emperyalist savaşa karşı mücadele... M. Suphi ve yoldaşları, ulusal kurtuluş savaşına katılmak ve bu savaşı devrimle taçlandırmak amacıyla ülkeye geldiler. Bu istekleri Türk burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden kemalistler tarafındanda çok net bir şekilde biliniyordu. Kemalistler, TKPnin 15 yiğit neferini katlederek, sınıfsal kinlerinin ve kaygılarının ulusal kurtuluş isteklerinden daha önemli olduğunu göstermiş oldular. Mustafa Suphilerden kalan miras... Mustafa Suphi savaş esiri olarak bulunduğu Rusyada Bolşevizmle tanıştı. 1917 Ekim devriminden sonra yaşamını profesyonel devrimci olarak sürdürdü. Türk savaş esirlerinine dönük olarak Yeni Dünya dergisini çıkarmaya başladı. Devrimden sonra müslüman halklar arasında parti örgütlenmesi çabasında yoğunlaştı. Kırım Bölge komitesinde çalışırken bir yandan da Anadolu ile bağlarını sürdürdü. Türkiyeye yayın, propaganda malzemesi ve propagandacı gönderdi. Kırımdan Türkistana geçti. Burada Türklerden oluşan bir Kızılordu birliği örgütledi. Çin, Kaşgar, Buhara, Hiva, İran ve Türkiyede propaganda faaliyeti yürütecek Beynelmilel Şark Tebligat Şurasını örgütledi ve başına geçti. Mustafa Suphinin bu faaliyetlerinin sürdüğü dönem, Rusyada Ekim Devrimini izleyen ilk yıllardı. İktidar işçi sınıfı tarafından ele geçirilmiş, ama dış emperyalist müdahele ile iç savaş henüz daha sonuçlanmamıştı. Bugün de savaş rüzgarlarının estirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Ortadoğuda egemenlik kurmak isteyen ABD emperyalizmi, uşaklarıyla beraber son hazırlıklarını yapıyor. Emperyalist saldırganlığa karşı tüm dünya emekçileri ve duyarlı insanlar tepkilerini açığa vuruyor. ABDde Vietnamdan bu yana en kitlesel gösterilerle protestolar yapılıyor. M. Suphi ve yoldaşlarının bize bıraktığı mirası sahiplenmek demek, kardeş bir halkı katletme hazırlıkları içindeki olan sermaye devletine karşı devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek, halklarla dayanışmayı örmek demektir. F. Esin
11 Eylül mağdurlarının yükselen sesi: Bir kule alevler içindeyken hızla yaklaşan bir uçak ikinci kuleyi havaya uçuruyor. Dünya, ilk olarak 11 Eylül 2001de gördü bu görüntüyü. Bugün, aynı görüntü, birçok haber programının jeneriğinde ısrarla kullanılıyor. Bu görüntüyle birlikte kullanılan bir diğer argüman, küresel terörizm kavramıdır. Bu kavramın mucidi, bizzat kendisi bir numaralı küresel terörist olan ABD emperyalizmidir. Küresel terörizm argümanını profesyonelce ve ikiyüzlüce kullanan ABD, emperyalist hegemonyasını tahkim etmek için Ortadoğuyu fethe çıkmış durumda. ABD, ilk olarak El Kaideyi bahane ederek Afganistana girdi. Şimdi sırada Irak var. Iraka yönelik saldırı önleyici vuruş doktrini çerçevesinde geliştiriliyor. Gerekçesi ise yeni 11 Eylülleri engelleme. Aynı gerekçeyle Irakın ardından İran ve Ortadoğuyu aşan bir hedef olarak Kuzey Koreye saldırı gündeme gelecek. ABDnin karşısında ciddi bir güç görmediği takdirde, bu ülkelere ve daha fazlasına saldıracağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. ABD, Afganistana saldırırken küresel terörizm masalı oldukça işine yaramıştı. 