25 Ocak '03
Sayı: 04 (94)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaş karşıtı mücadelenin güncel sorunları ve görevlerimiz
  Kapalı kapılar ardında hazırlıklar ve pazarlıklar kesintisiz sürüyor!
  Savaş karşıtı eylemlerden...
  TÜSİAD resmi politikayı açıkladı: Savaşa katılmamız gerek!
  Barışın güvencesi saraylar değil, sokaklardır!
  Ankara BES 1 No'lu Şube Başkanı Fikret Aslan'la savaş üzerine konuştuk...
  Dünya halkları savaşa ve saldırganlığa karşı ayakta!
  Savaşa karşı omuz omuza!
  Amerikancı medya savaş kışkırtıcılığına devam ediyor!
  AK Parti düzenin pislikleini aklamaya devam ediyor!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/5
  Özelleştirme emperyalizmin dünyayı köleleştirme planlarının bir parçasıdır
  Onurlu bir yaşam için mücadele saflarına!
  Tekstil-konfeksiyon işçilerinin durumu...
  Küçük-burjuva devrimciliği ve sınıf çalışması
  Emperyalist savaş ve emperyalist çıkarlar
  Sorular, sorular...
  İÜ'de bir dönemin ardından...
  İKE etkinliklerinden...
  M. Suphiler'in ruhuyla emperyalist savaşa karşı mücadele...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İzmir Şirinyer Askeri Cezaevi’nde yatan bir hükümlünün kaleminden...

Biz miyiz sadece “vatansever”?

Ben firar, izin tecavüzü, üste taarruz (askeri) vb. suçlardan dolayı aranan biriydim. İzmir’de askerlik yaptığım birlikten firar etmiş, İstanbul’a gelmiştim. Ancak kendim suç olarak görmememe rağmen askerden kaçmanın toplum içerisinde “yüz kızartıcı” bir suç olarak algılandığını çevremdeki insanların tutumundan anladım. Bir süre sonra yakalandım. Yakalayan karakol polisleri beni askeri inzibata teslim etti, üç gün inzibatta kaldım. Gece-gündüz dayak, küfür, ardı arkası kesilmeyen hakaretler ve işkencelerden sonra bu kez İzmir İl Jandarma’ya götürüldüm. Orada yaşadıklarımı anlatamam... Tekrar tekrar hatırlamak hayata olan inancımı, yaşama isteğimi zayıflatıyor. Yargılandım ve ceza aldım.

Mahkeme sonrası Şirinyer Askeri Cezaevi’ne gönderildim. İçerisi bir Nazi kampına benziyordu. Nizamiyeden girişte beni anadan doğma soydular. Çök, kalk hareketleri yaptırdılar. Ellerim zincirlerle bağlıyken 7-8 jandarma birden bana saldırdı, ağzım burnum kan içinde kalmıştı. Sonra cezaevinin “A” kapısına getirildim, orada da aynı işkence. Esas işkence ondan sonra başladı. “A” kapısından 10. koğuşa kadar ara koridoru kafam yere eğik, iki el ve ayak üzerinde yerde sürüklenerek geçtim. Koğuşa vardığımda tıpkı palyaçoyu andıran giysiler atıldı üzerime. Bir de biri 40 diğeri 45 numara ayakkabı. Koğuşta 25 kişi vardı. Onları görünce içim ürperdi. Hepsi esas duruşta ve başları öne eğikti. İçeri girdiğimde karşımda bir yazı duruyordu. “Şer” yazıyordu. “O ne” dediler, “şer” dememle jandarmanı biri bana sert bir darbe vurdu, bayılmışım. Gözlerimi açtığımda bu olanlara inanmak istemiyordum. Bu bir karabasan veya bir kabus olmalıydı. Kafamı yastığa gömüp hüngür hüngür ağladım. Sabaha doğru saat beşte kaldırıldık. Tam 5 dakika tıraş süresi veriliyor, sonra da jiletler alınıyordu. Jiletler eksiksiz olmalıydı, yoksa dayak faslı başlıyordu. 7’de kahvaltı geliyordu, bir yumurtayı beş kişi yiyorduk. Ekmeği de öyl... İster doy ister doyma, açlıktan ölsen kimsenin umurunda değil. Kahvaltıdan sonra gardiyanlara kahvaltı masası hazırlıyorduk. Onlar yedikten sonra tekrar temizleyip masa ve sandalyeleri yerine taşıyorduk. Sabahtan akşama kadar cezaevinin bütün bölümlerini yıkayıp siliyorduk. Olmadı bir daha. Beğenilmedi tekrar. Beğenilmeyince, ana avrat küfür ve sopayla. Bir de Salı, Perşembe ve Cuma günleri spor yaptırılıyordu. Nasıl mı? Önce ayı dnsı, daha sonra ellerin ayak bileklerinde çökük halde ördek yürüyüşü. Dengeni kaybedip düşersen bütün gardiyanlar sana saldırıyor. Akşama doğru spor bitiyor. Koğuşa sürünerek giriyorsun. Her gün başka bir işkence ve zorlukla geçiyordu.

