Tek güç haline gelmiş kapitalist sistem dünyada 21. yüzyılda insanlığı yıkıma sürüklemeye devam ediyor. Durduk yere değil tabii ki, kendi hegemonya ve çıkarları için katlediyor, öldürüyor, nesneleştiriyor. Yaşamın tümüne yönelik bir özelleştirme ve nesneleştirme saldırısı bu. Bireysel kurtuluşun hamuru ile yoğrulmuş keskin rekabet koşullarında yetişmiş bireyler dünyanın yıkımının gerçek aktörleri durumunda. Ve tek gerçek rolleri de bu aslında. Ve bu rolleri onların yaşamın tümündeki diğer rollerini silip süpürüyor. Abi, abla, kardeş, doktor, öğretmen, patron değil yaşamını birilerin kafasına basarak yükselmekte gören kişilikler roller diye okuyun- büyük oyunun parçaları.
Yukarıdaki düşüncelerle çıkmıştım bir kez daha yola. Bir birey olarak bu sisteme karşı ne yapabilirim diyenlerin ortak buluşmasına doğru ilerliyordu otobüs. Aslında otobüsle buluşmadan çilemiz de başladı. Otobüs gelecek mi gelmeyecek mi? Bize yer ayrılmış mı? Tüm bu sorular fiili olarak otobüsü işgal etmemizle yerini tatlı bir tebessüme bıraktı. Artık otobüsteydik. Ayaktakileri mola yerinde başka bir otobüse aktarınca daha da rahatlamıştık. Tüm dünyada emperyalistlerin başlatmış olduğu saldırganlığa karşı çıkmak için Türkiyenin her yerinden gelen insanlarla buluşacaktık. Heyecanlıydık. Başladı ön taraftan içimizi ısıtan bir marşın ilk dizesi. Şimdi otobüsün içinde sistemin tüm baskı alanlarının dışında özgürleştirdiğimiz marşlarımızla vardık. Ankaraya kadar durmadı ağzımız. Türküler, marşlar, kahkahalar...
Eylem alanına vardık sonunda. Pankartlarımız, dövizlerimiz, sloganlarımız... Diğer illerden gelen üniversiteli arkadaşlarımız ve platformlarla buluşmamız, ortak bir duruş sergilememiz ve en önemlisi ciddiyetimizden hiç uzaklaşmadan gür sloganlarımız görülmeye değerdi. Emperyalistlerin kulağını çınlatmak için atıyorduk sloganlarımızı. Zira bizler anti emperyalist mücadele içinde 6. Filoyu denize dökenlerin çocuklarıydık. ODTÜde İTÜde YTÜde İÜde işgallerle sermaye devletinin yüreğine korku salan bir nesildik. Emperyalistler, işbirlikçiler 6. Filoyu unutmadık!, Katil ABD Ortadoğudan defol!, Savaşa değil eğitime bütçe! , Daha fazla Kızılay daha fazla direniş!, Emperyalist savaşa hayır!, Yaşasın halkların kardeşliği!, Irak hlkları yalnız değildir!, Filistin halkı yalnız değildir!, Savaşa karşı sınıf savaşı!, YÖKe, YEKe, emperyalizme hayır! sloganları dilimizde emperyalizmin kalelerine dikilmiş bayraklar oluyordu. Pankartımızda yazan şiar aslında hedefimizi açıkça ortaya koyuyordu. Emperyalizm Ortadoğudan, sermaye üniversiteden defol!/Paralı Eğitim Karşıtı Öğrenci Platformu.
Onca uykusuzluğa ve yorgunluğa rağmen 4 saat gibi bir süre Hipodromdan Sıhhiyeye yürüyüşümüz sesimizi kısamamıştı. Bizler Kızıldereden, Gazi barikatlarından, New Yorklu kadın dokuma işçilerinin direnişinden aldığımız sesi daha da güçlendirerek haykırıyorduk emperyalistlerin suratına. Eylem bitiyordu. Yavaş yavaş gün ortalanıyordu Ankarada. Kızılay sloganları daha da güçleniyordu. Kızılaya yürümek için kortejimizin yerini değiştirip hazırlıklara başlamıştık. Daha sonra Kızılaya yürüyüşün gerçekleşmeyeceğini öğrendik. Fakat coşkumuzdan hiçbir şey kaybetmeden Hipodroma kadar sloganlarımız, dövizlerimizle yürüdük. Sanki Ankara Türkiyenin kalbi olmuştu. İşçi ve emekçilerin kalbi bu kalabalığın arasında yüzümüzü okşayarak geçiyordu. Hklı bir gurur vardı mitinge katılanların yüzünde. Geri dönerken bize kornalarıyla eşlik edenler, eylem alanına çalıştığı inşaattan fırlayarak sıvası, malası ve iş elbisesi ile gelenler...
