25 Ocak '03
Sayı: 04 (94)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaş karşıtı mücadelenin güncel sorunları ve görevlerimiz
  Kapalı kapılar ardında hazırlıklar ve pazarlıklar kesintisiz sürüyor!
  Savaş karşıtı eylemlerden...
  TÜSİAD resmi politikayı açıkladı: Savaşa katılmamız gerek!
  Barışın güvencesi saraylar değil, sokaklardır!
  Ankara BES 1 No'lu Şube Başkanı Fikret Aslan'la savaş üzerine konuştuk...
  Dünya halkları savaşa ve saldırganlığa karşı ayakta!
  Savaşa karşı omuz omuza!
  Amerikancı medya savaş kışkırtıcılığına devam ediyor!
  AK Parti düzenin pislikleini aklamaya devam ediyor!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/5
  Özelleştirme emperyalizmin dünyayı köleleştirme planlarının bir parçasıdır
  Onurlu bir yaşam için mücadele saflarına!
  Tekstil-konfeksiyon işçilerinin durumu...
  Küçük-burjuva devrimciliği ve sınıf çalışması
  Emperyalist savaş ve emperyalist çıkarlar
  Sorular, sorular...
  İÜ'de bir dönemin ardından...
  İKE etkinliklerinden...
  M. Suphiler'in ruhuyla emperyalist savaşa karşı mücadele...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Göstermelik barış zirvesi Çırağan Sarayı’nda yapıldı...

Barışın güvencesi saraylar değil, sokaklardır!

Altı bölge ülkesinin (Türkiye, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır) dışişleri bakanları Türkiye hükümetinin girişimleri sonucu İstanbul’da toplandılar. Toplantının amacı “Irak sorununda barışçı bir çözüm yolu bulmak” olarak açıklandı. Fakat İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda yapılan “Barış Zirvesi” beklendiği gibi bir formalite toplantısının ötesine geçemedi. Barışçı çözümü tartışmak bir yana, toplantının yaptığı tek şey Irak sorunu konusunda ABD’yi aklamak ve tüm sorumluluğu Saddam yönetimine yıkmak, buna bağlı olarak da Saddam yönetimine “BM’nin taleplerini yerine getirme konusunda daha aktif davran” çağrısında bulunmak oldu.

Hükümetin barış maskesi

Bilindiği gibi Türkiye’nin ABD’nin yanında savaşa gireceği aylar öncesinden belli olmuştu. Bütün askeri hazırlıklar da buna uygun yapılıyordu. Fakat buna rağmen, AKP hükümeti son iki haftadır yüzünde bir barış maskesi ile dolaşıyordu. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi, Türkiye’deki halkın ezici bir çoğunluğunun bu savaşa karşı olmasıydı. Halkı bu savaşa ikna etmenin yolunun “biz barış için elimizden geleni yaptık” diyebilmekten geçtiğini düşünen hükümet bir taraftan ABD’ye askeri operasyon için her türlü desteği sağlamaktan geri kalmazken, diğer taraftan da “Irak sorununun savaşsız çözümü” için çaba harcadığı izlenimi vermeye çalışıyordu.

İkincisi ise AKP hükümeti savaşa ABD’nin emrinde katılmanın yanı sıra Ortadoğu’da onun diplomatik taşeronluğunu yapma görevini de üstlenmişti. Sorunu savaşsız bir şekilde çözmeye çalışıyor havalarında bölge ülkelerini dolaşan Başbakan Abdullah Gül’ün asıl misyonu, bir yandan barış için yapılması gereken herşeyin yapıldığı, artık savaştan başka yol kalmadığı görüntüsü yaratmak, bir taraftan da ABD adına bölge ülkelerini yakın takibe almaktı. Ziyaret ettiği ülkelerde “savaşsız çözüm” diye sunduğu öneri ise Saddam yönetiminin BM kararlarına eksiksiz uyması, eğer bu sağlanamazsa Saddam Hüseyin’in iktidarı bırakarak başka bir ülkeye sürgüne gönderilmesi formülleriydi. ABD’nin saldırganlığına karşı bölge ülkelerinin hemen hiçbir şey yapmaması bu ¨lkelerdeki halk tarafından tepkiyle karşılandığı için, onlar da bir şeyler yapıyor görünmek adına Türkiye’nin teklifinin üzerine atladılar. Sonuçta bölge ülkelerinin dışişleri bakanlarının İstanbul’da toplanarak konuyu tartışmalarına karar verildi. Türkiye hükümeti bunu barış girişimlerinin başarılı sonuç vermesi olarak yansıttı.