İçerde hiçbir arkadaş buna karşı çıkamıyor, çıkmıyor. Çünkü her karşı çıktığın konu için ceza üstüne ceza biniyor. Ve herkes bir an önce çocuğuna, ailesine, arkadaşına ve dostlarına kavuşmak için yapılan herşeye boyun eğiyor. Ama ben bunları içime sindiremiyordum. Daha dün gibi aklımda, ailem ve akrabalarım beni davullarla uğurlamışlardı. Bu muydu onların “vatani görev” dedikleri? Hem bu ülkede onca zengin çocuğu barlarda, diskolarda lüks arabalarıyla gezerken, biz miydik sadece “vatansever”? Bu ülkede yalnızca bu askerlik yapan gençlerin aileleri mi yaşıyor? Askerden önce bilmezdim ama şimdi daha iyi anlıyorum, bu ülkede parası olan askerlik de yapmaz, ceza da yatmaz, zorluk da çekmez.

Firardan (kaçmak) dolayı hiçbir zaman kendime kızmadım. Çünkü aslında bu memlekette esas vatan haini ve vatanı satanlar elini kolunu sallaya sallaya geziyorlar. Bu yaşadıklarımın sadece bir bölümünü sizlerle paylaşabildim. Bugün askerden kaçmanın tamamen doğru olduğunu savunmuyorum. Ama bunların yaşanmaması için bir şeyler yapmalıyız, bir şeyler yapılmalı. Bugün bana ve arkadaşlarıma, yarın başkasına... Çocuklarınıza, çocuklarımıza...

(Yazıyı kaleme alan arkadaş şu an adli bir cezaevinde...)



Okumanın önemi...

İnsanlık, doğaya ve olaylara ilişkin kavrayışı geliştikçe, toplumsal ilerlemeyle bilinçlendikçe, deney ve tecrübelerini çeşitli biçimlerde sonraki kuşaklara aktardı. Sığınak duvarlarına nakşedilmiş şekiller, taş, deri, madeni levha yazıları ve nihayetinde kitaplar ortaya çıktı. Filozoflar, bilginler, insanlığın karşılaştığı savaş, afet, hastalık ve benzeri olayları ve gelecek üzerine düşüncelerini yazıya döktüler. Kitap aydınlanmanın en önemli araçlarından biri olunca, egemenler, kitaplar ve yazarlarından korkar oldular. Kitaplar yıllar yılı deyim yerindeyse ateşle dans eder oldu.

Çağının en büyük kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesi’nin nasıl yakılıp yıkıldığını tarih kitapları yazar. Hitler faşizmi Almanya’da iktidara geldiğinde yaptığı ilk işlerden biri kitapların meydanlarda yaktırılması olmuştu. Egemenler için basın ise oldukça önemli bir araçtır. Onlar basını, siyasi ve iktisadi hakimiyetini güçlendirmek, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki egemenliğini pekiştirmek için kullanıyorlar.

Yaşamı her gün yeniden üreten, emeğinden başka hiçbir şeyi olmayanlar ise kitaba ve yazarlarına karşı daha koruyucu oldular. Daha güzel bir yaşam, daha güzel bir gelecek peşinde koşan işçi ve emekçiler baskılar karşısında sessiz kalmadılar. Bugün de insanlığın kültür birikimi esas olarak emekçiler ve emekçilerden yana komünistler, aydınlar tarafından ileriye taşınıyor. Savaşsız, sömürüsüz, sosyalist bir dünya kurma yolunda ilerleyiş devam ediyor.

***

Kitap, dergi veya gazete okumanın önemi ikili sohbetlerde, toplantılarda gündeme geldiğinde, buna kimsenin itirazı olmuyor. Böyle olmasına karşın yeteri kadar kitap, dergi, makale okunuyor diyebilir miyiz? Şöyle çevremize bir göz atalım, “En son hangi kitabı okudunuz? Şu an okuduğunuz bir kitap var mı?” diye soralım. Hemen okuyamamanın onlarca gerekçesiyle karşılaşırız. Elbette sekiz saat fabrikada çalışan işçinin, günlük ev işleriyle boğuşan kadının, derslerinden başını kaldıracak zamanı olmayan öğrencinin bazı haklı nedenleri vardır. Ancak daha uzun soluklu mücadele için bilinç düzeyimizi geliştirmek bir ihtiyaçtır. O halde okunabilecek her yerde, tramvayda, otobüste, trende, evde okuyarak okuma alışkanlığımızı süreklileştirmeliyiz. Düzenli okuma ve öğrenme zihnin gelişmesini sağlar. İnsanın değiştirme, dönüştüme gücü ve üretkenliği artar.

Dolayısıyla, yaşamı değiştirme kavgası verenler okumaya daha çok önem vermelidirler. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar çok okunacak kitap ve olanağa sahip olmadığımızı bilerek daha fazla okumaya, daha iyi bilinçlenmeye ve saflarımızı daha iyi pekiştirmeye!..

SY Kızıl Bayrak okuru/Belçika



Baskılar bizi yıldıramaz!

Emperyalist savaşın başlayacağı şu günlerde, ABD emperyalizmine göbekten bağlı faşist Türk devletinin devrimcileri susturmaya ve yıldırmaya yönelik saldırıları, keyfi gözaltıları ve tutuklamaları giderek artıyor.

En son 16 Ocak günü Antakya’da çalışanımız Abdullah Lif’i gözaltına almak isteyen faşist kolluk güçleri, arkadaşımızın direnmesi üzerine azgınca döverek bırakmışlardır. Polisin bu saldırısı çalışanımız şahsında bize yapılmıştır. Bizler her zaman olduğu gibi Habipler’den aldığımız direnme geleneğini sahiplenerek bu tür saldırıları boşa çıkartıyoruz ve çıkarmaya devam edeceğiz. (SY Kızıl Bayrak/Antakya)