Türk burjuvazisi, 11 Eylülden bu yana Amerikadan koparacağı kırıntıların hayaliyle yatıp kalkıyor. Koçtan Sabancıya, Tuncay Özilhandan Rıfat Hisarcıklıoğluna sermayenin belli başlı isimleri, ABD ile işbirliği yapılması için çırpınıyorlar. Tıpkı hizmete koştukları hükümetler/siyasiler gibi, konuşmalarına savaş istemediklerini belirterek başlıyorlar. Ama hemen ardından uzun uzun Türkiyenin savaşa katılmasının zorunlu olduğunu, bunun gerekçelerini sıralıyorlar.
Savaş istemiyoruz sözü, sağa sola kan sıçratan ağızlarda pek de iğreti duruyor. Tüm çürümüşlüklerine rağmen yine de ikiyüzlülüğün, iğrençliğin bu kadarına pes dememek elde değil. En son 27 Şubat günü (tezkere görüşmelerinin ilk günü) TÜSİAD Başkanı Özilhanı dinledik. Özilhan canlı yayında Bir kere kimse savaş istemiyor, biz savaş istemiyoruz diye başlayıp, tezkerenin çıkması, Türkiyenin savaşa katılması gerektiğinden, yoksa özellikle mali piyasaların sert tepki vereceğinden, döviz kurlarının ve faizlerin yükseleceğinden dem vurarak açıkça hükümeti uyardı.
Bu tür uyarılar öteden beridir sürüyor. Önceki aylarda henüz savaşı açıktan savunmaya geçmeyen, savaş hazırlıklarını barış sosuyla cilalayan, taahhüt etmiş olduğu halde savaşın siyasal sorumluluğunu almakta titrek davranan AKP hükümeti, TÜSİAD vb. sermaye örgütleri tarafından topa tutulmuştu. Vesile olarak da devlet bakanı Levent Tüzmenin Irak ziyareti seçilmişti. TÜSİADın o zamanki açıklamaları neredeyse ültimatom niteliğindeydi. TÜSİADçılara göre, Türkiyenin ABDye kendini satmak dışında bir geleceği olamazdı. Ekonomik köleliğin beslediği siyasal fuhuş çerçevesi dışında bir dış siyaset çizgisi düşünülemezdi. Nitekim çok geçmeden AKP görevlerini daha sadık yerine getirmeye başladı.
Türkiyeyi böylesine utanç verici bir duruma düşüren egemenler, savaş tezkeresi ile ilgili kararın verilmesinin arifesinde daha da ileri gittiler. Bir yandan hükümet uyarıldı, bir yandan savaşa katılma tavrı ve gerekçeleri net olarak ortaya konuldu, bir yandan da henüz pazarlığı yapılan paranın nasıl iç edileceği tasarlandı. TÜSİAD Başkanı, hibeden ziyade uzun vadeli krediden yana olduğunu belirtip, bu kredilerin borç çevriminde kullanılması gerektiğini anlatıyordu. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ise Esas olan, gelecek imkanın/paranın Türkiyenin iç ve dış borçlarının rahatlatılmasında kullanılmasıdır. Bu çok önemli. diyerek, daha açık konuştu. Ülkeyi satmaya çalışanların kendilerini milyarlarca dolar hayaline böylesine kaptırmaları şaşırtıcı değil. Ne de olsa aç tavuk kendisini darı ambarında zaneder.
Savaşa katılma gerekçelerinin odağında ekonomik çıkarları var. Rahmi Koç, savaşı kâr etmek için değerlendireceklerini açık açık ifade etmişti. Tuncay Özilhan ise, Türkiye, kendi çıkarları bu savaşın tamamen dışında kalmamasını gerektirdiği ve istemediği gelişmelerle karşılaşmamak için asker konuşlandırma ve asker gönderme kararını almak durumundadır sözleriyle dile getiriyor. Elbette Türkiyeden kastı, TÜSİAD ve generallerin hüküm sürdüğü sömürü düzenidir. İstemediği gelişmelerin başında ise Kuzey Irakta herhangi bir Kürt devletinin kurulması gelmektedir. Böyle bir düzenin çıkarı da doğal olarak Amerikan uşaklığı karşılığında sermayenin önüne atılacak kemiklerdir. Bushun elinde tuttuğu kemiği sallaması bile, Türk burjuvazisinin aklınıbaşından almaya yetiyor. Türkiye savaşa girse bile verilip verilmeyeceği belli olmayan paralar üzerine tartışıp duruyorlar.
Sermaye çevreleri için savaşa katılıp katılmamanın tartışılacak bir yanı kalmamıştır. Onlar ülkeyi satma kararını çoktan vermişlerdir. Tamamen sermayenin çıkarları için sıkı pazarlık yürüten hükümetin miktar konusunda ABDyi zora koşmamasını istiyorlar. Bushun gönlünden geçeni vereceğine dair söz vermesi yeterli.