Türkiye ABD’nin diplomatik taşeronu

Fakat toplantı günü gelip çattığında, Türkiye hükümeti’nin barış için değil ABD için çalıştığı bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Türkiye hükümeti toplantıda bölge ülkelerine Saddam yönetimini bölgedeki sorunların asıl nedeni olarak niteleyen ve ona BM kararlarına harfiyen uymasını telkin eden, ABD’nin saldırgan tutumunun bu sorundaki belirleyici rolünü ise es geçen bir karar metnini onaylatmaya çalıştı. Sonuçta bunda başarılı da oldu.

Suriye ve Ürdün başta olmak üzere, toplantıya katılan diğer ülkelerin sonuç bildirgesinde, Filistin sorununa ve İsrail’in elindeki kitle imha silahlarına da değinilmesi önerisi, Türkiye tarafından “toplantının gündemi Irak sorunudur” denilerek kabul edilmedi. Türkiye bu konuda sadece “Filistin sorunun çözümü konusunda BM kararlarının esas alınması” gibi muğlak bir ifadenin sonuç bildirgesine girmesine razı oldu.

Savaşsız çözüm için ABD yönetimine de çağrı yapılmalıdır teklifine karşı ise Türkiye, “Irak’ta sorunun muhatabı ABD değil BM’dir” diyerek, efendisini sadakatle savundu.

Barışın güvencesi sokaklardır!

Filistin sorununa, İsrail’in elindeki kitle imha silahlarına değinmemek ve Irak konusunda ABD’nin saldırgan tutumunun üzerinden atlamak Türkiye hükümetinin barıştan ne anladığını tüm açıklığıyla gösteriyor. Türkiye hükümetinin barış anlayışıyla Bush yönetiminin barış anlayışı arasında zerre kadar fark yoktur. Her ikisine göre de barış herkesin ABD emperyalizmi karşısında kayıtsız şartsız teslimiyeti kabul etmesidir.

Türkiye’nin çağrısıyla toplantıya katılan ülkelerin tutumu ise tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Türkiye’nin bu savaştaki rolü ve sözde barış girişiminin asıl amacı bütün açıklığıyla ortadayken bu toplantıya katılarak kendi halklarını aldatmaya kalkışmaları, onların da ABD’ye uşaklıkta yeri geldiğinde Türkiye’den aşağı kalmayacaklarını göstermektedir. Topraklarını saldırı için ABD ordusuna çoktan açmış bulunan Ürdün ve Suudi Arabistan’ın “Barış Zirvesi” adı verilen bir toplantıya katılmaları ise olsa olsa komedi olarak nitelenebilir.

Ortadoğu halkları hükümetlerinin bu yalanlarına ne ölçüde kanacaktır, bunu zaman gösterecek. Fakat işlerinin çok da kolay olmadığı açıktır. Toplantıyla aynı gün yaşanan bir başka olay da zaten bunu gösterdi. Beşiktaş Belediyesi, Çırağan Sarayı’nı tam karşıdan gören büyük bir duvarı toplantının yapılacağı gün “barış duvarı” ilan etti ve toplantı sürerken bu duvarın önünde gün boyunca çeşitli protesto etkinlikleri yapıldı. Burada yapılan eyleme saldıran polis 20 kadar göstericiyi gözaltına aldı.