11 Eylül saldırısı, bu argümanın kullanılmasını kolaylaştırmıştı. Saldırısına bunu kullanarak bir tür meşruiyet sağlamıştı. Bugün dünya emekçileri ABD saldırılarının kirli özünü görmesine rağmen, ABD halen 11 Eylülü kullanmaya çalışıyor. Şu durumda 11 Eylül saldırısında yakınlarını yitirenlerin, yani gerçek 11 Eylül mağdurlarının acı ve öfkelerinin medyada geniş bir biçimde yer alması gerekirdi. Bu, psikolojik savaşın etkin bir yöntemidir. Bu yöntemin yaratıcısı olan ABDnin böyle kapsamlı bir hedefte, bu yöntemi kullanmaması düşünülemez. Ama çok fazla kullanamadı. Çünkü 11 Eylül mağdurları, ABD emperyalizminin duymak istediği şeyleri söylemiyordu. ABD emperyalistlerinin istediği, intikam çığlıkları atan, savaşı destekleyen söylemlerdi. Ne var ki 11 Eylül mağdurları, ona bu imkanı sunmuyor. Tam tersine, savaş karşıtı bir duruşları var. Bu yüzden, medyada çok fazla yer almıyorlar. 11 Eylül mağdurlarının oluşturduğu Barışçıl Yarınlar grubu, adından da belli olduğu gibi, savaş karşıtı bir duruşa sahip. Bu grubun 4 üyesi, savaşın yaratacağı insani felakete ve savaşın barış getirmeyeceğine dikkat çekmek amacıyla Iraka gittiler. Iraka giden 4 kişinin içinde, 11 Eylülde yaşamını yitiren Williamın ablası Collen Kelly de bulunuyor. Kellynin Iraka gitmeden önce yaptığı açıklama oldukça çarpıcı: New York Times gazetesinde yayımlanan ve 11 Eylülde ölenlerin fotoğraflarının yer aldığı acının portreleri ABD halkını müthiş etkiledi. 11 Eylülde ölenlerin yüzlerini gördük ve yaşam öykülerini öğrendik. Iraklıların yüzlerini görmek istiyorum. Onların hayatlarını öğrenmek istiyorum. Irakın tek bir adamdan, Saddam Hüseyinden ibaret olmadığını, orada umutları, hayalleri ve aynı benim kardeşim gibi aileleri olduğunu görmek için gidiyorum (Cumhuriyet, 10 Ocak 03) Bu sözler, bu anlayış doğal olarak ABD emperyalizminin çıkarına değil. Bu sözler, ABD emperyalizminin neden 11 Eylül mağdurlarını öne çıkarmadığını açıklamak için fazla söze gerek bırakmıyor. Elbette 11 Eylül mağdurları çok acı çekti. Sevdiklerinin bir anda yitip gitmesi acı veren bir olaydır. Fakat acı dindirmenin yolu, kendilerinden farkı olmayan başkalarının acı çekmesi olamaz. Barışçıl Yarınları grubu bu kavrayışla hareket ediyor. Özellikle Collen Kellynin sözleri, bu anlayışın altını çiziyor. Şubat veya Mart ayında başlaması neredeyse ilan edilen emperyalist savaş sadece ABD emperyalistlerinin kirli çıkarlarına hizmet edecek. Sadece hümanistçe bir duygasalıkla dahi olsa, bu kirli çıkarlara meze olmayan Barışçıl Yarınları grubunun tavrı bu açıdan anlamlıdır. Kapitalizm ve emperyalizm tarihin çöp sepetine gömüldüğünde savaşlar ve acılar da son bulacak, mutlu bir dünya özlemi ancak sosyalizmle ete kemiğe bürünecektir. M. Atak
