Meclis, AKP hükümetinin sunduğu yabancı ülkelere asker gönderme ve yabancı askerleri ülkeye kabul etme konusunda yetki talep eden tezkereyi reddetti. Anılan yetki tezkeresinin ABDnin saldırı planlarında ve TCnin Güney Kürdistanı işgal hareketinde önemli bir yer tuttuğu sıkı sık vurgulanıyordu. Hükümet ve devletin gerçek iktidar organları, ABD ile yaptıkları sıkı pazarlıklarda tezkere ve genel olarak çeşitli eylemlerle kendisini gösteren kamuoyu baskısını bir koz olarak kullanageldiler. Pazarlıklar ekonomik konularda yapılıyormuş izlenimi verilmeye özen gösterilse de, TCnin esas dayatması, Güney Kürdistanı kendi çizgisi doğrultusunda şekillendirme noktasında düğümleniyordu. Amaçları belliydi: Güneydeki bütün kazanımları bir askeri işgal temelinde ortadan kaldırmak ve içi boşaltılmış bir özerklikle 991 öncesi Irakı yeniden geri getirmek!
Savaş tezkeresi meclis tarafından reddedildi. Şimdi ne olacaktı? Hem Güney Kürdistana ilişkin işgal planları ve hem de ABD ile ilişkiler konusu, ABDnin Kuzey cephesi senaryoları... Tezkerenin neden ve nasıl reddedildiği, bunun demokrasi ile ilişkili olup olmadığı konuları ayrı bir tartışma konusudur, biz burada bu konulara pek girmeyeceğiz. Daha çok bu reddedişin savaş planları üzerindeki etkilerini kısa ve öz olarak vurgulamaya çalışacağız.
Belli ki tezkerenin reddedilişinin siyasal faturası Gül hükümetine çıkarılmaya çalışılıyor, ordu, sivil bürokrasi ise sorumluluk dışında tutulmaya özen gösteriliyor. Dış ilişkiler açısından da durum böyle. Yani fatura mevcut hükümete kesiliyor. Bir yandan da bu karardan azami fayda elde etmeye çalışıyorlar.
Peki, savaş tezkeresinin reddi, TCnin Güney Kürdistan planlarını ve ABDnin saldırı hareketini engeller mi? Ne kadar?
Bize göre bu aşamada esas olarak üzerinde durulması gereken temel soru budur!
Tezkerenin reddi hiç kuşkusuz ABDnin hoşuna giden bir karar olmadı. Bu onun somut hareket tarzını, birlik ve güç aktarımını belli ölçülerde ters yönde etkiler. Aynı zamanda siyasal ve moral açıdan da olumsuz etkide bulunmuştur. Bu karar, karşı duruşta yer alan güçlere siyasal ve moral destek sunmuştur. ABD açısından olumsuz etkileri çok açıktır. Aynı durum TC açısından da böyledir. Güney işgal hareketinin daha şimdiden yasal dayanaktan yoksun kaldığı ortadadır. Bu işgal hareketi Türkiye kamuoyu açısından biraz daha tartışmalı hale gelmiştir.
Ancak bütün bunlara rağmen savaş tezkeresinin reddi ne ABDnin savaş planlarını engelleyebilir, ne de TCnin Güney işgal hareketini... Savaşa yasal zemin ve dayanak hazırlamak için, TCnin egemen olduğu toprakları bir saldırı üssü haline getirmek için yeni tezkereler hazırlayıp meclise sunabilirler. Kendilerinin de açıkladıkları gibi bu konuda birçok seçenek deneyebilirler. Eğer yeni bir savaş tezkeresini meclise getirirlerse bu kez işi daha sıkı tutmaya özen gösterecekler, işi şansa bırakmayacaklardır.
