneceğiz, direne direne kazanacağız!

- Sendikadan destek alıyor musunuz?

1. işçi: Maddi-manevi her türlü yardıma hazırız demişlerdi. İlk 15-20 gün içinde birçok sendika geldi. Fakat verilen sözler tutulmadı. İlk günler geçtikten sonra unutulduk, uğramadılar yani. Tabii destek veren sendikalar da var. Deri-İş maddi-manevi destek veriyor. Burada maddi ihtiyacı çok olan birçok arkadaşımız var. Ne olursa olsun 65 gündür, iki aydır buradayız, direnişteyiz. Hiçbir destek almadan ayakta duruyorsak, bir sene daha duracağımıza inanıyorum. İşyerine sendika girecek, başka yolu yok!

- Dayanışma etkinliğiniz hakkında bilgi verir misiniz?

1. işçi: 20 Temmuz’da yaptığımız bir etkinlik vardı. Bu etkinlikte de halkımızın desteği, ilgisi oldukça büyük oldu. Halkımız arkamızda olduğu müddetçe kazanacağımıza inanıyorum. Etkinliği yapma amacımız, ailelerin kaynaşması, sesimizin duyulması, kamuoyu oluşturmaktı. Bunu da yaptık, amacımıza ulaştık. Beklediğimizden daha kalabalık oldu dayanışma etkinliğimiz.

SY Kızıl Bayrak/İzmir