ABDnin Iraktaki bir takım gruplarla ilişki içerisinde olduğu, Saddam rejimini devirdikten sonra bunlar üzerinden bir yönetim oluşturmayı planladığı biliniyor. Bu çerçevede Talabani ve Barzani yönetimindeki Kürt grupları da ABD planının bir parçası.
Talabani ve Barzani Amerikanın himayesinde bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. ABD ise kendi denetiminde olduğu sürece bir Kürt devleti projesine cepheden karşı çıkmıyor. Hatta zaman zaman Kürtleri bu konuda adım atmaya teşvik ettiği, ölçülü bir biçimde onlardan yardımını esirgemediği de biliniyor.
ABD elindeki bu Kürt kartını son haftalarda sadece Saddam rejimine karşı değil, aynı zamanda Türkiyeye karşı da kullanmaya çalışıyor.
Bu boşuna bir çaba değil kuşkusuz. Her zaman söylediğimiz gibi Türkiye, Amerikan emperyalizmine göbekten bağımlı bir ülke. Türkiyenin dış politikasının esasları Beyaz Saraydan belirleniyor. Irak söz konusu olduğunda Türkiyenin ABD politikalarından bir parça ayrıldığı tek konu, denilebilir ki Kuzey Irakta kurulacak bir Kürt devletidir. Kendi hakimiyetini tanıdığı sürece ABDnin Ortadoğunun bu bölgesinde kurulacak bir Kürt devletine itirazı yoktur. Oysa Türkiye, Kuzey Irakta kurulacak bir Kürt devletini kendi varlığına karşı açık bir tehdit saymaktadır. Kürt devletinin kurulmasını doğrudan bir savaş sebebi sayacağını açıkça ilan etmiştir.
Türkiyenin bu politikası iki tarafa da mavi boncuk dağıtan ABD açısından duruma göre bir zorluk alanı ya da avantaj haline gelebilmektedir. Son gelişmeler ABDnin Türkiyeye karşı elindeki Kürt kartını belli bir ustalıkla kullandığını göstermektedir.
Kuzey Irakta son günlerde yaşanan bir takım gelişmeler tam da bununla ilgilidir. İlkin iki hafta önce muhalefet grupları ABDnin himayesinde bir toplantı yaptılar. Bu toplantı sonucunda Türkiyenin desteklediği Türkmenler muhalefet yönetiminden dışlandı. Hemen ardından Barzani ve Talabaninin güçlerini birleştirerek Yüksek Liderlik Birliğini oluşturdukları haberi geldi. Son olarak da Barzaninin denetimindeki Erbil kentinde en az 50 bin kişinin katıldığı büyük bir gösteri yapıldı. Bu gösteride Türkiye protesto edildi, Türk bayrakları yakıldı. Tam da bu sıralarda ABD Genelkurmay Başkanı Mayers bir açıklama yaparak, Türkiyeyle ya da Türkiyesiz ABDnin kuzeyden bir cephe açmaya kararlı olduğunu açıkladı.
Elbette ki bütün bu gelişmelerin arkasında bir biçimde ABD vardı. Tezkere meclise gelmeden önceki günlerde ABDnin Kürt kartını kullanmaktaki amacı daha çok Türkiyeye siz razı olmazsanız ben de Kürtlerle işbirliği yaparım mesajını vermekti.
Fakat tezkere meclisten döndükten sonra hedefte Türkiye hükümetinden ziyade tezkereye ret oyu veren AKP-CHP milletvekilleri ve savaşa karşı çıkan halk vardı. Bu noktada Türkiyedeki savaş isteyen sermaye sınıfının ve onun borazanı medyanın Kuzey Iraktaki gelişmelere içten içe sevindikleri; bu gelişmeleri yeni bir tezkerenin, dolayısıyla Türkiyenin savaşa katılmasının olanağı olarak değerlendirdikleri söylenebilir.
Daha çok bu nedenle savaş yanlısı medyada tezkerenin reddi yüzünden Türkiyenin Kuzey Iraka giremeyeceği, Irak Kürtlerinin bundan cesaret aldıkları fikri işlendi. Kürt devleti kurulabilir. Hatta Kürt devleti ABDnin tam desteğinde olursa Türkiye ile Amerika bölgede karşı karşıya gelirler. Günlerdir kamuoyuna bu mesaj verilmeye çalışıldı. Genelkurmay Başkanının son açıklamasındaki umuyorum ki Amerika ile karşı karşıya gelmek zorunda kalmayız anlamında sözleri de, savaşa karşı çıkanları Irak Kürtleri üzerinden hizaya getirme, savaş politikalarına yedekleme amacına dönüktü.
Türkiyede sermaye sınıfı dışında toplumun hemen tamamı emperyalist savaşa karşı. Hükümeti ve ordusuyla Amerikancı yönetim tüm çabasına rağmen halkı bu savaşın gerekliğine inandıramadı. Son denedikleri yol, savaşta Amerikaya destek verilmesi karşılığında yüklü bir miktarda para alınacağı, bu paranın ekonomide rahatlama sağlayacağı yalanlarından medet ummaktı. Bu taktik ters tepti. Kan pazarlığı emekçi yığınların tepkisini çekti. Bu düşkünlük ve onursuzluk nedeniyle savaşa, ABDye ve onunla pazarlıkları yürüten AKP hükümetine karşı tepkiler daha da güçlenip yaygınlaştı.
Şimdi görünen o ki, Türkiye burjuvazisi de ülkeyi savaşa sokmak için ABDnin elindeki Kürt kartından medet umar duruma gelmiştir. O nedenle, yeni tezkere gündeme geldiğinde Türkiyeye dönük Kürt devleti tehdidinin savaşa girmenin en temel gerekçesi olarak sunulmasına şaşırmamak gerekir.
