Emperyalist haydutlar Ortadoğuyu kan gölüne çevirmek için tüm hızıyla hazırlıklarını sürdürüyorlar. Bu hazırlığın son aşaması, Irakın kuzeyden kuşatılması için Türkiye topraklarının saldırı ve savaş üssü olarak fiilen emperyalist işgalci güçlere açılmasıdır. İşbirlikçi sermaye iktidarı da başından beri ABDnin hizmetindedir. Dahası kölece bağımlığından dolayı adeta buna mahkumdur. Bu gerçeği her fırsatta sermaye sözcüleri dile getiriyor.
Sermaye iktidarının kendi uşaklığını topluma kabul ettirme görevini doğal olarak sermaye medyası ve besleme yazar takımı üstlenmiş bulunuyorlar. Toplumun %95inin savaşa karşı olması gerçeği onları zerre kadar ilgilendirmiyor. Her önemli siyasal ve toplumsal olayda olduğu gibi, emperyalist savaş ve saldırganlık konusunda da halka karşı efendilerinin hizmetinde savaş kışkırtıcılığı yapıyorlar. Zira onursuzluğu ve uşaklığı seçenler kendi toplumunun hassasiyetini ve eğilimlerini değil, beslenip palazlandıkları burjuva sınıfın ve emperyalist efendilerin çıkarları ve tercihlerini temel alırlar. Buna bu tür besleme yazarlara verilen bir görev de denilebilir. Tıpkı Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ve diğerlerinin yaptığı gibi.
Söz Ertuğrul Özköke gelmişken, önce Hürriyetin 27 Şubat tarihli nüshasında verilen Türkiye haritası için bir iki noktayı vurgulamak gerekir. 27 Şubat tarihli Hürriyeti eline alan her onurlu insan şüphe yok ki Türkiye haritasının bu fotoğrafından utanç ve tiksinti duymuştur. Öyle ki bu harita, Çorludan Hakkariye kadar adeta her karış ülke toprağımızın emperyalist Amerikan güçlerince işgal edildiğinin bir tablosunu sunuyor. Hürriyetin İşte kuzey cephesi manşetiyle verdiği bu harita, hiçbir söze gerek kalmaksızın Türk burjuvazisinin ABD emperyalizmine kölece uşaklığının en açık kanıtıdır.
Aynı tarihli Hürriyette hükümet tezkeresi konusunda Özkök ve gedikli başyazarı Oktay Ekşi iki farklı tutum koymuşlar ortaya. Özkökün makalesinin başlığı Savaşa girmek mi? Özkök başından beri kirli kalemini, ABDnin haydutluğundan yana kullandığı için, tutumunu tereddütsüz bir şekilde meclisin bu tezkereye evet demesi olarak belirliyor. Bütün bir meslek yaşamında olduğu gibi, yine demagoji ve çarpıtmalara dayalı argümanlar eşliğinde yapıyor bunu. Bu besleme kalemşöre göre eğer meclis bu tezkereye hayır derse Saddamı kurtaran ülke pozisyonuna düşermişiz. Böyle bir pozisyona düşmek ise Türkiyenin gelecek 50 yılına malolurmuş! Satılık kalem Özkök ve benzerlerinin böyle düşünmeleri gayet normaldir. Zira onlar tüm geleceklerini ve umutlarını, ABD emperyalizminin kendi sefil çıkarı için dünyayı savaş cehennemine çevirme stratejisine bağlamış durumdalar. Ancak ne emperyalist haydutların ne de bir bütün olarak uşak takımının hesaba katmadığı bir nokta var. Bugünkü dünya tablosuna kısaca gözatıldığında gelecek on yılların eğilimlerini ve taraflarını net bir şekilde görmüş oluruz. Bir yanda, emperyalist savaşlar ve saldırganlıklar, bunun beslediği yeni emperyalist kutuplaşmalar ve dünyada giderek ağırlaşan kapitalist sömürü gerçeği. Öte yanda, işçi sınıfı, ezilen halklar ve geniş emekçi yığınlar cephesinde giderek güç kazanan uyanış. Önüm¨zdeki on yılları belirleyen kutuplaşma budur. Türkiyenin gelecek 50 yılını belirleyecek olan da bu kutuplaşmanın ülkemizdeki özgül izdüşümü olacaktır.
E. Özkök iki hafta önce kendi köşesinde yine emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı dünyanın hemen her yerinde onurlu aydınların, sanatçıların, ezilen emekçi sınıflarla 15 Şubatta gerçekleştirdikleri tarihin en görkemli eylemlerine, doğrudan saldırma cesareti bulamayınca, demagoji ve çarpıtmayı temel alarak gözden düşürmeye çalışmış, bu görkemli eylemlere karşı kullandığı demagojik argüman şu olmuştu: Ortadoğuda Saddam bir diktatördür, dünyada gerçekleştirilen bu eylemlerle Saddam diktatörüne destek sunulmuş olundu.