Çırağan Sarayı’nın önünde gözaltına alınan göstericiler, bu sembolik eylemleriyle gerçek barış umudunun sokaklarda olduğunu bir kez daha göstermişlerdir. Emperyalist saldırganlığı dizginlemek, sahte barış girişimlerinin maskesini indirmek, işçi ve emekçi yığınların militan eylemleriyle sürece müdahale etmesinden geçmektedir.



ABD Genelkurmay Başkanı’nın ani ziyareti

ABD Genelkurmay Başkanı Myers 19 Ocak’ta Türkiye’ye geldi. Bir gün süren ziyaretinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’le görüştü. Savaş planının ayrıntıları konuşuldu, sermaye devletinin tam desteğinin öneminin bir kez daha altı çizildi. Saddam sonrası Irak’ın nasıl şekilleneceği ve Kürtler’in konumlarının ne olacağı konusundaki kaygılar giderilmeye çalışıldı.

General Myers, “Barışa şans tanıyoruz. Bu doğrultuda yapılan girişimleri destekliyoruz. Umarız ki bir sonuç çıkar. Saddam Irak’ı terketmeye ikna olur” dedi. Myers’in bu sözleri Abdullah Gül’ün Ortadoğu ülkelerine yönelik turlarının ABD planlarının bir parçası olduğunu gösteriyor. Zira bu sonuçsuz ziyaretler sonuçta ABD emperyalizminin savaş üzerine kurulu dayatmacı politikaları ile elinden geleni yapmış Türkiye imajını güçlendirmeye yöneliktir. AKP hükümeti “elimizden geleni yaptık, savaşı önlemek istedik, ama çabamız Ortadoğu ülkelerinden gerekli yanıtı alamadı” mazeretine sığınarak savaşta bir kusuru olmadığını tabanına anlatmayı amaçlıyor.

Sermaye basınına bakılırsa, ABD Genelkurmay Başkanı’nın istekleri karşısında Türk Genelkurmayı direnç göstermiş. Myers 120 bin ABD askerinin Türkiye’de konumlanmasını talep ediyormuş, Genelkurmay 25 bin rakamını telaffuz etmiş. Keşif izni verilen üs ve limanların tümünün savaşta kullanılmasına da Genelkurmay razı değilmiş.

Bu orta oyununun özü özeti şudur: Türk devleti ve Genelkurmay’ı bu savaşın tarafıdır. 120 bin ABD askerine değil 25 binine izin verme vb. demagojilerin amacı, Amerika ile pazarlık yapan bir konuma sahip olunduğu yanılsaması yaratmaktır. Üs ve limanların tümü şu an ABD denetimindedir. Üs ve limanlarda çalışan personel ücretli izine gönderiliyor, yerlerini ABD’li teknikerler dolduruyor. ABD kapıları ardına kadar açılmış üsleri babasının çiftliği gibi kullanacak.

ABD emperyalizminin Saddam’ı yönetimden uzaklaştırma hedefine ulaşması sonrasında Irak’ta oluşturulacak düzenin ayrıntılarının tartışılacağı masada küçük de olsa Türk devleti bir yer istiyor. Musul-Kerkük petrollerinden pay alma isteği Türk devletinin tarihsel geçmişi olan bir istemi. ABD emperyalizmi bunun farkında. Türk Genelkurmayı’nın asıl önemsediği nokta ise, Kürtlerle ilgili olarak Irak’taki olası gelişmelerin ne olacağı. Bölgede bir Kürt devleti oluşumunun Türkiye Kürdistanı’ndaki Kürtleri tetiklemesi Türk devletinin en büyük kaygısı. ABD emperyalizmi buna oynuyor. Myers yüzde 86’lık savaş karşıtlığına rağmen açık destek verilmesini talep etti. Bu talebin nasıl karşılanacağı önümüzdeki süreçte görülecek.