BM silah denetim heyeti baskı altında Gerek Irakdaki silah müfettişleri, gerekse ABD Başkanı George W. Bush için zaman gittikçe daralıyor. Bir dönüm noktası anlamına gelebilecek 27 Ocak gününe az kaldı. 27 Ocakda Hans Blixin BM Güvenlik Konseyine raporunu sunması bekleniyor. Ancak, kısıtlı zaman ve ABDnin baskısı gözönünde bulundurulduğunda, bunun mümkün olup olamayacağını kestirmek güç. BM Güvenlik Konseyi geçen Kasım ayında 1441 sayılı kararı kabul ederek silah denetim heyetinin yeniden Iraka gitmesine karar verdiğinde, müfettişlere 2 aya yakın bir zaman tanınmış, 27 Ocak 2003 tarihinde Irakda kitle imha silahları bulunup bulunmadığına ilişkin nihai raporun sunulması istenmişti. BMnin kararı, kitle imha silahlarının bulunması ve Bağdatın bunları imha etmeye yanaşmaması durumunda BMnin bir sonraki adımlarla ilgili karara varmasını öngörüyor. Bir sonraki adım ise, Irak için savaş tehdidi anlamına geliyor. Ancak son günlerde, Irakı baskı altında tutanların, Irakdan daha fazla baskı altında olduğu gözleniyor. 27 Ocak günü yaklaştıkça Avrupa, Rusya ve Türkiye savaşı önlemek amacıyla gittikçe daha aktif girişimlerde bulunuyor. Saddam Hüseyine yönelik suçlamalarına ilişkin kanıtlar gösteremese bile kendisini savaşmak zorundaymış gibi hisseden George Bushun ise zorlanmaya başladığı yaptığı son konuşmalarda dikkat çekiyor. Irak bunalımında en fazla baskı altında olan taraf, BM silah denetim heyeti. Oysa BMnin verdiği görevi yerine getirmeye çalışan heyet bu baskıyı haketmiyor. Olmayan bir şeyi bulamadıkları için hiç kimse Blix ve ekibini suçlayamaz. Buna rağmen, Washingtonun sürekli yinelediği tehditler, savaşın çıkıp çıkmaması sanki müfettişlerin başarı ya da başarısızlığına bağlıymış gibi bir izlenim uyandırarak BM silah denetim heyetini güç durumda bırakıyor. BM müfettişleri ise bu baskıdan kurtulmaya çabalıyor, denetimlerin Ocak sonuna kadar tamamlanamayacağını, daha birkaç ay hatta belkide bir yıl kadar zamana ihtiyaçları olduğunu heyetin şefi Hans Blix aracılığıyla tüm dünyaya duyuruyor. Bu açıklamalar, Beyaz Sarayın işine gelmiyor. Çünkü George Buh, Saddam Hüseyinin devrilmesi, ama asıl daha da önemlisi dünyanın ikinci büyük petrol kaynaklarının denetimini eline geçirmesini sağlayacak savaşı bir an önce savaşı başlatabilmek için sabırsızlanıyor. Iraklılar bu kez silah müfettişlerine, bazı önemsiz istisnalar dışında kibar ve açık davranıyor, hatta başkanlık saraylarına girilmesine bile itiraz etmiyor. George Bush ise hala Irakın bazı gizli ve karanlık silah projeleri üzerinde çalıştığı iddiasından vazgeçmiyor, ama bunu kanıtlayacak delilleri göstermiyor. Bu delilleri Irakın sunması bekleniyor. ABD Başkanı, 1441 sayılı BM kararını kendine göre yorumlayarak, kitle imha silahları geliştirmediğini ve bu tür silahlara sahip olmadığını uzun süredir iddia eden Irakın bu ifadeleri kanıtlamak için müfettişleri tesis ve laboratuvarlara götürmesini talep ediyor. Suçlanan sanığın, suçu kanıtlanana dek masum olduğu yönündeki hukuk prensibi, anlaşılan Irak için geçerli değil. Bu prensip dünyanın en güçlü ülkesinin devlet başkanı tarafından bertaraf ediliyor ve bu başkan Iraka savaş açabilmek için kendisine gereken zemini hazırlamaları için BM müfettişlerine baskı yapıyor. BM silah denetim heyetinin bu arzuya karşılık vermesi halinde, bu çok ağır sonuçlara yol açar. Yapılması gereken, savaş çıkmasını önleme şansını kullanmak için müfettişlere daha fazla süre vermektir. Normal hayatta da mahkemedeki duruşmanın tarihine uymak için polisin yaptığı araştırma tamamlanmadan kesintiye uğratılamaz. (DW) Peter Philipp |
|||||