Tabii Özkök ve onun gibi yazarlar söz konusu olunca diktatör ve diktatörlüklere karşı bu onurlu tepkinin demagojik sahtekarlıktan öteye hiçbir anlamı yoktur. Zira biz biliyoruz ki ne tarih içinde ne de bugün, beynini, yüreğini ve kalemini emperyalist savaş ve saldırganlıklardan yana koyanların (gerekçeleri ne olursa olsun) diktatörlere ve diktatörlüklere karşı çıkma imkanı yoktur. Bunu sadece kalemini, yüreğini ezilen emekçi sınıfların ve halkların sınıfsal çıkarından yana koyan onurlu aydın ve sanatçılar yapar. Tarihte bunun çokça örneği olduğu gibi bugün de durum tamamıyla aynıdır. Hele hele bu iş, açlık ve sefaletin kol gezdiği bir ülkede yazılarını yazarken en az haftada bir iki makalesinde Pariste, New Yorkta, İstanbulda, bilmem hangi iş adamıyla hangi lüks restorantta zıkkımlandığnı yazabilen bir yazarın işi hiç değildir.
27 Şubat tarihli Hürriyette, gedikli başyazar Oktay Ekşinin makalesi ise Rehin alındık başlığı taşıyor. Ekşi yazısında, umutsuz itiraflar eşliğinde ABDye veryansın ediyor. Gerek Hürriyetin verdiği Türkiye haritası gerekse gedikli yazarın bu umutsuz sızlanmaları, Türkiye üzerindeki emperyalist egemenlik ve kölece bağımlılık gerçeğinin bir kez daha doğrulanmasından başka bir şey değildir. Gedikli yazar makalesinin hemen başında şunları yazmış: Bu konuda TBMMnin bir tercih yapma özgürlüğü yok. Çünkü Türkiye maalesef beynine tabanca dayanmış bir masum sivil gibi ABD tarafından REHİN ALINMIŞ durumda.
Yine Hürriyet gibi bir gazete ve onun başyazarı söz konusu olunca buradaki masum ve sivil kavramları tamamıyla emperyalizme kölece bağımlılık ilişkilerini gizleme çabası olarak görülse de, devletiyle, hükümetiyle, meclisiyle, medyasıyla kendi işbirlikçi konum ve kimliklerine net bir itiraf anlamına geliyor. Oktay Ekşi yazısının devamında kendi bakanlarının haydut başı Bushtan nasıl onursuzca fırça yediklerini, eğer ABDnin her istediğine kölece boyun eğilmezse, İMFnin, DBnin vb. emperyalist finans kuruluşlarının borç batağında debelenen bir ekonominin, daha beter bir hale nasıl getirileceğini R. Tayyip Erdoğanın ağzından vererek, çaresiz bir şekilde yazısını şöyle bağlıyor: Görüldüğü gibi Türkiye REHİN ALINMIŞ durumda, dahası cinayete suç ortaklığına zorlanmaktadır. Ama yapacağı başka bir şey maalesef yoktur. Mesele ilk fırsatta bundan nasıl kurtulacağımızdır.
Oktay Ekşinin yukardaki demagojik sızlanmalarının kuşkusuz ki devrimciler açısından hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ama söz buraya gelmişken temel bir gerçeği yeniden vurgulamak yerinde olacaktır. Ne diyor bay Ekşi? Türkiye rehin alınmış durumda ama yapacağı başka bir şey maalesef yoktur. Fazla bir açıklamaya gerek duymadan, burada sözü TKİP Programına bırakmanın tam yeri.
Türkiye Devrimi başlıklı bölüm, siyasal alanda yapılacaklardan:
1) Burjuva devlet aygıtı parçalanacak; burjuva sınıf egemenliğinin araçları olan ordu, polis, bürokrasi, parlamento ve tüm öteki kurumlar ezilip dağıtılacaktır.
2) İktidar her alanda ve her düzeyde, proleter ve emekçi kitlelerin tarihsel inisiyatifinin ürünü olan ve topyekûn ayaklanmayı gerçekleştiren devrimci işçi, kent emekçisi ve yoksul köylü meclislerine geçecektir...
4) Emperyalizme köleliğe her alanda son verilecektir. Emperyalistlere tanınmış her türlü ayrıcalık kaldırılacak, açık-gizli tüm kölelik antlaşmaları geçersiz ilan edilecek, emperyalist askeri üs ve tesislere el konulacaktır. Emperyalistlerin devrimi boğmaya yönelik tüm girişimleri, işçilerin ve emekçilerin topyekûn seferberliğiyle püskürtülecektir.
İşte, içte kapitalist sömürü, sefalet ve cehaletten, dışta her türlü emperyalist rehin alınmadan kurtuluşun biricik yolu.