Bu arada yalanlarla şişirdikleri balonlar da patlamış oldu. Savaşın temel gerekçesi yapılan ulusal çıkarların tümüyle sermayenin ekonomik çıkarları olduğu görüldü. Para üzerine yapılan hesaplardan da anlaşılacağı gibi, bütün mesele ABDden bir miktar uzun vadeli kredi alıp cebe indirmektir. Alınacak kredi son birkaç yılda bankalara hortumlanan milyarlarca doları ancak geçmektedir. Hisarcıklıoğlu, Türkiye bu işin içine katılmasa dahi yaklaşık 16.2 milyar dolarlık bir zararı söz konusu diyor. Ya katıldığı durumda yaşayacağı ve asla telafi edemeyeceği kayıplar ne olacak? Mesela komşu halkların düşmanlığını kazanmak. Mesela elini Irak halklarının kanına bulamak. Mesela gençlerimizin telef olması. Mesela uluslararası arenada düşülen yüz kızartıcı durum. Bunların üzerine bir de parasal kayıpları koydunuz u, değil 24-32 milyar dolarlık kredi, ABDnin serveti bile bunları karşılayamaz!
Mesele sırf savaşa katılmamanın neden olacağı zararları karşılamaksa, sadece son birkaç yılda bankalara hortumlanan 20 milyar dolar bu zararı hayli hayli karşılar. Madem Türkiyenin çıkarları söz konusu, o zaman hortumculara hibe edilmiş yaklaşık 47 milyar dolar geri alınsın.
Türkiyenin kâr etmesi için savaşa girilmesini savunan sermayedarların ve sermaye iktidarının aklından tabii ki böyle bir şey geçmez. Zira hortumlayanların başında kendileri geliyorlar. Savaş taşeronluğu çerçevesinde alınacak krediyi hortumlayacak kesim de yine kendileridir. Ülke içinde hortumlayacakları kaynakları kuruttukları için şimdi insan kanı ve kendini ABDye satma karşılığında alacakları paraları düşünüyorlar. İşçi ve emekçileri aptal yerine koydukları için de kalkıp savaşa girilmediğinde zarar edileceği, Türkiyenin ulusal çıkarları için Irakla savaşması gerektiği teranelerini gerekçe gösteriyorlar. Halkların yaşayacağı yıkım, bölgeye karabasan gibi çökecek olan emperyalist zulüm sermayeyi zerrece ilgilendirmiyor. Yeter ki Amerikan uşaklığı layığınca yapılsın, yeter ki kasalrı dolarlarla biraz daha dolsun.
Tezkerenin şimdilik meclisten geçirilememesine en çok üzülenlerin başında TÜSİAD ve ordu geliyor. Zira savaş kararını meclisten geçirtmek gibi sıkıntılı bir işle uğraşmak durumunda kalacaklar. AKPnin böyle bir desteğe ya da basınca ihtiyacı var. Savaş tezkeresini meclisten geçirmek için ellerindeki tüm olanakları, tüm kuvvetleri kullanacaklarından kuşku duyulmasın. Zaten bugüne kadar yaptıkları da bu oldu. Şimdi cümleleriyle oynanmış yeni bir savaş tezkeresini tekrar meclise getirecekler. Genelkurmay Başkanı Özkök hükümete gerekli işareti vermiş bulunuyor. Buna göre TSK, zaten kendisinin dikte ettirdiği savaş tezkeresini aynen benimsemekte, hükümeti desteklemektedir. Özkökün bu açıklamalarına TÜSİADçılar başta olmak üzere, medyasıyla, parlamentosuyla tüm sermaye çevreleri dört bir koldan katılacaklardır.
Türkiyenin tekelci burjuvazi ile generallerin bunca hevesli oldukları, sayesinde kasalarını doldurmayı düşledikleri bu savaş macerasına sürüklenmesine, 1 Martta Ankara-Sıhhiye meydanındaki 50 bin kişilik eylemin de gösterdiği gibi, ancak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelesi engel olabilir. Sermaye iktidarı savaş konusunda ne denli kararlı olduğunu, geçtiğimiz hafta başında açıkladığı ekonomik saldırı planıyla göstermiş oldu. Savaş tezkeresini meclisten geçirememenin hıncını, yeni vergi ve zamlarla işçi ve emekçilerden almaya çalışıyor. TÜSİAD kodamanları, belki şimdilik ABDden kapacakları kemiklerle bezeli düşten uyandılar ama AKP hükümetinin işçi ve emekçileri hedefleyen saldırı adımları dolayısıyla mutlular.
Aslında hükümetin son adımı, savaş ile ekonomik yıkım programının bağlantısını da açık bir şekilde ortaya koydu. Her ne olursa olsun kapitalistlerin kasaları parayla dolmaya devam ediyor. Ya da sermaye iktidarı için esas sorun patronların servetine servet katmaktır. Savaşı da bunun bir yolu olarak, bir aracı olarak kullanıyorlar. Dolayısıyla emperyalist savaşa karşı mücadele ile tekelci sermaye egemenliğine karşı mücadeleyi birlikte ve birbirini güçlendirecek tarzda yükseltmek, savaş yıkımını da İMF yıkımını da durdurmanın tek yoludur.