Savaş tezkeresinin reddedilmiş olmasına rağmen ABDnin asker ve askeri malzeme sevkiyatı devam ediyor. Yine TC, Güney Kürdistan işgalini gerçekleştirmek için bütün askeri hazırlıklarını yapmış bulunuyor. Zaten öteden beri hatırı sayılır bir gücü Güneyde bulunduruyordu, bunlara yenileri eklenmiş bulunuyor. Yani zaten saldırı ve işgal süreci fiilen devam ediyor, buna uygun yasal kılıflar hazırlayacakları da kesindir.
Bu noktada Güney Kürdistanda kitlesel gösteriler, eylemler gündeme geldi. Aslında zamanlama olarak biraz gecikmiş eylemlerdir. Belli ki Güneyli güçler, Güneyli Kürtler TCnin tehlikesini çok daha somut olarak anladılar, tehlikenin çok yakın ve yakıcı olduğunu, yeni bir Cezayir Anlaşmasının kapıda olduğunu görmeye başladılar. Bu nedenle anti-sömürgeci duyarlılıklarını en üst düzeyde dillendirmeleri önemlidir, hem ulusal güçlerin birliği ve mücadele morali açısından, hem de saldırganı biraz da olsa düşündürtmek bakımından... Yine bu dönemde KDP ve YNKnin en üst düzeyde güçlerini birleştirmeleri, Ortak bir liderlikte buluşmaları gündemdeki tehlikeleri önlemede önemli bir işlev görebilir. Kürtlerin istemlerini ve duyarlılıklarını ifade eden eylemlerin gelişmesi önemlidir, yie güçlerin ortak bir stratejide birleştirilmesi de gereklidir. Ancak yine de bir savaş, saldırı ve işgal ortamında bu adımların kendi başına yetmeyeceği ortadadır. Ortaya çıkan fırsatlardan yararlanmak bir şeydir, ama güç, inisiyatif, kendine ait duruş çok daha belirleyicidir. Niyetlerinden, düşüncelerinden bağımsız olarak stratejik duruş, inisiyatif konusunda önemli zaafları var. Ve bu zaaflar yeni Cezayir Anlaşmalarına zemin sunabileek zaaflardır. Umarız ve bekleriz ki, bu zaaflar yerine halkın gücünü ve desteğine dayanarak daha özgür ve bağımsız bir duruş, inisiyatif gerçekleştirilir, başta emperyalist devletlerin olmak üzere tüm yabancı güçlerin Kürdistan emelleri bu bağlamda etkisizleştirilir!..
Stratejik duruşlarındaki zaaflar, dünya halklarıyla ilişkilere de yansıyor. Kürtlerin özgürlük istemleriyle, özgürlük kazanımları ve mevzilerini koruma, savunma hareketiyle neden dünya çapında bir enternasyonal buluşma sağlanamıyor? Bu soru çok önemli. Biz Kürtlerin, onların politik ve düşünen beyinlerinin üzerinde çokça durmaları gereken bir sorudur! Sadece sorumluluğu dışımızdakilerle açıklamak ne kadar doğrudur? Tamam, enternasyonal hareketin, somut olarak savaş karşıtı hareketin, onun çeşitli bileşenlerinin sayısız zaafı, kusuru sayılabilir... Biz kendimizi ne kadar anlatabildik, ne kadar taşıyabildik, ne kadar dinletebildik?
Devrimci yurtsever güçler, Kürdistan sosyalistleri bu sorular, aslında sizlere yöneliktir! Bağımsız duruşla, ilkeli duruşla yurtseverlik görevlerini birleştirmeyi ne kadar başarabiliyoruz?
Şimdi acil görevlerden biri Güney Kürdistanı, onun kazanımlarını, mevzilerini korumaktır, bunun için ne gerekiyorsa onu yapmaktır. Peki, nasıl, hangi duruşla, hangi çizgiyle, neyle? Güneyi savunmak yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereğidir. Ama bu noktada kısa, orta ve uzun vadede başarı, bağımsız kimlikten, ilkeli duruştan, bunu devrimci yurtsever görevlerle birleştirmekten geçmiyor mu?