Tezkerenin reddi nasıl ki Türkiyenin bu savaşa katılmayacağının güvencesi değilse, CHPnin bu oylamadaki redcilik tavrının da savaş karşıtlığı ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor.
CHP diyor ki; Amerikan askerini almayalım ama Türk askerini gönderelim. Asker gönderilmesini istediği yer komşu bir ülkenin toprakları. Üstelik bu, emperyalist kudurganlığın bugünkü hedefi konumunda bir komşu. Saldırının her an başlayabileceği ihtimali karşısında tetikte, cevap vermeye hazır durumda. Hem de sadece devlet örgütü ve gücüyle değil, halk olarak toptan bir hazırlık, bir hassasiyet had safhada. Savaş bir kez başladığında ülkesine kasteden düşmanın nereden geldiği ve kim olduğu artık anlamsızlaşır. Emperyalist işgal saldırısına uğramış bir ülke insanı için savaş, artık son derece haklı, meşru, daha ötesi bir varlık-yokluk sorunudur.
Siz böyle bir ortamda, bu koşullar altındaki bir ülkeye asker göndermekle emperyalist saldırıya eklemlenmek dışında hiçbir şey yapmış olmazsınız. Dolayısıyla o halktan buna denk düşen yanıtı da alırsınız. Emperyalist işgalcilere nasıl muamele gösteriyorlarsa, doğal olarak size de aynı muameleyi göstereceklerdir. Bu, sorunun bir yanı.
Diğer yandan, Amerikan emperyalizminin, siz tümüyle onun emri altına girmediğiniz sürece, kendi talan sofrası olarak gördüğü bir bölgeye girmenize izin vermesini bekleyemezsiniz. Eğer Irakın parçalanması ve yağmalanması planlarının içinde, kendine bağımlı bir bağımsız Kürt devleti projesi de varsa ve yarın (zaten tüm altyapısı bugünden hazırlanmış olan) Kürt devleti ilan edilirse, aynı yiğitliği sürdürebilecek, yani milli menfaatleriniz için ABD ile savaşmayı göze alabilecek misiniz? Mazlum Kürt halkına karşı gösterdiğiniz kabadayılığı efendinize karşı da gösterebilecek misiniz? Bu soruların yanıtı, devlet açısından da, devlet partisi CHP açısından da olumsuzdur.
Dün de böyle olmakla birlikte, Türk ordusunun Kuzey Irakta varlığı bugün çok daha fazla Amerikan onayı ve desteğine bağlıdır. Bu, bu kadar açık olduğuna ve CHP kurmayları da aptal olmadığına göre, tutumlarının bağlanabileceği tek yorum, savaşa katılmanın gerekçesini pekiştirmek olabilir:
Devlet partisi CHP aslında halkımızla aynı fikirde, yani savaşa karşıdır. Öyle ki, tezkereyi bile engellemiştir. Ne var ki ona göre, milli menfaatlerimiz savaşın dışında kalmamıza imkan tanımamaktadır. Eğer Türkiye bu savaşı karşıdan izlerse bölünme tehlikesi büyüktür. Kuşkusuz bunu da göze alamayız. Yani, istemesek de savaşmak zorundayız. Yani, Amerika için değil, kendimiz için... İşte kitlelerin Amerikan askeri olmayacağız! şiarıyla yükselttiği savaş karşıtlığına CHP cephesinden hazırlanan tuzağın açılımı bundan ibaret.
Çünkü CHP herkesten daha iyi biliyor ki, Türkiyede, savaş gibi son derece hassas, önemli ve temel bir konuda karar verme yetkisi hükümet ve TBMM gibi gelip-geçici kurumlara bırakılmaz. Çok daha tali konularda bile söz ve karar yetkisini elinden bırakmayan MGK, hiç kuşkusuz, savaşa ilişkin kararı da çoktan vermiş durumdadır. Hükümete ve meclise düşen, hep olageldiği gibi, bu karara siyasi bir kılıf giydirmek ve siyasal sorumluluğunu üstlenmektir. Konu gündeme geldiği günden itibaren süregiden görüşmelerin, yapılan hazırlıkların, değişik biçimlerde ortaya konan tutumların da gösterdiği gibi, karar savaşa katılma yönündedir. Sokaktaki vatandaşın bile görebildiği bu açık beyanın CHP kurmayları tarafından görülmeme ihtimali düşünülemez. Aynı ihtimal dışılık, CHPnin devlet (MGK) ararlarına aykırı davranabilmesi konusunda da geçerlidir.
Dikkat edilirse, CHPnin savaşa ilişkin tüm iddiaları, tüm söylemleri generallerinkiler ile paralel gitmektedir. Bu açıklama ve ithamların merkezini, Kürt düşmanlığı üzerine inşa edilmiş azgın bir şovenizm oluşturur. CHPnin barış savunuculuğu da, savaş borazanlığı da aynı argümanlarla yüklüdür. Aslında, barış yanlısı demagojilere CHP ideolojisinde tek bir görev yüklenmektedir; şoven saldırganlığına perde işlevi görmesi.
CHP generallerle ve tüm faşist, gerici partilerle bir ağızdan, Kuzey Irakta bir Kürt devleti kurulma ihtimalini savaş gerekçesi saydığını ilan ediyor. Bunun anlamı son derece açıktır. Kürt sorunu varlığını koruduğu sürece CHPnin barıştan yana olması ihtimal dışıdır. Çünkü sorun çözülmediği sürece Kürt devleti kurulma ihtimali de varlığını koruyacaktır. Dolayısıyla CHP olsa olsa savaş kışkırtıcısı ve örgütleyicisi olabilir.