Hipodromdaydık. Geri dönüş hazırlıkları başlamıştı. Otobüsdeki radyodan tezkerenin geçmediğini öğrendiğimizde, haklı bir gurur duyduk. Yavaş yavaş gülümseyerek koltuğa yığıldım. Mışıl mışıl bir uykudaydım şimdi. Karşımda Habip yoldaşın çakır gözleri, Ümit yoldaşın kahkahaları, Hatice yoldaşın zafer işaretli resmi vardı. İçerdeki genç yoldaşlarımız Ankarada zindanlardan gülümsüyordu bize. Devrim şehitlerinin tüm portrelerini gördüm sanırım düşümde...
Göstermelik demokrasi oyunlarına rağmen sermaye devletinin bu tezkereyi geçireceğini biliyoruz. Şimdi bizi daha zorlu bir süreç bekliyor. Ankarada 50 bin insanın emperyalizmin savaşına karşı gösterdiği tepkileri kapitalist barbarlığın kalelerine yöneltmek, yaşamın her alanında bir mücadele siperi açmak en öncelikli görevimiz.
İkinci yarıyıla girdiğimiz şu günlerde sıcak gelişmelere tanık oluyoruz. Üniversitelerde ve tüm dünyada bir cadı kazanı kaynıyor. Emperyalist savaş kapımızı çalarken, AKP-YÖK arasında çıkan tartışmalar öğrencilere yönelik bir saldırının zemini haline geliyor.
ABD var gücüyle Iraka yönelik operasyona hazırlanırken, Türkiye cephesinden de savaş hazırlıkları son sürat devam ediyor. Sınıra hızla asker ve malzeme yığılmaya başlandı. Amerika ile kan pazarlıkları son noktaya ulaştı. BM denetçilerinin raporu ve halkların ne dediği Amerika ve müttefikleri için önemli değil. Onlar yalnızca savaş için bahane arıyorlar. Bu savaş bizim için yıkımın öteki adı olacaktır. Halkımız bunun bilincinde olmasına rağmen işbirlikçi iktidar bu savaşa girmek ve halkı da buna ikna etmek için her türlü ayak oyununu devreye sokuyor.
Unutmamalıyız ki, savaşa ayrılacak olan bütçenin onda biri bile bizim için harcanmazken, faturası gene bizlere kesilecek. Eğitimden sağlıktan kesilen paylarla silaha yatırım yapılacak. Eğitime ayrılan pay gittikçe düşecek, üniversitelerde kaynak sıkıntısı derinleşecek. Bu da eğitimin özelleştirilmesi sorununu yine karşımıza çıkartıyor. AKP ile YÖK sözde demokrasi tartışmaları yaparken, kaynak sıkıntısını öğrenciye fatura edilerek çözülmesinde ortaklaşıyorlar. Gerek bakan gerekse rektörler mali özerklikten ve kamu desteğinin azaltılmasından başka laf etmiyorlar. YÖK yasa tasarısı önümüzdeki dönem tekrar meclise sunulacak. Geçen sene gençliğin militan bir şekilde karşı durduğu, binlerce öğrencinin meydanlarda hayır dediği yasa tasarısı benzer bir içerikle tekrar karşımzda.
Bir yandan fatura öğrenciye kesilirken, diğer yandan üniversitelerimiz savaşın ve sermayenin hizmetinde kurumlara dönüşüyor. KOSGEB, Teknokent gibi projelerle sermaye ile işbirliği adı altında sömürücü tekellerin hizmetinde araştırmalar yapılıyor. Okullarımız silah projeleri geliştirmeye sevk ediliyor. Bize ayrılamayan mali kaynaklar buralara gidiyor. Sermaye-üniversite işbirliği, para babalarının ve savaş yanlısı TÜSİAD patronlarının cebini doldurmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu kötü tablonun öteki yüzünde ise dünya halklarının buna karşı yükselen mücadelesi var. Tüm dünyada ABD emperyalizminin Iraka müdahalesine karşı öfke ve tepki büyüyor. Geçtiğimiz günlerde onlarca ülkede milyonlarca insan emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı alanlara çıktı. Ülkemizde de henüz yeterli olmasa da savaşa karşı tepkiler giderek büyüyor. Emperyalistler bu çığ gibi büyüyen öfkeden korkuyor. Savaş engelleyebilecek olan tek güç budur.
Ülkemizde Mart ayı bir mücadele ayı... 6. Filoyu denize döken 68lilerden, Beyazıtta katledilen devrimci öğrencilerden, ezilen halkların Newrozundan, Kızılderede faşizme karşı çarpışarak ölen Mahir Çayanlardan almıştır rengini... Böylesine anlamlı bir zaman diliminde önümüzde duran görev emperyalist savaşı ve paralı eğitim saldırısını geri püskürtmek için mücadeleyi yükseltmektir. Tarihimize bakarsak, bu güce fazlasıyla sahip olduğumuzu görürürüz. Gençliğin devrimci ateşi, emekçi halkların direngenliği ve proletaryanın tarihsel öfkesi karşına çıkan bütün gerici barikatları er ya da geç parçalayacaktır. Tüm saldırıları örgütlü, militan ve kitlesel bir mücadele ile püskürteceğiz!
Savaşa değil eğitime bütçe!
Kahrolsun emperyalist savaş!
Her düzeyde eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!
Ne YÖK ne YEK, üniversiteler bizimle özgürleşecek!